MHP Lideri Bahçeli TBMM Grup toplantısında yaptığı konuşmada "Milliyetçi Hareket Partisi’ne sosyal medyadan istikamet çizilemez. Bize sosyal medya yolcusu değil, davanın hancısı lazımdır, bu ayrımı da yapmak tarihe, şühedaya, Türklüğün vicdanına karşı mükellefiyet ve mesuliyetimizdir. Siyasi irademizi, davamızın ilke ve istikbalini çöplüğe dönen, beşinci sınıf dedikodu mekanından farksız olan sosyal medya belirleyemez" sözlerine yer verdi.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Devlet Bahçeli partisinin TBMM Grup Toplantısında konuştu.

MHP Lideri Bahçeli'nin konuşması şu şekilde:

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,

Medyamızın Değerli Temsilcileri,

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımıza başlarken müstesna heyetinizi en iyi dileklerimle selamlıyor başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.

Mensubiyetinden iftihar ettiğimiz aziz milletimize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Ekranları başında bizleri izleyen muhterem vatandaşlarımıza gönül dolusu muhabbetlerimi iletiyorum.

Türkiye deprem felaketiyle bir kez daha yüzleşmiştir.

İran’ın Hoy şehri yakınlarında Türkiye sınırına yakın bir bölgede geçtiğimiz pazar sabahı meydana gelen 5,9 büyüklüğündeki sarsıntı yine acı ve yıkıma neden olmuştur.

Deprem Van’ın Başkale ve Saray ilçelerinde hissedilmiş, maalesef can ve mal kayıplarına yol açmıştır.

13 köyde toplam 254 konut ile 297 ahır yıkılmış, 694 konut ağır hasar almış, bin 916 küçükbaş hayvan, 109 büyükbaş hayvan telef olmuştur.

Teessürle ifade etmek isterim ki, dördü çocuk olmak üzere dokuz kardeşimiz hayatını kaybetmiş, otuz dokuz kardeşimiz yaralanmıştır.

Bu depremde de acıklı olaylar yaşanmıştır.

Deprem anında çamaşır asmak için bahçesine çıkan Nebahat Fırat kardeşimizin evi yıkılırken; eşi, birisi sekiz aylık olmak üzere üç çocuğu enkaz altında kalarak hayatlarını kaybetmişlerdir.

Bir yuvanın üstü toprakla örtülmüş, geriye gözyaşı ve feryat kalmıştır.

Yürekleri kavuran bu hazin ve müessif olay bizleri de derinden üzmüştür.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye ülkemiz deprem tehdidine karşı kalıcı ve etkili tedbirleri çok acil ve atik bir şekilde almalıdır.

Depremle yaşamayı öğrenmek durumundayız. Buna diyecek bir şey yoktur.

Ancak depreme teslimiyeti, felaketlere boyun eğmeyi, atıl ve hareketsiz kalmayı da aklımızdan dahi geçirmemeliyiz.

Yaşanan deprem felaketinden dolayı hayatlarını kaybeden kardeşlerimize Allah’ta rahmet, yaralılara da şifa diliyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Almanya’nın Hanau şehrinde 19 Şubat 2020 Çarşamba günü Neo-Nazi hayranı bir katil ortalığı kana bulamıştır.

Bir kafe ve büfede bulunan insanlara ateş açan bu cani beşi Türk vatandaşı olmak üzere on kişiyi katletmiştir.

Son yıllarda Batı Avrupa’da yaygınlaşan ırkçı saldırılar kaygı verici boyutlara ulaşmıştır.

Uzunca bir süredir Türk ve İslam düşmanlığının azgınlaştığı gözlenmektedir.

Almanya’da bugüne kadar otuza yakın vatandaşımız acımasız saldırılara maruz kalmış, camiler, evler, dernek binaları, işyerleri kundaklanmıştır.

İnsan hakları, düşünce ve ifade hürriyeti, demokrasi ve hoşgörü konularında lafa gelince mangalda kül bırakmayan Avrupa ülkelerinde ırkçı damarın kabarması, faşist eğilimlerin kamçılanması hakikaten de büyük bir çarpıklıktır.

Avrupa Türklüğünün gerçek manada insani değerler ve vicdani hasletler bakımından içinde yaşadıkları toplumlara örnek teşkil ettiğini, bu alanda ne kadar yüksek bir seviyede bulunduğunu itiraf ve ifade etmek ahlaki tutarlılık gereğince herkesin boynunun borcudur.

Türk milleti ırkçılığa, yabancı düşmanlığına her zaman kapalı ve uzaktır.

Hiç kimse bize medeniyet dersi vermeye, bilirkişilik taslamaya, mürebbiye gibi parmak sallamaya kalkışmamalıdır.

