12 Eylül Askeri Darbesini ‘temize çeken' 1982 Anayasası, ülkedeki iki ideolojik çizginin olası iktidarına karşı tedbirlerle dolu bir mahiyetteydi. Bu ideolojik çizgileri Türkeş ve Erbakan temsil ediyordu.

Sistemin kendisini güvende hissetmesi içinse bu şarttı. 80'li ve 90'lı yılların ‘sandıklı monarşi'sinde Erbakan yeşil, Türkeş ise siyah çizgilerle altı, bazen de üstü çizilen siyasi liderlerdi. Özellikle mütedeyyin ortalama Türk insanına karşı yapılan siyasi, toplumsal ve ekonomik baskı, askeri post modern müdahale ile taçlandırıldı. Peki, buradan yani bu süreçten çıkan sonuçların sağlaması yapıldığında bu müdahalenin neden yapıldığını, bundan muradın ne olduğunu daha iyi anlayabiliyor muyuz, cevabın ‘evet' olduğu kanaatindeyim.

Şöyle ki, misal ekonomik alanda; bu sürecin 8 yıllık kesintisiz eğitim diktası kapitalizmin en büyük piyangosu olmuştur. Malumunuz Türk insanı ‘atmaz', tamir eder.  Dünyanın gelişmiş ülkelerinde bile olmayan bir ‘geri dönüşüm' mekanizması olan Türkler, adına ‘sanayi' dedikleri yerlerde hem iş öğrendiler, hem iş sahibi oldular hem de ‘parça tamiri' yaparak ülke ekonomisine katkıda bulundular. Dışarıdan ‘orijinal parça'nın sürekli bir sirkülasyon halinde gelebilmesi için evvela bu ‘tamir' illetinden kurtulmak lazımdı, kurtuldular... Bugün zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarmanın ne demek olduğu ise burada saklıdır.

Bugün Türk Milli Eğitimi içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağının içindedir. Kadim bir eğitim geleneğimiz olmasına rağmen yaşanan bu sorunların temelinde 28 Şubat sürecindeki sekiz yıllık kesintisiz eğitim diktası yatar. Hiçbir altyapı hazırlığı olmadan sırf ‘laik-Kemalist' bir dürtü ve hırs ile alınan bu karar okullarımızı ‘han'a çevirmiş, öğretmen ise ‘alim'den çok öğrencisine refakatçi, ‘hancı' olmuştur. Aynı sürecin üniversitelerde açtığı sorunlar yumağı ise başka bir yazı konusudur. Kısaca şunu söyleyebilirim ki, devlet kendisine ‘düşmanlar' büyütmüştür. (Burada özellikle şunu belirtmek isterim, 28 Şubat'ın ağırlıklı mağdurları Müslüman kadınlar olmuşlardır. Hani bir söz vardır, iktidarın mağduriyetten geçtiğine dair. Ben bu cümlenin şöyle bir eksikliği olduğunu düşünüyorum, 1980 ihtilalinde ülkücüler de komünistler de mağdur olmuşlardır, hem de ne mağdur. Lakin bu mağduriyetten hareketle iktidar olamadılar, sebebi her iki cenahın da erkeklerinin -ağırlıklı olarak- mağdur olmasıdır. 28 Şubat'ta mağdur olan kadınlara, aile efradı ve eşraf merhamet göstermiş ve darbecilere kinini AKP'ye oy vererek devam ettirerek -güya aklınca- hesap sormuştur)

İşin toplumsal neticeleri içerisinde sivil toplum yapılanmalarına da bakmak gerekiyor. Burada en mühim yapı Gülen cemaatidir. Zira bu süreçten güçlenerek çıkan tek cemaat Fethullah Gülen cemaatidir. Tıpkı 1980 sonrasında güçlendiği gibi. Türkiye'de sivilleşmenin temsilcisi görüntüsü ile farklı ‘sivil' cenahlara ‘nefes borusu' olan cemaat, küresel dünyanın şartları denilen zorlama siyasi uygulamaları ‘islamî'leştirirken aynı zamanda da AKP'nin siyaset yapacağı alanı düzlüyor, yeni Türkiye'nin inşaat alanını hazırlıyordu. Bir yönüyle şunu söylemek mümkün, orduya 28 Şubat'ı yaptıran el, cemaati küresel ve ulusal anlamda güçlü tutan el, 28 Şubat'ı destekleyen cemaatten 2000'lerde AKP'ye uzanan el, Ergenekon üzerinden orduda ‘kelle' alan el hep aynı eldir. (28 Şubat sonrası Fethullah Gülen bir tv kanalında şunları söylüyordu; Rejimi korumakla görevli kurumların haklı hassasiyeti de bu yüzdendir. Cumhuriyet ve laiklik şimdiye kadar hiçbir dönemde bu denli tehlikeye girmediği için, onu korumakla görevli kesimler, haklı olarak sesini yükseltmektedir. Millî Güvenlik Kurulu bir anayasal kurumdur ve kendi  içtihatları gereği ülke ve rejim için tehdit ve tehlike gördükleri hususlarda tedbir ve teklif getirmeleri elbette sorumlulukları gereğidir ve bu içtihatları yanlış bile olsa kendilerine sevap getirir. Bu konuda daha çok söylenecek söz vardır. Ama toplumun bazı kesimleri bunları hazmetmeye henüz hazır değildir.)

Küresel dünya Türkiye'deki İslamcı yapıyı yumuşatarak ‘cemaat'lere dönüştürmüştür. Özellikle de Gülen cemaati model olmuştur. Cemaatin 28 Şubatçılara desteğinin akabinde 1999 Genel Seçimlerinde Ecevit'e verdiği aşikâr siyasi destek, Tayyip Erdoğan'ın Washington (Beyaz Saray) dönüşünde yatağını bulmuştur. 27 Nisan 2007'ye gelindiğinde ise e-muhtıra ile cemaat ve AKP, ortak ‘ötekisini' bulmuştur. Tabiri diğerle, 28 Şubat'la açılan ara 27 Nisan'da tekrar kapanmıştır. (Bu aradaki her gelişme ile zaten ara kapanıyordu.) Cemaat üzerinden ‘salaklaşan' Müslüman, Muhammedi refleksini  diyalogla ‘politikleştirirken', bu politik açılımın siyasi adreste posta kodu ‘AKP' olmuştur.

28 Şubat sürecinin öncesinde Erbakan'ın iktidarı, mukaddesata sövülerek hazırlanmıştır dediğimizde şunu da söylemek gerekiyor, 28 Şubat kararları -sistem adına en az hasarla- Erbakan'a imzalatıldığında uygulanabilirdi. Bu durum ABD'nin 2003 Irak Operasyonu için de geçelidir. İktidar kendi eliyle kendi imanını boğazlamak zorunda kaldı. Zira Siyasal İslam'ın en büyük yanılgısı, siyasal İslam'ın sünnete uygun olmadığını kavrayamamasıdır. Meşhur ifadesi ile ‘zaferle değil seferle mükellefiz' şiarının oturmamasıdır.

Bu yazımızda 28 Şubat'ın kapitalizm, eğitim ve sivil toplum ile rabıtasını kısmen inceledik. 28 Şubat ile alakalı yazılarımız nasipse devam edecektir.

Selametle...