Başımız Düşmez

 

1 Kasım 2015 Genel Seçimlerinin akabinde en çok konuşulan mevzu iktidar partisi değil, MHP oldu. Liberallerden cemaatçilere, solculardan merkez sağ tosunlara kadar birçok ‘entelektüel(!)” siyasete akıl verme yarışına başladı. Akıllarının ilk çalıştığı husus da MHP’nin Genel Başkanlık Makamı ve Lideri Sayın Devlet Beğ… Bu yüce ve güçlü makama olan akıl kilitlenmesi de alışık olduğumuz ama düşündürücü de bir husus elbette.

7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde, AKP’nin oyunun düşmesi, HDP’nin barajı geçmesi, tek başına iktidar imkânını bir partinin yakalayamamış olması gibi durumlar uzun süredir Türk siyasetinin görmediği sonuçlardı.

AKP’nin mutfağı pozisyonundaki Yeni Şafak ve Yeni Akit Gazeteleri, 8 Haziran 2015 tarihinde ‘ Çare Erken Seçim’ manşeti atarken, kardeş istemeyen şımarık çocuk triplerindeydiler.

7 Haziran Seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanından gelen ; “Dolmabahçe mutabakatını tanımıyorum”, cümlesi, aslında 7 Haziran seçimlerinin erken sonucuydu. Güneydoğu Anadolu ve Orta Anadolu’da giderek düşen AKP oyu, ‘Kurucu ve Ebedi Genel Başkanı’ bir tercihe itti; neticede Orta Anadolu’nun MHP’ye yönlenmesinin önüne geçilecekti. Zira HDP, kendileri için asla sıkıntı olmazdı, olmayacaktı. Bu MHP husumetinin de iki durağı var, ilki MHP’nin duruşu ve dünyaya Türkçe bakışı, ikincisi de Lideri.

Başlatılan operasyonlarda onlarca vatan evladı şehit düşmüş, şehit kanları ile ‘çözüm sürecine’ gusul abdesti aldırılmıştır ve öylece de buzdolabına kaldırılmıştır.

Cemaat, Arap baharı, Suriye ve Çözüm Süreci başlıklarında Milliyetçi-Ülkücü Hareketin ve Liderinin hükümete karşı sunduğu reddiyelerin ve çözüm önerilerinin hepsi haklılığını ortaya koyarken, Milliyetçi-Ülkücü camianın içerisinde, bu mevzularda vaktiyle hükümete yakın görüş beyan edenler de Liderin çizgisine gelmişlerdir.

Lakin 1 Kasım öncesinde medya gücü, iş dünyasının yönlendirmeleri, bürokrasinin AKP ağzıyla vatandaşa ‘aman’lı tavsiyeleri, ortaya çıkan terör ve kaotik vakaların yorumu gibi durumlar ve en önemlisi AKP elitinin inanılmaz pişkinliği seçimlere AKP lehine bir yön verdi. Hakikatte kazanan AKP değilse de demokrasi, kazananı AKP ilan etti.

1 Kasım sonrasında başlatılan yoğun kampanya ile tartışılması istenen MHP Genel Başkanlığı ve Sayın Devlet Bahçeli üzerinden gelinmek istenen noktaya dair murat şunlardır;

Hırsızlık, yolsuzluk ve terörle alakalı bu denli ilkeli ve omurgalı bir lider, Türk siyasetine fazladır.

CHP’nin “Başbakanlık teklifini” değil kabul etmek, üstüne bir de tepki göstermek ne enteresan bir duruştur(?).

AKP’yi ahlak ve izana çağırmak hadsizliği(!), ahlak ve izan sahibi bir liderle mümkün olabilir, Türk siyasetinin, etik, ahlak ve izan sembolü bir an önce alaşağı edilmelidir.

12 Eylül Askeri Darbesinin ilk günlerinde, “bizi hapis etseler de fikrimizin haklılığı ortaya çıkmıştır ve sol terör cezasını bulacaktır” şiarındaki Ülkücü duruşun, önceliğini Türkiye’den, politik hamle zenginliğine indirgenmesi sağlanmalıdır.

ABD ve bilumum yabancı büyükelçiler ile değil anlaşmak, ülke meselelerini dâhi konuşmayan bir MHP Genel Başkanı varken, ABD, İran’a, Azerbaycan’a ve geniş Türk Dünyasına nasıl şekil verebilir?

“Şeytanla anlaşma yaparken ilk şart, yapma” şiarına sahip bir adam, Türkiye ve bölge için bir güç olan Türk Milliyetçi Hareketinin başında olmamalıdır.

Merhum Başbuğ Alparslan Türkeş’in “Sandıktan bize tek bir oy dahi çıkmasa, İslam’dan, İnsaniyetçilikten, Türkçülükten asla vazgeçmeyiz... Biz politikacı değil, bir Davanın takipçileriyiz.” sözünün gereği onurlu bir duruş artık mazide kalmalıdır.

Eski Türkiye, eski vs… diyerek geride bıraktığımız şeylerin arasında Türk Devlet Geleneği ve Tarihin Büyük Mirası da var, o mirastan da vazgeçecek bir yapıya ihtiyaç var. Hele ki o mirasa sahip çıkan Lider, “politik başarısızlık” koduyla tartışmaya açılacaktır.

İlkeleri ve geleneği olan MHP, artık genel başkanını iman, ahlak ve bedel ölçülerinde değil, sandıktan çıkacak oy’a göre değiştirmeye başlamalıdır.

Filhakika, MHP, genel seçimlerde baraj altı kalsaydı da yüzde 50 alsaydı da biz, imanımızı, itikadımızı, duruşumuzu, liderimizi ‘demokrasi dinine’ göre değil, inancımıza göre biliriz. Tarih iman, ahlak ve izan sahibi cenahların yenilgilerine şahit olmuştur, lakin bu yenilgi görüntüsü kısa sürmüştür, tarih yine buna şahittir. “Zafer inananlarındır”, yahut “zaferle değil seferle yükümlüyüz” gibi seküler bir bakışı tamamen reddeden duruşlarımız var bizim.

İnandıklarımız için oyumuz düşmüş, dert değil, inandıklarımız için binlerce canımız toprağa düştü bizim… Oyumuz düşmüşse de, ‘dik başımız’ düşmesin. O sebep, vazgeçmeyeceğiz…

Selam ve muhabbetle…