Biz herkesin ederini de, ciğerini de, niyetini de, tıynetini de bilir ve yeri geldiğinde de maskeleri indiririz.

Şairin dediği gibi,

Çok devletler kurmuş bir neslin torunlarıyız,

Yol olmuşuz ırmak ırmak, ova ova dört bir yana,

Mazlumun yanında, zalimlerin karşındayız.

Kucak açmış, yurt olmuşuz kimsesiz ağlayana.

Kendi ülkelerindeki milliyetçi eğilimleri güçlendirip başka ülkelerdeki milliyetçiliği şeytanlaştıran sözde gelişmiş devletlerin maksat ve muratlarının ne olduğu bellidir.

Bu saplantı ve savrulma halinin emperyalizme uygun damar açmak için titiz bir çaba olduğu, bununla birlikte sömürgeciliğin hedefindeki ülkelerde milli hassasiyetlerin köreltilmesi, milli tepkilerin söndürülmesi amacıyla ince işçiliğe teşebbüs edildiği açıktır, ortadadır.

Tarih boyunca Türk milletine ırkçı ve somatik hususiyetler hakim olmamıştır.

Aynı şeyi batı için söylemek doğru değildir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle söyleyecek olursak, “Biz Türkler bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz.”

Biz adaletin, ahlakın, aklın, hakikatin ve haysiyetli bir hayatın tarafındayız.

Batılı düşünürler, “Milletlerin medeniyet sahasında yükselme kabiliyeti, kanlarının içindeki beyaz ırk kanı miktarıyla mütenasiptir” derken, Türk milleti beşeriyete insanlığı, fazileti, merhameti, müşfikliği, hürmeti öğretiyor, bunları da bizzat yaşayarak gösteriyordu.

Biz insanlığın en gelişmiş ve demokratik formu olan milleti biyolojik analizlerde, laboratuvar araştırmalarında, kafatası ölçümlerinde bulmadık.

“Ne Mutlu Türküm Diyene” seslenişinde bile kucaklaşma çağrısı vardır, buluşma özlemi vardır, anlaşma ve uzlaşma arayışı hâkimdir.

Merhum Sadri Maksudi Arsal diyor ki; “Millet, muayyen bir dili konuşan, aynı örf ve adetlere, aynı milli seciyeye, müşterek tarihe, müşterek milli emellere sahip fert ve ailelerden terekküp eden insan kütlesidir.”

Bu tanıma tıpatıp uyan elbette ve kesinlikle büyük Türk milletidir.

Bilhassa Türk milliyetçiliğiyle ırkçılığı aynılaştırmaya, değilse bile benzeştirmeye heves edenlerin kimlere hizmet ettiği, Türk milletinin kuyusunu kazmak için nasıl bir husumet kazısına giriştikleri milli vicdan tarafından malumdur.

Türk milliyetçiliği milli birlik ve kardeşliğin, milli beka ve bağımsızlığın yegane ve ebedi fikriyatıdır.

Vatan kurtaran, devlet kuran, milli mukavemetin zırhı, milli geleceğin güvencesi olan Türk milliyetçiliğini kim ya da kimler karalıyorsa zalimlerle, hainlerle iş tutan, işbirliği içine giren köksüzlerdir.

Bizim kökümüz hamd olsun sağlamdır, sağlıklıdır, ta derinlere kadar tutunmuştur.

Irkçılık ise bu kökü kurutacak baldıran zehridir.

Türk milleti zehir imalatçılarıyla her zemin ve sahada hesaplaşmaya, bunların şer oyunlarını bozmaya hazırdır, çok şükür buna da muktedirdir.

Bu vesileyle varlık ve birlik mücadelesi veren, gönüllü kültür elçilerimiz olan Avrupa Türklüğünü yürekten selamlıyor, her daim yanlarında olduğumuzu paylaşıyorum.

Hanau saldırısında hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine taziyelerimi ve başsağlığı dileklerimi bildiriyor, yaralılara şifa temennilerimle birlikte geçmiş olsun diyorum.

Almanya başta olmak üzere, diğer Avrupa ülkelerinin Türk ve İslam düşmanlığının ürediği bataklığı kurutup suç ve suçlularla biteviye mücadele etmelerini ümit ediyorum.

Muhterem Arkadaşlarım,

Hocalı dinmeyen çığlık, bitmeyen acı, tükenmeyen bir Türk sevdasıdır.

Hocalı’nın yaraları derindir, yamaçları serindir, yanakları engindir.

Tam 28 yıldır Dağlık Karabağ’ın Hocalı kasabası Türklüğün vicdanında bir sızı, milli yüreklerde bir sancıdır.

