Bir önceki yazımın sonunda not olarak "torba" değil, "çorba"ya dönmüş olan "Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın ayrıntıları hakkında sizleri bilgilendireceğimi ve bu konudaki görüşlerimi sizlerle paylaşacağımı söylemiştim.

Başbakan Erdoğan'ın ekonomideki aldatma ve kandırmaları araya girdi. Bu arada "torba" kanun tasarısı da Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşüldü ve bugün (26 Ocak Çarşamba) itibarıyla da TBMM Genel Kurulunda görüşülmeye başlanacak. 

Başta MHP'li üyeler olmak üzere, bu tasarı Plan ve Bütçe Komisyonuna geldiği andan itibaren muhalefet milletvekilleri olarak; vergi ve sosyal güvenlik primi gibi amme alacaklarının yeniden yapılandırılmasına ilişkin maddelerin bir an önce yasalaşması gerektiğini, acelesi olmayan ve sakıncalı hususları içeren diğer maddelerin ayrı görüşülmesi gerektiğini belirttik ve her aşamada bu görüşümüzü yineledik. AKP Hükümeti ise bu maddelerin arasına hiç acelesi olmayan ve siyasi olarak yanlış bulduğumuz maddeleri de ekleyerek zor durumdaki vatandaşlarımızın beklediği düzenlemelerin gecikmesine neden oldu ve onların ihtiyaçlarını istismar etti. Bu tasarı, aynen Anayasa değişikliği paketinde olduğu gibi, bazı faydalı ve masum düzenlemelerin arasına AKP Hükümetinin yıllardır çıkarmaktan çekindiği ve ertelediği bazı düzenlemeleri sıkıştırdığı ve zorlama ve dayatmacı anlayışın bir sonucu olarak yasama organı olan TBMM'yi tahakküm altına almaya çalıştığı bir tasarıdır. Ayrıca tasarı mevzuata ve TBMM İçtüzüğüne de aykırıdır.

Torba Kanun Tasarısı Mevzuata Aykırıdır!

Bakanlar Kurulu'nca 19/12/2005 tarihinde kararlaştırılan Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikte; Başbakanlık, bakanlıklar, bağlı, ilgili, ilişkili kurum ve kuruluşlar ile diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından hazırlanacak kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik, Bakanlar Kurulu kararı eki kararlar ve diğer düzenleyici işlemlerin taslak metinlerinin hazırlanmasına ilişkin usul ve esaslar düzenlenmektir.

Torba kanun tasarısında; taslak hazırlamada uyulacak ilkelere ilişkin 4. Maddede yer alan ilkelere uyulmadığı gibi, 6. madde kapsamında ilgili kuruluşlardan görüş alınmadığı toplantılar sırasında anlaşılmıştır. Ayrıca, Yönetmeliğin 3. 10. ve 24. maddesinde yer alan "Taslağın bütçeye, mevzuata, sosyal, ekonomik ve ticari hayata, çevreye ve ilgili kesimlere etkilerinin ne olacağını göstermek üzere hazırlanan ön değerlendirmeyi içeren düzenleyici etki analizi de yapılmamış ve açıklayıcı bilgiler verilmemiştir. Öte yandan, kanun yapma tekniği açısından ve söz konusu yönetmeliğin "Birden fazla düzenleme ve maddede değişiklik" başlıklı 17. maddesinde belirtilen şartların hiçbirisinin yerine getirilmediği de açıkça görülmektedir.

Söz konusu tasarı görünürde 129 madde ve 7 geçici maddeden oluşurken, kanun yapma tekniğine aykırı şekilde çerçeve maddeler içine yerleştirilen ek ve geçici maddelerle birlikte 216 maddeye ulaşmıştır. Tasarı 30 ayrı bakanlık ve kuruluşu ilgilendirmektedir. Ayrıca, tasarının içerdiği konular itibarıyla 8 ayrı ihtisas komisyonunda ayrı ayrı görüşülmesi gerekiyordu. Öte yandan, 56 tane ayrı kanun teklifinin tasarıyla ilgili olduğu için birleştirilmesi öngörüldü. Kısacası, torba çuvala, daha doğrusu Akdeniz bölgesi tabiriyle "harar"a döndü.

