Devlet, milletlerin hayatında vazgeçilmez bir organizasyondur. Dağınık halde olan toplulukların düzenli bir şekilde yaşayabilmesini temin eden kurallar ve kurumlar manzumesidir. Somut bir varlık değildir ancak soyut olmakla birlikte somut bir varlıkmış gibi hissedilir. Hatta neredeyse görülür hale de gelebilir.

İnsanlık tarihinin, bilinen kısmı içinde sürekli olarak devlet organizasyonu ile yaşamış pek az millet vardır. Bunlardan birisi de Türk milletidir. Bu devletlerin adı "Türk Devleti" olmasa da, kurucusunun aile veya boy adını alsa da, soy itibarı ile Türk'türler ve tarih onları adlarının başına "Türk" adını da koyarak anar. Türk Babür İmparatorluğu gibi...

Türk devletlerinin idare şekli veya egemenlik yapıları ne olursa olsun (ister mutlakıyet ister demokrasi) mutlaka adalet, hak ve hukuk ön plana çıkmış, idarenin temelini teşkil etmiştir. Kurulmuş olan bu devletlerin hemen hepsinin emperyal bir devlet olduğu göz önüne alındığında, bu cümlenin önemi daha da artmaktadır. Çünkü bu durumda idare edilen halk, farklı soyların ve farklı dinlerin hülasası halindedir. Bununla birlikte mülk (devlet) hep korunmuş, üzerine titrenmiş, hatta candan aziz bilinmiş ve ona göre davranılmıştır. "Ya devlet başa ya kuzgun leşe"  deyimi bu hassasiyetin ürünüdür. Eve gelen bir konuk yollanırken "devletle" denilerek uğurlanır. Devlet baba, vatan ana diye anılır, ebed müddettir. Osmanlı'nın kuruluşunda Şeyh Edebalı Osman Gazi'ye  "Ey Oğul... İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" diyerek nasihat ederken "bireyin" devlet için önemini vurgulamaktadır. Ortaya koyduğu hükümdarlık ile Kanuni unvanını alan Sultan Süleyman han ise; 

"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,

  Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi..." derken devlet- halk (millet) ilişkisini ve devletin Türk milletinin kültüründeki yerini çok veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.

1982 veya 1983 yılında bir köyün elektriklendirme çalışmaları esnasında köyün gençleri işçilik yardım talebine karşılık "bize ne herkes vazifesini yapsın" gibi sözlerle karşı çıkarlar. Pek de haksız sayılmazlar hani, ancak çok hızlı bir çalışma söz konusudur ve yılda 5000 köyün elektriklendirilmesi hedefi tutturulacaktır. Her il birbiri ile yarış halindedir. Yani yardımlaşma veya bize özgü adıyla imece bir nevi zarurettir. Arkadaşlarımız fazla zorlayamazlar çünkü gönüllülük önemlidir. Tam bu sırada yaşlı bir amca gençlerin içinde en çok konuşanı kolundan tutarak "kenara çekil oğul, devlete lazım olan karı bize boş düşer" diyerek herkesin önüne geçer ve çalışmalar hızlanarak devam eder. *

İrfan sahibi o yaşlı amcanın dediklerinde müthiş bir teslimiyet, derin bir devlet kültürü, yedi kelimelik cümleye sığdırılan bir dünya vardı. Devlet, vatan, namus, feragat, fedakârlık neler yoktu ki?

Devlet ve vatan ayrılmaz ikilidir. Hani "vatan anadır, ana kutsaldır, ana namustur, vatan namustur... Kadın; helali ise, karısı ise, nikâhlısı ise namus kavramı tekrar devreye girer. Yani uzun lafın kısası Türk, devlet ve namus yan yana geldiğinde Namusunu Devlete emanet edecek kadar devlete güveniyordu, teslim olmuştu. "Yeter ki devlet yaşasın" idi. Ve tabidir ki devlette o kadar da güvenilirdi.