Karabağ, Azerbaycan’daki Kür ve Aras nehirleriyle Ermenistan sınırları içinde bulunan Gökçe Gölü arasında yer alan, batıda Ermenistan sınırına, güneyde İran sınırına yaklaşan bölgenin adıdır.

Ve burası kadim bir Türk yurdudur.

Dağlık Karabağ, Karabağ’ın kuzeyden güneye 120 km, doğudan batıya 35-60 km uzunluktaki dağ ve ovalardan oluşan kısmıdır.

Hukuken Azerbaycan toprağı olan Dağlık Karabağ 28 yıldır Ermenistan işgalindedir.

1992 öncesinde Azerbaycan’a bağlı özerk bir bölge olan Dağlık Karabağ, Kafkasya’nın en stratejik noktalarından birisidir.

1826’da Karabağ Hanlığı’nı işgal eden Rusya, bölgede Ermeni nüfusun arttırılmasını devamlı teşvik etmiş, Türklüğü sindirmeye ve tasfiyeye uğraşmıştır.

1992 yılının 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gecesi, Ermeni çeteleri ve 366.Rus Motorize Alayı’nın Hocalı’da gerçekleştirdiği katliam geçtiğimiz yüzyılın en vahim olaylarındandır.

Büyük şairimiz merhum Şehriyar, “Kurt kurtla dolaşır, itler itle” derken haksız mıdır? Yalan mıdır? Asılsız mıdır?

Elbette kurt kurtla, it de itle gezip tozacak, emel ve hedef birlikteliği yapacaklardır.

Resmi verilere göre 106’sı kadın, 63’ü çocuk, 70’i yaşlı olmak üzere 613 soydaşımız Hocalı’da şehit edilmiş, 76’sı çocuk 487 soydaşımız ağır yaralanmıştır.

Bin 275 soydaşımız esir alınmıştır. Bunların 150’sinden hala haber yoktur.

Gayri resmi verilere göre de şehit olan soydaşımızın sayısı bin 300’dür.

Hocalı katliamı, Karabağ Savaşı’nın yaşandığı bölgelerde büyük yankı uyandırmış, soydaşlarımız Karabağ ve çevresindeki yerleşim yerlerini boşaltmak durumunda kalmışlardır.

Bunun sonucunda Ermeniler haksız ve hayasız şekilde, Kubatlı, Zengilan, Cebrail, Fuzuli ve Ağdam’ı ele geçirmişlerdir.

1 milyon Azerbaycan Türk’ü işgal edilen topraklardan göç etmiştir.

Sovyetler Birliği çöktükten sonra Büyük Ermenistan hayaline kapılan Levon Ter-Petrosyan Türk düşmanlığını geçim kapısı haline getirmiştir.

Sonuç itibariyle Dağlık Karabağ’ın istilası dünyanın gözü önünde vuku bulmuştur.

Azerbaycan topraklarının beşte birini işgal eden Ermenistan Türk yurdundan halen çekilmemiş, buna hiçbir zaman da yanaşmamıştır.

Dağlık Karabağ inim inim inlemektedir.

Ne AGİT, ne MİNSK Grubu, ne de diğer uluslararası oluşum ve çözüm girişimleri fayda sağlamamış, sonuç vermemiştir.

Hatta 1993 Mart ayında, Ermeniler Kelbecer’e saldırasıya kadar uluslararası toplum Hocalı katliamına tepki bile göstermemiştir.

Hitamında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 822 Sayılı kararıyla Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesi istenmiştir.

Ermeni zulmü bu çağrıya riayet etmemiştir.

Karabağ sorununun çözümü için tesis edilen MİNSK Grubu görüşmeleri de bilhassa 2011 yılında kilitlenmiştir.

Hocalı’da; uluslararası hukukun soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, saldırı suçu ve barışa karşı suçlar alenen işlenmiştir.

Yani Hocalı’da soykırım yapılmıştır.

Bu soykırımın sorumlularına henüz cezai yaptırım uygulanmamış, Hocalı katliamı uluslararası ortamda soykırım olarak tanınmamıştır.

Elbette Hocalı katliamı Uluslararası Ceza Mahkemesi, Savaş Suçları Mahkemesi, İnsan Hakları Mahkemesi gibi hukuk zeminlerinde tescil edilmeli, suçlular hakkında gereken ne varsa yapılmalıdır.

Sözde Ermeni soykırımıyla avunan, bunu Türkiye’ye karşı siyasi ve diplomatik tehdit aracına dönüştüren ülkelerin adalete biraz olsun saygıları varsa, insan haklarına az da olsa bağlılıkları bulunuyorsa Hocalı’da akan kanın hesabını insanlık kasaplarından sormaları tarihi bir mecburiyettir.