 MHP olarak görüşmelerin başından itibaren,  alt komisyon kurulmadan önce, tasarının bu şekliyle görüşülmesinin yanlış olduğunu belirttik ve vergi ve sosyal güvenlik prim aflarını içeren bölümlerin vatandaşlar tarafından ilgiyle beklendiğini, bir an önce bu bölümlerin ayrılarak, alt komisyona havale edilmeden görüşülmesini ve ivedilikle TBMM Genel Kurulundan geçirilmesini önerdik. Ancak, AKP yetkilileri bu önerimize kulak tıkayarak, dayatmacı bir şekilde tasarının tamamını görüşmeye açmışlar ve görüşmeler sonunda komisyonda yapılan eklemelerle birlikte tasarı 231 maddeye ulaşmıştır.

Kısacası; AKP Hükümetinin İçtüzüğün 35. maddesine ve ilgili yönetmelik hükümlerine aykırı olarak ve komisyonda da eklemeler yaparak gündeme getirdiği kanun tasarısı, diğer komisyonların ilgi alanına giren ve esas itibarıyla karşı olduğumuz Devlet Memurları Kanununda köklü değişiklik yapan düzenlemeler ile başkentin İstanbul'a taşınmasının altyapısını oluşturacak olan bankaların ve finansal kuruluşların İstanbul'a taşınmasına yönelik düzenlemeler içermektedir.

Finansal Kuruluşların Taşınma Kararı Siyasidir! Hiçbir Ülkede Böyle bir Merkez Yok!

Sermaye Piyasası Kurumu (SPK), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Türkiye Kalkınma Bankası gibi kurumların taşınmasının hiçbir ekonomik gerekçesi bulunmamaktadır.  SPK ve BDDK'nın İstanbul'da faaliyet göstermesi durumunda faaliyetlerinde bir etkinlik artışı veya maliyet azalışı gerçekleşmeyecektir.

İstanbul'un finans başkenti olması için bir coğrafi bölgeye bankaların ve finansal kuruluşlarının taşınması gerekmemektedir. Dünyada böyle bir uygulama yoktur. Özellikle yıllardır tartışılan ve bu tasarı çerçevesinde de gündeme gelen, Merkez Bankasının İstanbul'a taşınmasına ilişkin tartışmalar dikkate alınınca bütün bu taşınma kararlarının ekonomik veya kurumsal etkinlikle bir ilgisinin olmadığı, bunun bir siyasi karar olduğu açıkça görülmektedir. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın komisyon görüşmeleri sırasında taşınmanın siyasi bir karar olduğunu, "Merkez Bankası'nın taşınmasını" ise şimdilik(!) düşünmediklerini söylemiştir.

SPK ve BDDK düzenleme ve denetleme kurumlarıdır.  Düzenleme ve denetleme faaliyetlerinin icrası için kurumun İstanbul'da olmasının ekonomik veya kurumsal gerekçesi yoktur. Ayrıca, denetleyici kurumların denetlenen birimlerden uzak olması da denetleme işinin doğası gereğidir. AKP iktidarının örnek aldığı batı ülkelerinde de böyle bir uygulama yoktur. Yani bu kurumların taşınmasının da makul bir gerekçesi yoktur.

AKP Hükümetinin bütün iş ve kararlarında örnek aldığı ABD'deki benzer kurumlara baktığımızda tam tersi bir durum söz konusudur. SPK'nın benzeri olan Securities Exchange Commission (SEC), TMSF benzeri olan Federal Deposit Insurance Corporation (FDIC), Merkez Bankası Federal Reserve Board (FED) gibi kuruluşların hiçbirisi ABD'nin ve dünyanın finans merkezi olan New York'ta değildir. Ayrıca, IMF ve Dünya Bankası grubu kuruluşları da New York'ta değildir. Tüm bu kuruluşlar ABD'nin başkenti olan Washington DC'dedir.

