Esas itibarıyla masum bir hak talebine dayalı olarak Paris’te başlayan öğrenci olayları, polisin gösterdiği şiddetli tepki ve hükümetin inadı yüzünden, sivil katılım ile genişleyerek kısa sürede bütün ülkeye yayıldı.

br />          Güvenlik güçlerinin çok sert ve insani standartlara aykırı muamele ve mukabelesi ile alınan yoğun önlemler gerilimi arttırdı. 120 bin öğrenci ile başlayan olaylar sivil katılımla büyüdü ve zamanla gösterici sayısı 5 milyona kadar çıktı. Bütün Fransa ayağa kalktı. Önce, Sorbonne üniversitesinde demokratik direniş ve masumane hak eylemi yapan öğrenciler hükümet ve polis tarafından “işgal girişimi” ile suçlandı. Polis, öğrenciler ve halkın üzerine saldırıldı. Şiddet kullanıldı. İnsanlar şaşkına döndü, yaralananlar oldu. Tıpkı geçen yıl varoşlarda çıkan olaylarda görüldüğü gibi hükümet hırçınlaştı. Polis gazaba geldi. Paris’te yine mezalim başladı. Yüzlerce insan bu saldırılarda yaralandı. Onlarca kişi olaylar nedeniyle tutuklandı. Hayatını kaybedenler oldu. Fransa da hukuk rafa kalktı. Adalet ve demokrasinin sınırları zorlandı. Her fırsatta Türkiye’ ye demokrasi ve insan hakları dikte eden Fransa “dikta heveslisi” bir despotluk oluverdi. İnsan hakları unutuldu. Öğrenciler ile polis arasında (bizdeki hassasiyet ve nazik örneklere nazaran) adeta vahşet ve arbede yaşandı. Halâ da yaşanmakta...

         Fransa, bir daha söylemleri ile ters düştü. Fransa ilkelerini çiğnedi.

         Başta Ermeni ve sözde Kürt konusu olmak üzere kaçıncı kezdir Fransa’nın ayrımcılık yaptığı, çifte standart uyguladığı ve insan haklarına saygılı olmadığı alenen ortaya çıktı. Hükümet hırçın. Başbakan öfkeli. Sokağa dökülen insanlar ise masum. Antidemokratik bir kanunu aşma çabasında. AB sessiz ve kayıtsız. Olayları ustaca atlatıyor ve görmezden geliyor. O AB ki, varoşlarda masum direniş yapan kahir ekseriyeti Müslüman halkın ikinci ve üçüncü sınıf yurttaş olarak nitelenmesine ses çıkaramadı. Olaylar, insanlık dışı yöntemlerle bastırıldı. Sindirildi. Aslında halâ sıkıntı bütün şiddeti ile devam etmekte. Ama, AB’nin ‘hasta adamı’ Fransa, işini bitirmiş ve kendince “başkaldırıyı” bastırmış olmanın rahatlığını yaşamakta.

         Hani, İngiltere de 2005 yılı içinde ‘metrodaki patlamalar nedeniyle’ daha zorba bir tutuma girmişti. Demokrasinin beşiği, lâkin Krallıkla yönetilen İngiltere’de eski huylar depreşti. Hava alanlarından başlayıp, Türk ve Müslüman mahallelerine kadar yayılan tedhiş, baskı ve takip günlerce sürdü. İnsan hakları kimsenin aklına gelmedi. Hattâ, sadece ve yalnızca Türkiye için gerekli olabilecek bir ‘terörle mücadele’ yasası, masum ve sivil halkı taciz, takip ve baskı altına almak için hazırlandı. Polis bomba, silâh ve şiddet kullandı. İnsan hakları, adalet ve hukuk hiçe sayıldı. Sapla saman, suçlu ile suçsuz, yaş ve kuru birbirine karıştırıldı. İnsanlar günler boyu rencide edildi. Güvenlik uğruna insan hakları, adalet ve hukuk yok sayıldı.

         Özellikle Müslümanlara karşı uygulanan yöntemler ‘insan onuru’ ile bağdaşmaz nitelikte idi. On bin’e yakın Müslüman ve yüzlerce Türk dükkânının İngiliz holiganlar tarafından basılması, talân, tahrip ve tarümar edilmesi cezasız kaldı. Yüzlerce Türk hava alanlarında, terminallerde çok onursuz davranışlara muhatap oldu. Tıpkı haçlı seferlerinin başlamasına neden olan ‘ikiz kule’ olayları gibi, bu da fırsat bilindi ve “bizden olmayanlar” kahrolsun, mahvolsun anlayışı-davranışı sergilendi.

         Başta AB olmak üzere; Fransa’da yaşanan varoş şiddeti ve İngiltere de ki insan hakları ihlâllerine AB Parlâmentosu dahil, hiçbir ‘İnsan Hakları Örgütü’ müdahil olmadı. Olamadı. ABD için de hiç bir şey yapılmamıştı. Beklenir davranış biçimi buydu. Çılgın terör yasası dışında ses çıkaran, inceleme ve araştırma talebinde bulunan olup-olmadığı konusunda bir haber-havadis çıkmadı.