Devlet hastalanırsa kendisinin Anadolu'nun en ücra köşesinde yataklara düşeceğinin şuurunda olan bir irfan söz konusuydu. Tarlasını rahat ekemeyeceğini, güven içinde yatamayacağını, huzur içinde nefes alamayacağını biliyordu. Ekmeğini rahat yiyemeyeceğini, özgürlüğünü kaybetme tehdidini ve tehlikesini geçmişte çok yaman tecrübe etmişti.

Devlet varsa huzur vardı, güven vardı, rahat vardı, hürriyet vardı, istiklal vardı. Devletin herhangi bir rahatsızlığı yoksa ekmeğini kaygısızca yiyebilirdi.

Türk tarihiyle yaşıt olan devlet anlayışının ortaya çıkışı, gelişmesi ve yerleşmesi bu irfan sayesinde olmuştur. Devlet, kendini silahlı kuvvetlerinin ambleminde ortaya koymaktadır. Kara Kuvvetlerinin ambleminde Kuruluş Tarihi olarak M.Ö. 231 yazmaktadır yani "2237 yıl önce vardım, hala da varım" denilmektedir. 

            Böyle bir devletin yazılı kuralları vardır, yazılı olmayan kuralları yani teamülleri, gelenekleri, alışkanlıkları vardır. Kurumları vardır, kurulları vardır. Ve en önemlisi, devlet hareket ederken bütün bu bileşenler bir uzlaşma veya daha doğru ifadesi ile koordinasyon içerisinde  (uyum içerisinde) davranır. Aksi takdirde her enstrümanı ayrı nota basan bir orkestraya benzer yani hareket edemez hale gelir. Ya da züccaciye dükkânına girmiş fil gibi olacaktır. Böyle bir durum eğer toparlanamadığı takdirde devlet için yıkım anlamını da taşımaktadır.

Bugün; Devletin kurumları ve bu kurumları temsil eden makamları arasında artık kamuoyu önünde cereyan eden, Ankara Meydan Muharebeleri denilebilecek tartışmalar yaşanmaktadır. Tartışmaların sertliğinin dozu gitgide artmaktadır.

Bu tartışmalara sebep olan devlet olma anlayışındaki farklılık;  daha önce sadece satır aralarında veya olayların arka planının medyaya yansımalarının yorumlanmasıyla fark edilirken, artık iyice gün yüzüne çıkmış durumdadır. O günlerden bugünlere geliş aslında çok da sürpriz olmamıştır, ancak gönül yine de olmamasının diliyordu.

Gelinen noktada Devletin yerleşik kurum ve kurulları ile devlet cihazının kaptan köşkünde, onun işlemesinden sorumlu ancak sorumlulukları anayasanın öngördüğü süre ile sınırlı olan emanetçileri arasındaki devlet telakkisindeki ayrılık ve bilek güreşi, yarınlara onulmaz yaralar devredebilecek boyutlara varmıştır.

Bu tartışmaların adına demokrasi denilse de, demokrasiyi "sayısal azınlığın haklarının korunması" olarak da tarif etmek pekâlâ mümkündür. Dolayısıyla sayısal çoğunluk, kendinden olmayan azınlığın haklarını da gözetmelidir.

Türk milletinin yaşadığı bu süreç, sadece bugünün sonucu değildir. Dolayısıyla kalıcı çözüm için yeniden toplumsal bir değişimin yaşanması zaruridir.

Özellikle 12 Eylül sonrasında şekillenen, siyaset ve toplumsal yönlenme (veya daha doğru ifadesi ile, şekillendirilen siyaset ve yönlendirilen toplum) aslında çok da doğru olmayan ya da Türk milletinin yapısına uygun olmayan bir şekilde gerçekleşmiştir. Daha önce farklı partilere oy veren, birbirinden farklı ideolojilere mensup, her düşünce ve akımdan çeşitli insanlar, bir araya gelmişler ve kendilerini siyasi "merkez" olarak tanımlamışlar, gerek 12 Eylül öncesinin etkileri gerek konjonktürel gerekse de 12 Eylül idaresinin yardımlarıyla iktidar olmuşlardır. Çoğunlukla rant ve menfaatin bir arada tuttuğu iktidar bir müddet devam etmiştir.