Ziraat Urfa'ya, Halkbank Kayseri'ye Taşınsın!

Ya da Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlıkları da İstanbul'a Taşınsın!

Özellikle daha önce İstanbul'a taşınması kararlaştırılan Ziraat Bankası ve Halkbank'ın şimdiye kadar hiçbir şey yapılmayan Ataşehir'de arsa almış olmasının anlaşılabilir tarafı yoktur. Hükümetin zorlamasıyla Ziraat Bankası 211.5 milyon TL, Halkbank da 223.5 milyon TL ödeyerek arsa almışlardır. Bu finans merkezi projesinin gerçekleşmemesi durumunda bu iki banka TOKİ'ye kaynak aktarmış olacak ve arsaları da ellerinden çıkarmak zorunda kalacaktır. Özellikle her iki bankayı da Hükümetin özelleştirmeyi planladığı dikkate alındığında da bu bankaların aceleyle İstanbul'a taşınmasının kararlaştırılması ve arsa satın almalarının mantığı anlaşılamamıştır. İstanbul, zirai faaliyetlerin yoğun olduğu bir şehir değildir. Eğer faaliyet konusuna göre taşınılacaksa, örneğin Ziraat Bankası'nın Urfa'ya veya Konya'ya, Halkbank'ın da Kayseri'ye veya Gaziantep'e taşınması gerekir. Ayrıca, faaliyet alanı ve konusuna göre kurumların İstanbul'a taşınmasının doğru bulunması durumunda, bu kurumları tamamlayan Dış Ticaret Müsteşarlığı ve Hazine Müsteşarlığı da taşınmalıdır. Çünkü ihracatın büyük bir kısmı İstanbul'dan yapılmaktadır ve finansal kuruluşların nerdeyse tamamı İstanbul'a taşınacağından Hazine'nin de Ankara'da bir işi kalmayacaktır. (tabii ki ben burada bir ironi olarak bunları söylüyorum, ama AKP Hükümetinin kafasındaki nihai hedef aslında bu!)

Öte yandan, Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş.'nin merkezinin İstanbul'a taşınmasına da gerek yoktur. Adında kalkınma olan ve amacı "Bankanın amacı; Türkiye'nin kalkınması için, anonim şirket statüsündeki teşebbüslere kârlılık ve verimlilik anlayışı içinde kredi vermek, iştirak etmek suretiyle finansman ve işletme desteği sağlamak, yurtiçi ve yurtdışı tasarrufları kalkınmaya dönük yatırımlara yöneltmek, sermaye piyasasının gelişmesine katkıda bulunmak, yurtiçi, yurtdışı ve uluslararası ortak yatırımları finanse etmek ve her türlü kalkınma ve yatırım bankacılığı işlevlerini yapmak" olan bir kalkınma ve yatırım bankasının İstanbul'a taşınmasının da gerekçesi anlaşılamamıştır.

Neden Ataşehir? Ataşehir'de Kimlere Rant Yaratılacak!

Öte yandan, İstanbul'da faaliyette bulunan bütün bankalar ve finansal kuruluşlar Levent-Maslak hattında yerleşik bulunmaktadır. İstanbul'un finans merkezi olma projesinin bir an için coğrafi bir boyutu olduğunu kabul etsek bile, bu yerin Ataşehir olmasının da makul bir gerekçesi yoktur. Çünkü bizzat Başbakan Erdoğan'ın talimatıyla, İstanbul Finans Merkezi projesi için yer belirleme çalışmalarını yürütmek İstanbul Vali Yardımcısı Vedat Müftüoğlu'nun başkanlığında oluşturulan Çalışma Grubu da bu konuda önemli tespitlerde bulunmuştur.