         Bizim TBMM İnsan Hakları Komisyonu da harekete geçmedi. Başbakanlık İnsan Hakları Komisyonu da.. İnsan hakları kuruluşlarımızda... Hiç biri ses çıkaramadı. Bu, sürekli takip ve demokratik tavsiye sahiplerine “siz ne yapıyorsunuz, bu yaptığınız iş ve sergilediğiniz vahşet İnsan haklarına aykırıdır” denilmedi. ABD neyse ama, İngiltere ve Fransa’ya, Şemdinli’ ye olduğu gibi alel-acele heyetler gönderilmedi. İnceleme ve araştırma komisyonları kurulmadı. AB Komisyonunun dikkati çekilmedi. Kaldı ki o sırada bize halâ ‘insan hakları nam’ heyetler gelmekte idi…

         “Evet, şimdi tam zamanıdır” dedik, tam olaylar tırmandığında, TBMM’de oturup İnsan Hakları üzerine ahkâm kesen bu zevat, derhal bir heyet teşkil ederek Fransa’ya gitmeli. Olayları izlemeli. Orada incelemeler yapmalı ve Fransız polisinin öğrencilere yaklaşım ve davranış biçimi değerlendirilmeli, eleştirilmeli ve Fransa hakkında bir ‘İnsan Hakları Raporu” hazırlanmalıdır. Bu ‘insanlık adına’ acil bir vazifedir. Yapılmak zorundadır, diye önerdik. Duyurduk. İlân ettik... Hazır gidilmiş iken, (gidebilirlerse eğer) 2005 yılında yaşanan varoş dehşeti de incelenmeli. Yerinde saha analizleri yapılmalı. Halka sorulmalı. Hapishaneler, karakollar gezilmeli. Hükümet mensupları ile görüşülerek, Fransa hükümetine insan hakları dersleri verilmeli ve Türkiye AB sürecinde edinilen mütekabili varit ‘denetleme hakkını’ İngiltere–Londra olayları da dahil olmak üzere böylece kullanmalıdır.Fırsat bu fırsat dedik. Dinleyen olmadı.  

         Zira, uluslar arası hukukun amir hükmü olan ‘mütekabiliyet’ bunu gerektirirdi.

         Türkiye’de tezgâhlanan “newroz” başkaldırısını, isyan ve ihtilâl provasını tahrik ve tertip eden, eşkıya örgütüne yardım ve yataklık yapan terörist Fransa ve şeriklerine (ortaklarına) adalet ve hukuk yolundan hadleri er veya geç bildirilmeli idi. 

         Dahası: “Eğer, TBMM İnsan Hakları Komisyonu, Fransa ve İngiltere’ye gidip böyle bir inceleme ve araştırma yapmayı beceremiyor, başaramıyorsa TC sınırları içine AB Parlâmentosu ve insan hakları nam komisyon üyeleri asla sokulmamalıdır. Türk devletinin hükümranlık hakları ve ulusun onuru ile asla ve kesinlikle oynanmasına müsaade edilmemelidir. Ya karşılıklı ya hiç. İşlerine gelirse.

        Hani yakın geçmişte, “Türkiye’nin AB yolu Diyarbakır’dan geçer” diye küstahça lâf eden ve şimdilerde hırsızlık ve yolsuzluk suçundan Yüce Divanda yargılanan siyasi mevtalar var ya, işte onlar açtı bu yolu. Açtıkları yolun ne kadar tehlikelerle dolu olduğunu idrakten acizdiler. Sonuçta acizliklerinin kurbanı oldular. Sandıkların altında kalıp boğuldular. Mukadder olan buydu. Çoktan hak etmişlerdi olanı.

         Fakat, mevcut hükümet acizlik, atalet ve gafletle iştigal etmemek zorundadır.

         Türkiye bu süreçte çok kan kaybetmiş, çok büyük faturalar ödemiştir.

         Artık, feraset ve basiret göstermek, azimli, kararlı ve cesur olmak, tefessüh etmiş vahşi batıya taviz vermemek, geçmişteki hatalarından dönmek, kendi kriterlerini ortaya koymak, kayıplarını tekrar kazanmak ve terör örgütüne yardım ve yataklık etmekten vazgeçmeyen Fransa, İngiltere, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve bütün AB’ye haddini bildirmek zorundadır. Milleti temsil ve ilzam görevi bunu zorunlu kılar.

         Bu nedenle; TBMM İnsan Hakları Komisyonu ile Başbakanlık İnsan Hakları Komisyonu ve ‘insan hakları örgütü’ iddiasında olan bütün sivil toplum kuruluşları bir şekilde koordine olarak derhal Fransa, İngiltere ve Yunanistan’a (Batı Trakya) gitmeli, gerekli inceleme ve değerlendirmeleri yapmalı; Buna teşebbüs edildiği halde karşı tarafın ‘izin vermemesi’ gibi bir hukuk utancı ve ayıplı durumla karşılaşılması halinde, artık her ne sebep ve gerekçe ile olursa olsun AB’den Türkiye’ye ‘benzer amaçlı’ bir heyet kesinlikle sokulmamalıdır. Muhtemel (beklenir) böyle vahim bir sonuca rağmen ülkeye benzer amaçlı bir heyetin girmesine izin verecek bir yönetim, zaten Türk milletini değil, AB’yi temsil ediyor demektir ki; O taktirde ortada “meşruiyet” diye bir şey kalmaz.

Mustafa Nevruz SINACIOĞLU
[email protected]

***

Sizde bu bölümde yazmak isterseniz sitemizin ilkelerine ters düşmeyen yazılarınızı  [email protected] mail adresine gönderin sizin adınızla yayınlayalım.