Ninelerimizin yokluk günlerinde artık kumaşlardan birbirine ulayarak yaptığı ve sofra bezi olarak kullandığı "Kırk Yamalık" gibi görüntünün olduğu bir durum ortadadır. Doğruları birbirinden farklı, dolayısıyla sosyal meselelere çözüm teklifleri taban tabana zıt olanların birlikteliği söz konusudur. Ancak "gücün dayanılmaz cazibesi" insanları bir arada tutmaktadır.

Bu merkez tarifi yanlıştır. Bu yanlış son otuz yılda gelinen durum ile ortadadır. Yaşanılan toplumsal travmalar sağlıklı düşünme ve doğru davranma yeteneğinin büyük ölçüde kaybedilmesine sebep olmuştur. Artık toparlanma zamanıdır. Toparlanmanın birinci şartı devletin bütün organlarının uyum içinde çalışması ve çalıştırılması, ikinci şartı ise Türk milletinin tek yumruk halinde hedefe kilitlenerek üretim yapması, üretim yaparken de tutumlu davranarak arttırması gerekmektedir. Ancak bu iki şartın gerçekleşmesi için öncelikli olarak "merkez" tarifinin Türk'e göre yapılması zaruridir. 

Türkiye Cumhuriyetinin kurucu fikri Türk milliyetçiliği sağcı veya solcu değildir. Milletin bütününe bakar ve bütünü kucaklar. Türk milliyetçileri Kurtuluşta ve Cumhuriyetin kuruluşunda pergelin sivri ucunun konulduğu yerdedirler ve milletin merkezini oluşturmuşlardır. Atatürk'le altın çağın yaşandığı bu dönem her yönüyle yeniden doğuş yıllarıdır ve Türk milleti hem kendine gelmiş hem kendisi olabilmiş hem de kendisi olarak kalabilmiştir.

Bir binanın statik hesapları yapılırken dikkate alınan iki merkezi vardır. Birincisi simetri ikincisi ağırlık merkezidir. Bu iki merkez birbiri ile çakışırsa o bina depreme dayanıklı bir haldedir, demektir. Bu merkezler birbirinden ne kadar uzaklaşırlarsa depreme dayanıklılık o oranda azalacaktır. Bugün Türk milleti toplumsal olarak en hafif şiddetteki depremden bile etkilenecek kadar kendinden uzaklaşmış vaziyettedir.

Türk milliyetçileri, gömleğin birinci düğmesini doğru iliklemeli ve savunma pozisyonlarından çıkarak tekrar merkezi oluşturmalıdır. Türk milletinin "ağırlık merkezi ve simetri merkezi" mutlaka çakıştırılmalıdır. Muhtemel etkilere veya darbelere karşı toplumsal mukavemet tahkim edilmeli hiçbir zorlamanın sarsamayacağı hale getirilmelidir. Bu durumda; Türk milletinin ve Türk Vatanının üzerine hesap yapan, içeride ve dışarıda, dost ve düşman herkes buna göre hareket edecektir.

Aksi takdirde yaşanabilecek büyük sıkıntılar yüce Türk milletini çok ama çok üzecektir.

 

Hakan PAKSOY
[email protected] 


* Bir arkadaşımın köylerin elektriklendirilmesi çalışmaları sırasındaki yaşadığı bir olaydır.

*******

Sizde bu bölümde yazmak isterseniz sitemizin ilkelerine ters düşmeyen yazılarınızı  [email protected] mail adresine gönderin sizin adınızla yayınlayalım.