Zonguldak'tan Soma'ya... Ölümlerin Nedeni İhmal mi? "Kader" mi?

Türkiye yasa boğuldu….

Yine bir felaket, yine bir maden kazası…

Son bilgilere göre 292 can kaybı var, ama içerde kaldığı tahmin edilen işçilerin de sağ çıkma ihtimali çok zayıf!

Öncelikle; Soma’da hayatını kaybedenlerin ailelerine ve Türk Milletine baş sağlığı diliyorum. Ama bazı gerçekleri de tartışmalı ve bu tür felaketlerin yaşanmaması için şimdiden uyarılarımızı yapmalıyız.

Türkiye’de madenlerde yıllardır birçok kaza yaşandı ve üç bine yakın insan hayatını kaybetti. Ama bu kazalar grizu patlaması ve göçükler şeklindeydi. Trafodan kaynaklanan böylesine büyük bir felaket yaşanmamıştı!

Yıllardır felaketler yaşanmasına rağmen hala ders alınmayıp, gerekli önlemlerin alınmamış olmasının nedeni nelerdir? “Denetimler yapılıyor, önlemler alınıyor” denmesine rağmen neden bu kadar can kaybı yaşandı?

Ölümlü Maden Kazalarında Türkiye Birinci!

Acaba gerçekten Türkiye’nin durumu ne? Dünya ile karşılaştırılınca ne durumdayız? Bu maden ölümleri kaderimiz mi? Rakamlara bakılırsa pek de öyle görünmüyor. İş kazaları açısından bakılınca Türkiye Avrupa’da birinci, dünyada ise üçüncü sırada bulunuyor. İş kazası oranının en yüksek olduğu sektör ise madencilik sektörüdür. Türkiye, dünyada 1 milyon ton taş kömürü üretimi başına düşen ölüm oranına göre bu konularda en kötü karneye sahip olan Çin'in neredeyse iki katına yakın ölüm oranıyla ilk sırada yer alıyor. Türkiye, Çin kadar taş kömürü üretmemekle birlikte, ölüm oranları oldukça yüksek.

İstatistiklere göre 1 milyon ton taş kömürü üretimi başına düşen ölüm oranı Türkiye'de 7,10 iken bu oran Çin'de 4,08 olarak gerçekleşiyor. Yani 1 milyon taş kömürü üretmek için Türkiye'de 7'den fazla insan ölüyor. Maden ocaklarında yüksek teknoloji ve tam güvenlik önlemleri uygulanan ABD’de ise bu oran 0,03.

Başbakan hem ölümün madencilerin kaderi oluğunu söyledi, hem de madeni işleten yandaş firmanın avukatı gibi onları temize çıkarabilmek için 200 sene önceki maden kazalarından örnek verdi. Ama Başbakan ABD’nin maden kazalarında ölümü neredeyse sıfırladığını ise görmezden geldi.

Türkiye’de bu oranın yüksek olmasının nedenleri arasında;  güvenlik önlemlerinin yeterli düzeyde olmaması, teknoloji ve güvenlik yatırımlarında eksiklikler, devletin denetimsizliği ve yasal düzenlemelerin yetersiz olması gibi hususlar yatıyor. Başka bir deyişle hükümetin beceriksizliği ve kayırmacı yaklaşımıyla özel sektörün sadece maliyeti ve karı düşünen yapısı birleşince böyle felaketler kaçınılmaz oluyor.

Ölümler Kaderin Sonucuysa Başbakan Neden Yüzlerce Korumayla Geziyor?

Bu konuları tartışmadan önce size, 17 Mayıs 2010 tarihinde Zonguldak’taki yaşanan grizu patlaması sonucu 30 kişinin hayatını kaybettiği kaza sonrası yaşanan tartışmaları hatırlatmam gerekiyor.

Bu kazayı önemsiz göstermek için dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in sorumsuzluk ve duyarsızlık örneği olan vahim sözleri hafızalarımızda derin izler bıraktı. Dinçer’in sözleri şöyleydi: “Madencilerimizin bedeninde herhangi bir yanık yoktu, güzel öldüler.” Tabii ki hafızamızda kalan sadece Bakanın sözleri değil, aynı zamanda Başbakan Erdoğan da ilginç sözler etmişti.

Başbakan Erdoğan grizu patlaması sonucunda 30 madencinin hayatını kaybetmesi üzerine Zonguldak'a gitmiş ve madencilerin yakınları tarafından protesto edilmişti. 

Zonguldak'ta yaşanan bu maden kazası sonrasında protesto edilmesinin ardından yaptığı açıklamada Başbakan Erdoğan, “madencilik mesleğinin kaderinde ölümün olduğunu” söyleyerek bir skandala imza atmıştı.

Soma’da yaşanan facianın ardından ziyaret gerçekleştiren Başbakan  yine benzer ifadeler kullandı, yine vatandaşlar tarafından protesto edildi, hatta bir vatandaşı yumrukladığı iddia edildi. Kazanın önemini azaltmaya çalışırken CHP milletvekillerinin verdiği ve tüm muhalefet partilerinin desteklediği Soma'daki maden kazalarıyla ilgili olarak 29 Nisanda meclise getirilen araştırma önergesinin yine iktidar milletvekilleri tarafından reddedildiği de ortaya çıktı. Kısacası Başbakan sorumsuzluk ve beceriksizliğin üstünü örtmek için başka konularda olduğu gibi yine dini duyguları sömürmekte ve ölümleri "kader"in  bir sonucu olarak göstermeye çalışmaktadır.

