Hükümet, devlet değildir diyerek bir giriş yapalım. Zira bu farkın altını çizmenin vaktidir.

Devlet, bir ülkenin tüm kurumlarını temsil eder. Yasama ve yürütme ile alakalı organların işleyişi ise hükümetlerin faaliyet alanıdır.  Bir başka ifadeyle hükümet, devletin başına geçmiş yönetimdir. Devlet dediğimiz "kutsal" (biraz da mücerret niteliğinden olsa gerek) millete hesap vermez, veremez ama hükümetler seçim ile hesap verir ayrıca 'devlet' denen aygıt Anayasa gereği icranın, yani hükümetin denetimindedir. 

Devlet dediğimiz ve geleneğimizde kutsal kabul edilen organizasyon, sonuçta Anayasa'da isimleri sayılan kurumlardan ve bu kurumları oluşturan bürokrasiden ibarettir.

Temsili demokraside devlet kendi başına bir anlam ifade etmez, ancak seçilmiş yöneticiler tarafından yönetildiğinde ve bize hizmet ettiğinde anlamlıdır. Temsili demokrasideki hükümet, belleklerde devletin yerini almıştır. Bu anlamda hükümetler üslup ise devlet esası oluşturur. Ayrıca devletin değişmezleri vardır, yani vazgeçilmezleri. (Bugünlerde bu vazgeçilmezleri nasıl da kevgire çevirdik, çevirdiler.)

Devletin misyonu vardır, hükümetler bu misyonu korumak ve milli hedeflere ulaşmak için üslup geliştirmekle mükelleftir. Devletin varoluşundaki misyon ve hedefler ile kullanılacak üslubun bir bütünlük arz etmesi gerekmektedir. Tıpta doku uyuşması ya da uyuşmazlığı dediğimiz buna benzer bir husustur. Bu uyum devlet ve hükümetin sağlığı anlamına gelir. İşte ideoloji de burada devreye giriyor. Bu uyumu sağlayan ideolojidir. İdeolojik bütünlük. Bu bütünlük yoksa aksamalar ve travmalar başlar. Sözün özü Türk Milliyetçiliği esası ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Hükümeti bugün Türk Milliyetçiliğine cephe açmıştır. Onlarca, milliyetçilik tehdittir, tehlikedir, septik bir vatanseverliktir, psikolojik bir saplantıdır falan filan. Oysa milliyetçilik devletin sorumluluklarının ve vazgeçilmezlerinin sigortasıdır. Neticede milliyetçi gelenek baltalanırsa ne sorumluluk ne de vazgeçilmezlerden bahsedebilirsiniz.

Ayrıca başka bir örnek ile konuyu biraz daha açalım; hükümetlerin değişmesi ile ÖSS'deki soru sayısının, ilköğretim ve ortaöğretim müfredatlarının değişmesi ne tuhaftır değil mi? Yalnızca Milli Eğitim Bakanı değişmiştir ama bu değişimi fark ettirmek güdüsü sonuçta soru sayılarına kadar nüfuz etmiştir. Peki nerde kaldı misyon ve vizyon?

Başka bir örnek, öğretmen alımlarında hükümetler neden bu kadar farklı kriterler getirmiştir. Her hükümet döneminde farklı bir elekten geçirilen öğretmenlerin hepsinin aynı okulda öğretmenlik yapması ile hangi misyon ve vizyonu gerçekleştirebiliriz? Türk Silahlı Kuvvetlerinin disiplin, misyon ve vizyon ahengi ise yıllardır aynı eleği kullanmasından gelmektedir diye düşünüyorum.

Devam edelim. Türkiye'de ne olup bitiyorsa bunların tamamından hükümetler sorumludur.

Ayrıca temsili demokrasi bazı temel kabullerle hareket eder. Mesela siyasi partilerin vatana ihanet içinde olmadığı ve Anayasa'ya sadık oldukları bir temel kabuldür çünkü iktidara gelen ya da onu paylaşan siyasi partilerin Anayasa'yı koruyacakları ve anayasal düzeni sürdürecekleri varsayılır. Ne tuhaf değil mi? Ana yüreği bu kadar geniş işte, yasanın anasının da yüreği böylesine geniş. Kendisine ihanet edilse de anayasaya göre bu ihanet değildir. Ya nedir; demokratik süreç, anayasal düzen ya da düzmenin yasalı.

Bir temsili demokrasinin temeli 'hesap verirlik'tir. Bu hesap da illa adli bir hesap değildir, hatta belli bazı istisnalar dışında neredeyse tamamen siyasi hesaptır bu. Yöneticiler ya da daha iyi yönetme iddiasındaki diğer siyasi partiler belirli aralıklarla seçime bu yüzden giderler. Halk, yöneticilerinin ehliyetini, başarısını ya da başarısızlığını seçimlerde verdiği oylarla denetler. İbra eder ya da başkasını yönetime getirir.

Neticede bir zamanlar bir entelektüel zırvalığı olarak başlayan ve bazı liberal aydınların çok beğendiği 'Cumhuriyet mi, demokrasi mi' tartışmaları sahiden boş tartışmalar olarak kalır. Meselenin özünde, cumhuriyet-demokrasi karşıtlığı değil, bizdeki haliyle devlet-hükümet ilişkilerinin çarpıklığı yatmaktadır.

Ve bir gün şöyle bir söz düşer mi acep hükümet efradının dilinden; "yaşasın hükümetimiz, kahrolsun devlet".