Çalışma Grubu'nun raporunda Ataşehir'de kurulması planlanan İstanbul Finans Merkezi için en uygun bölgenin Levent-Maslak hattı olduğu belirtilmiştir. Ataşehir'de İFM için sıfırdan başlanacağı, sınırlı toprak bütünlüğüne sahip olduğu ve yeterli kültürel, eğitim, sağlık ve ulaşım olanaklarına sahip olmadığı belirtilen raporda, Maslak seçeneğinde olanakların zaten büyük ölçüde hem mevcut olduğu hem de gelişme kabiliyetine sahip olduğu söylenmektedir. Ataşehir'le ilgili değerlendirmelerde, İFM için 300 bin metrekare alan tahsis edildiği, bu alanın ancak finans sektörünün kamu bölümüne ayrılabileceği belirtildi. İMKB ve Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği (TSPAKB) gibi kuruluşların Maslak- Büyükdere ekseninde gelişerek yer aldığı anlatılan raporda, Ataşehir'in Finans Merkezi olması durumunda, Ataşehir ve Maslak olmak üzere, çift lokasyonlu bir tablonun ortaya çıkacağı ve başta ulaşım olmak üzere ciddi sorunlar yaratacağı vurgulandı.

İstanbul "BOP'un Başkenti" Yapmak Türk Milletinin Başına Çuval Geçirmektir!

Yukarda belirtilen hususlar dikkate alındığında finansal kuruluşların İstanbul'a taşınması kararının siyasi bir karar olduğu, ekonomik veya mali herhangi bir makul gerekçesi olmadığı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, finans merkezi olmak için bütün kuruluşların İstanbul'da olması gerektiği bir kandırmadan ibarettir, siyasi bir kararın üstünü örtme çabasıdır. Bu AKP'nin taşeronluğunu, Başbakan Erdoğan'ın ise eşbaşkanlığını yaptığı Büyük Ortadoğu Projesinin ve Türkiye'yi bölünmeye götürme tehlikesi taşıyan sözde açılım politikasının bir uzantısı olan İstanbul'u başkent yapma projesinin bir parçasıdır.

AKP Hükümeti kuruluşundan itibaren görüş aldığı, bugün İstanbul'u finans başkenti yapma iddiasının ardındaki proje olan Büyük Ortadoğu Projesinde de ortak olduğu ABD'nin bu konuda yaptığının tersini yapmaktadır. Ancak Türkiye'yi bölme planını içeren gizli ajandanın bir unsuru olan sözde "Yeni Osmanlı Federal Devleti"nin temelini atmaya yönelik çabalarının bir sonucu olarak bu tasarıya finansal kuruluşları eklemektedir. İstanbul'un BOP projesinin devamı olarak kurulması planlanan bu sözde Federal Devletin başkenti yapılması için şimdiden altyapı hazırlanmaktadır. Türk Devletini bölmeye yönelik çalışmaların bir uzantısı olarak bu tasarıya iliştirilen bazı maddeler Türk Milletinin başına geçirilecek ikinci bir çuval vakası olarak tarihe geçecektir.

Ama Türk Milleti henüz son sözünü söylememiştir. 12 Haziranda yapılacak seçimlerde Türk Milleti  son sözünü söyleyecek ve hem 4 temmuz 2003 tarihinde kafasına geçirilen çuvalın, hem de bu kanun tasarısının içine yerleştirilerek başına geçirilmeye çalışılan çuvalın hesabını soracaktır. 12 Haziranda tarih hükmünü verecek ve MHP 2023 Lider Ülke vizyonunu gerçekleştirmek üzere tek başına iktidar olacaktır. İşte o zaman İstanbul başkent değil, (hadi Türk Telekom Arena'daki örgütlü(!) protestocuların maçlarda bağırdığı gibi söyleyelim!) Tayyip Erdoğan'a mezar olacaktır! Ya da daha da yumuşatalım: İstanbul Tayyip Erdoğan için Yüce Divan sonrası yatacağı "Silivri" olacaktır!