Reddiyemizi ne çabuk unuttuk. İmanımız ne halde. Bu iş böyledir, önce reddiye sonra iman. Tıpkı "la ilahe illallah" der gibi. (Tanrı yoktur Allah'tan başka)'Reddiye' en çok ‘varoluş gerekçesi' ifadesiyle kodlanabilir. Yani iman, tavır, mefkûre, dava kimliğinin ‘varoluş gerekçesi' nedir?

Şimdilerde "iklim değişim" tespitleri bilim dünyasının en popüler konusu; ‘ İklimler nasıl kayıyor?', ‘Baharlar artık yok mu oluyor?'. 21 yüzyılın buhranları içinde ‘manevi iklim' de en az coğrafi iklim ilmi kadar dikkati hak etmiyor mu? Bence fazlasıyla evet...

Pekâlâ, farkındayız ve herkes farkında; savaştığımıza biraz biraz benziyoruz. Sebebi meseleye yanlış yerden başlamak, bakmak... Mesele ne peki? Adına ister Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi isterse de Nizam-ı Âlem Ülküsü diyelim, Müslüman Türk misyonunun adı olan Ülkücülük, vatan seccadesini temiz tutmak ve dünya mescidini imar etmek gibi bir şiarla şekillenmiş değil midir? Adalet, iman, ahlak örgülü hâkimiyet mefkûremiz bu değil mi? Onurlu bir devlet, huzurlu bir millet tesisi değil mi mesele? Vatan seccadesinde ibadeti hürce, insanca, temizce yapmak hangimiz için bir özlem değil? Peki, sebep ne böyle olmamasında; sekülerizm. Seküler akıl ile ‘İslami hizmet' yapanların yaptıkları da ortada zaten. Öyle ki İslami tv kanallarındaki (İslami kanal ne demek anlamadım)sevap sohbetlerinin arasındaki günah reklamları, kimsenin adını koyamadığı bir garabettir. Biz şunu biliyoruz; Muhammedi ruh bu değildir. Bırakın yaşadığı toprağa padişah olmayı, bir eline ay diğerine güneş verilmiş olsa yine de davasına hizmet edecek olan Resullullah, ‘siyasal islamın sünnete uygun olmadığını' bizzat göstermiş, meselenin ahlaki bir duruş olduğuna kutlu bir misal olmuştur.

Türk'ün İslam olması ile "mekân değiştirip (tebdili mekân)" ferahlayan fetih davası yeni de bir bedene (Türk) sahip olmuştur. Emperyalizme karşı mukavemeti 20. Yüzyıla kadar süren Türk, 20. ve 21. Yüzyılla birlikte ‘seküler aklın muhafazakârlığı' ile manevi bir linçe maruz kalmıştır. Kavramlar, fiiller, değerlendirme kaygıları kısaca algı değişmiştir. Yani ibadet deyince mesele yalnızca namaz, oruç, hac ve zekâttan ibaret olmuş hatta bunlar da zaman içinde içi boşaltılan, ruhundan çalınmış ilahi(?) uğraşlar halini almıştır. Yani kendi içinde kategorize edilen bir hayat vardır. Sekülerizmin dayatması ile din ile beşeri hayat, din ile iktisadi-idari sistem, din ile eğitim ve hukuk birbirinden bağımsız bir seyre bırakılmıştır. Sonuç; bu günkü Türk toplumudur. Tesettür deyince baştaki eşarp akla geliyorsa bu ancak sekülerizmin dayattığı kategorik aklın sonucu olabilir. Hac, kurban, zekât... Düşünün, söyleyin, bu ibadetlerin maksadını biliyor muyuz? Hac, Allah için bir hicret, Müslümanların şöleni değil midir? Kurban evladını Allah'a kurban edecek bir sadakatin karşılığı değil midir? Filhakika bu cümlelerden muradım şudur ki, sekülerizm bizi Allah'tan ayırmıştır. Allah böyle olmamızı istemiyor. Dün şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınan kim varsa bugün siyaset sahnesinde. Bizler, ülkücüler biraz istisna idik, zira siyaset için ‘olursa siyasetle olsun' yaklaşımımız var idi. Biz ne makyevelist bir ruha ne de yahudileşen Müslüman kafasına sahibiz. İnandığımızı söyleriz, Hak ve hakikatten yana tavır alırız, takdir Allah'tandır. Biz usulün, aslı tahriş etmesine izin vermemeliyiz, vermeyeceğiz de.

Son genel seçimlerde Ülkücü Hareketin başarısı-başarısızlığı değil ‘yüz akı' vardır. Hareket sonuç her ne olursa olsun seçimden yüz akı ile çıkmıştır. ‘Yüz akı' sayısal bir veri ile sağlanacak olsa bir düşünün bu ülkede kimlerin yüzü ak olurdu? Bu arada ‘kurt sesli ordumuz' birkaç ilkesiz adam nedeniyle lekelenmeye maruz kalmışsa da ‘temiz ruh ve temiz beden' olarak kodladığımız Ülkücülük bu lekeyi üstünden atmıştır.

Değerlendirmeye kapalı olmaktan yana değilim ama şunu son kez söylemeliyim ki değerlendirme kaygıları da bize yakışır olmalı. Nitelik öncelikli eleştiri ve değerlendirmeler yapılmalı. Yoksa nicelik, kemmiyet, dünya bu kadar mı önemli?

Biz siyaseti sahi kim için yapıyoruz?

Selametle...