Zonguldak’taki kazanın ardından ben de Plan ve Bütçe Komisyonunda Diyanet İşleri Başkanlığı Kanunu görüşülürken diyanet yetkililerinden görüş istedim ve sordum: “bu kader midir?” diye! “Benim de bildiğim kadarıyla kader anlayışı bu değil.” dedim. O zamanki Devlet Bakanı ve şimdiki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de “Başbakan’ın bu işin fıtratında ölüm olduğunu” söylediğini belirtti. Ben de “madem Başbakan ölümleri kadere bağlıyor, neden kendisi yüzlerce korumayla dolaşıyor? O da korumasız gezsin, kaderinde ölüm yoksa bir şey olmaz” demiştim. Bunları hatırlatmamın nedeni Başbakanın Soma’daki felaket içinde benzer şeyler söylemiş olmasıdır.

Başbakan Erdoğan’ın Soma'da yaşanan maden faciasına ilişkin 19. Yüzyıl ve 20. yüzyılda yaşanan maden kazalarını örnek göstererek, "Bunlar sürekli olan şeyler, bu işin fıtratında bu var." sözlerine karşılık, Uluslararası Sosyal Güvenlik Kuruluşları Birliği'nin (ISSA) Genel Sekreteri Hans - Hörst Konkolewsky, "Madencilik riskli bir sektör. Fakat bu, kazaların önüne geçmeyeceğiniz anlamına gelmiyor." demiş. Konkolewsky, Almanya'yı örnek göstermiş ve "Almanya'da 1960 yıllarda 400 ölümcül kaza gerçekleşiyordu. 2010'a gelindiğinde bu rakam sıfıra indi. Şunu biliyoruz ki güvenlik önlemleri ve güvenlik artırıcı sistemli çalışmalarla, en iyi ekipman ve teknik olanaklarla, önleyici adımlar ve kurtarma olanaklarıyla riski azaltmanız mümkün." demiş.

Yani neymiş? Gerekli tedbirler alınınca ölüm riske asgari düzeye düşürülebiliyormuş ve bu başarıyı yakalayan ülkeler varmış!

Kazaların Azaltılması İçin Yapılması Gerekenler

Aslında Başbakanın “mesleğin kaderinde ölüm var” anlayışı, bilim ve teknolojiyi dışlayan zihniyetin bir yansımasıdır. Maden Mühendisleri Odası açıklamasında bilimsel verilerin iş kazalarının yüzde 95'inin önlenebilir kazalar olduğunu gösterdiğini, yani kazaların kader olmadığını, mühendislik bilim ve teknolojisinin uygulanmasıyla engellenebileceğini söylüyor.

Madencilik alanındaki sendikalar, meslek örgütleri ve uzmanlar yapılması gerekenleri yıllardır söylüyor. Buna göre; AKP Hükümetinin ilk olarak, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 176 numaralı "Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi"ni imzalayıp TBMM’de onaylanmasını sağlaması gerekiyor. Şu ana kadar 24 ülkenin onaylayıp yürürlüğe koyduğu bu sözleşme maden işletmesi sahiplerine ve hükümetlere önemli sorumluluklar getiriyor. Sözleşme işverenlere kazaları önlemek için her türlü önlemi alma, işçileri bilgilendirme ve eğitme yükümlülüğü getiriyor. İşverenler riski kaynağında bertaraf etmek, güvenli çalışma sistemleri tasarlamak, kaza riskleriyle ilgili işçileri bilgilendirmek ve kaza olduğunda gerekli tıbbi yardıma ulaşmalarını sağlamak zorunda.

Sözleşme, hükümetlereyse teknik kılavuzların hazırlanması, denetimlerin düzenlenmesi ve kazaların etkili soruşturulması gibi yükümlülükler getiriyor. İşçilerin ve temsilcilerininse kazaları, riskli durumları bildirmek, güvenlik ve sağlıklarına ilişkin koşullara dair bilgi edinmek, güvenlik ve sağlık önlemlerinin karar süreçlerine katılmak gibi hakları ve yükümlülükleri bulunuyor.

ODTÜ’den değerli bilim adamı Prof. Dr. Osman Sevaioğlu da kazaya ilişkin yazısında trafoda muhtemel yangınla ilgili önemli tespitler yapmış ve işverenin bakım ve onarımda yaptığı ihmallerin dışında başka ihmalleri olduğu ve günümüzde artık “önemli umum yerler”de yağlı trafonun kullanılmadığını; hastaneler, havaalanları, gökdelenler, metro istasyonları, maden ocakları, demiryolları, bilgi işlem ve istihbarat merkezleri gibi yerlerde, içinde yağ olmayan “kuru tip” denilen trafoların kullanıldığını belirtmiş. Bu çerçevede; Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinde yapılacak bir değişiklik ile bu tür “önemli umum yerler”de yağlı trafoların kullanılmasının artık 2014 yılında yaşayan bir Türkiye’de yasaklanması gerektiğini söylemiş.

Başbakan Erdoğan madenci ölümlerini kaçınılmazmış gibi sunarak "madenciysen ölürsün" demekten, kendisini sorumsuz göstermeye çalışmaktan, bir insan hakları ihlalini savunmaktan vazgeçmeli ve gerekli önlemlerin alınmasını sağlamalıdır.