Malumdur, Vaka-ı Hayriyye olarak bilinen hadise Osmanlı Ordusunun en mühim birliği olan Yeniçeri Ocağı'nın kapatılmasıdır. Ocağın mensupları, birçok ahlaksız işe ve düzenbazlığa karışmıştır ve ayrıca savaş yılgını, akçe müptelasıdır. Peki, sadece bu mudur Yeniçeri?

Bu değildir elbet. Kirlenmiş, kirletilmiştir Yeniçeri...

İlk kuruluşu zamanında sadece devşirmelerden ve iyi eğitim almış güçlü kuvvetli gençlerden oluşan Yeniçeri Ocağı, 16. yüzyıldan sonra Padişaha veya Hanım Sultana yakın bazı yetenekleri kısıtlı kimselerin ocağa alınmasından sonra bozulmaya yüz tutmuştur. Çünkü eğitimsiz ve başıboş kimselerin ocağa girmeleriyle bu askerî teşkilat, doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya azlettiren, padişahları tahttan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet halini almıştır. (günümüz ordusunun da bu huyları vardı) Diğer taraftan Yeniçerilerin kendileri gibi Bektaşî olan Ahi esnaf ocaklarıyla iç içe olması ve Sultanın aldığı bazı ekonomik ve siyasi tedbirlere Ahi Esnaf Ocaklarıyla birlikte karşı durması Sultanın ve Ulemanın tepkisini çeker olmuştur. 16. yüzyılın sonlarından itibaren Padişahın sefere çıkmaması neticesinde ganimet geliri azalan Yeniçeriler, Vaka-i Hayriye diye isimlendirilen bir karar ve hareketle 15 Haziran 1826'da Sultan II. Mahmud tarafından ortadan kaldırılır.

Necip Fazıl, ‘Yeniçeri' kitabında, bozulmuş olduğunu söylediği yeniçerilere şöyle der; "öz vatanını işgal altında tutan, sınırların kaçağı ve kendi yurdunun alçağı". (kulluk şahsiyeti ve iman ölçülerinde haklıdır elbet) II. Mahmud'u da destekler. "Sultan Mahmud" Necip Fazıl'a göre, "o sırada, samimiyet ve iyi niyette örnek bir tavrın sahibi"dir. Aynı padişahın ‘gevur padişah' damgası ise ayrı bir mevzudur. (batı normlarının içtimai alandaki resmiyetinin miladı bu dönemdir)
Gelin görün ki, II. Mahmud'un kurduğu yeni ordunun da Nizip'te yeniçerilerden farkı olmadığını gören padişah "fikirsiz"dir artık ve ardından Tanzimat... Necip Fazıl'a göre Yeniçeri Ocağı'nın sonu demek olan 1826'daki Vak'a-i Hayriyye iyidir, onun tabii bir neticesi olan 1839'daki Tanzimat-ı Hayriyye ise kötüdür (tam tersine ona "Tanzimat-ı Şerriye" demeyi tercih eder). Bence problemli bir tercihtir bu. Çünkü yeniçeriler ayakta kaldıkça Tanzimat ve onun "gâvur" reformlarının yapılabilmesi mümkün olamazdı. Tanzimat reformlarının, geleneksel Osmanlı sisteminin özündeki eşit olmayan gruplara tanınan imtiyazları ortadan kaldırması gerekiyordu. Eski Düzen'in sigortası Yeniçeri Ocağı idi. Esnaf, Ulema ve Asker arasındaki, bir de Bektaşilik dâhil edilince mistik gruplar arasındaki iletişim ve dayanışmayı sağlayan ve Padişah'ın otoritesini sınırlandıran bir rol üstlenmişti yeniçerilik ve zamanla askeri niteliklerinden sıyrılarak sivilleşmiş, yaygın deyişle esnaflaşmıştı. Bu yüzden yeniçerilik kalkmadan Tanzimat'ın o "gâvur işi" sayılan reformlarının yapılması, hadi yapıldı diyelim, o parçalı toplum kesimleri nezdinde tutunması imkânsızdı.

Problemli bir tercihtir, Vak'a-i Hayriyye'yi savunup da Tanzimat-ı Hayriyye'ye (ikisi de hayırlı sonuç vermemiştir) Türk'ün ruh kökünü kurutan bir hareket olarak bakmak...

Bence asıl sorun, Yeniçeriler, Yeniçerice bir operasyon sonucu kaldırılınca, kaldıranın taşıdığı o ruh, yeni orduya da nüfuz etmiş ve Yeniçeriler kadar olmasa da, Osmanlı için faydasız bir oluşumun temelleri atılmıştır. Hâlbuki yapılması gereken Yeniçeriliği kaldırmaktan ziyade, onu eski günlerine döndürmek, yani itaat altına almak, ıslah etmektir. Hal böyle olmayınca ortaya çıkan olumsuz sonuçlardan dolayı II. Mahmud'u eleştirmek sağduyu sahiplerince gerçekleştirilmesi gayet doğal olan bir eylemdir. II. Mahmud'a takdirimiz, devletin duraklayışının bir numaralı etkenini temizlemesi ise de Sultan Mahmud'a yergimiz bir sigorta ve gelenek olan Yeniçeri Ocağı'nı ıslah edilmeksizin neşterle kaldırmasınadır. Zaten Yeniçeri'yi rezil eden hastalık sonrasında da devam etmiştir. Ardından Asakir-i Mansure-i Muhammediye (Muhammed'in zafer kazanan orduları) kurulmuş fakat zafer bir tarafa, Devlet-i Âla yıkılmaya başlamıştır.
Bugünün Türkiye'si bana bunları hatırlattı da...

Son olarak belirtmek isterim, TSK'nın zulmünü en çok hissettirdiği bir camiadan olmak gibi bir etiket taşıyoruz belki de... Sahip çıktığım celladımız değildir. Sahip de çıkmıyorum ama unutmamak gerekir ki aynı delikten ikinci kez sokuluyor Türk Milleti. Yeni Tanzimatlara karşıyız . Bu arada sayın paşalar, 1999'da TBMM'ye gelip, ‘Nesrin Ünal başını açacak mı?' temaşanızı unutmayacağım, ağabeylerimin C-5'leri unutmadığı gibi...

Şuan mevzu vatandır ve vatanın sigortası ordudur, siz değil...

Selametle...