Hocalı Türk’tür, Dağlık Karabağ Türk’tür, Azerbaycan Türk’tür, her türlü mütecaviz ve mütehakkim teşebbüs ihanettir, rezalettir, Türklüğün vicdanında yok hükmündedir.

Dağlık Karabağ’ın her karışında Türk’ün hatırası, çıkmayacak ayak izleri vardır.

Ermeniler ve destekçileri bu tarihi gerçekleri silahla, zor kullanarak, kan dökerek asla değiştiremeyeceklerdir.

Yanlış hesap günü geldiğinde Türk milletinin kudretinden dönecektir.

Bir yanımız Kerkük ise diğer yanımız Karabağ’dır.

Bir yüzümüz Kıbrıs ise diğer yüzümüz Kırım’dır.

Bir tarafımız Kaşgar ise diğer tarafımız Keşmir’dir.

Dost ve gardaş ülke Azerbaycan yalnız değildir.

Merhum şairimiz Bahtiyar Vahapzade’nin dize dize haykırdığı Türkiye-Azerbaycan arasındaki can, kan ve kardeşlik bağı ebediyyen var olacaktır.

Vahapzade diyordu ki;

Bir ananın iki oğlu,

Bir amacın iki kolu.

O da ulu, bu da ulu,

Azerbaycan–Türkiye.

Dinimiz bir, dilimiz bir,

Ayımız bir, yılımız bir,

Aşkımız bir, yolumuz bir,

Azerbaycan–Türkiye.

Bir milletiz, iki devlet

Aynı arzu, aynı niyet.

Her ikisi cumhuriyet

Azerbaycan–Türkiye.

Birdir bizim her halimiz

Sevincimiz – melâlimiz.

Bayraklarda hilâlimiz

Azerbaycan –Türkiye.

9 Şubat 2020 tarihinde Azerbaycan’da huzur içinde yapılan Milli Meclis Seçimlerinin sonuçları itibariyle hayırlı olmasını temenni ediyor, sandıkta başarı gösteren Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev’i ve lideri olduğu Yeni Azerbaycan Partisi’ni tebrik ediyorum.

Hocalı katliamında şehit olan soydaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmetler diliyorum.

Hocalı Türk’ün onurudur, Türk’ün kaderidir, Türk’ün yurdudur, işgalciler sonsuza kadar lanetlenmiştir.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye olağanüstü bir süreçten geçmektedir.

İdlib deyim yerindeyse fokur fokur kaynayan, kaynadıkça taşan kanlı bir kazana dönüşmüştür.

Rusya destekli rejim güçlerinin hain ve hunhar saldırıları devam etmektedir.

Şubat ayı başından beri İdlib’de verdiğimiz şehit sayısı 16’ya ulaşmıştır.

20 Şubat 2020’de İdlib’in güneyinde Rus savaş uçaklarının hava saldırısında iki kahramanımız şehit düşmüştür.

Şehitlerimizden Teğmen Ali Emre Fırıncıoğulları memleketi Hatay’ın Samandağı ilçesinde, Tankçı Sözleşmeli Er Mustafa Ertürk memleketi Gaziantep’te vatan topraklarına emanet edilmişlerdir.

22 Şubat 2020 tarihinde de Esad unsurlarının saldırısı sonucunda kahraman evladımız Tankçı Sözleşmeli Er Mecit Demir şehit olmuş, son yolculuğuna memleketi Gaziantep’te dualarla uğurlanmıştır.

Hüznümüzü tarif edecek kelimeler boğazımızda düğümlenmektedir.

Aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet niyaz ediyor; silah arkadaşlarına, ailelerine, milletimize başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Elbette şehitlerin ölmediği inancındayız.

Dökülen şehit kanlarının yerde kalmayacağını biliyor ve sabırsızlıkla bekliyoruz.

Kahraman yetiştirebilmek milletler için paha biçilemez bir haslettir.

Bu durum aynı zamanda sinesinden kahraman çıkaran milletlerin yaşama ve payidar olma azminin güvencesidir.

Türk milleti kutlu varlığından kahraman yetiştirme konusunda üstün bir meziyet ve muvaffakiyete haizdir.

Milli bekamızın kilit taşları olan, Türk vatanının muazzam teminatları kahramanlarımıza ne yapsak az, ne versek yetersizdir.

Onların haklarını ödememiz de bu dünya gözüyle mümkün değildir.

Kahramanı susmuş bir milletin hayat pınarları kurumuştur.

Kahraman evlatlarımız İdlib’de insanüstü bir gayretle bekamızın haklı ve meşru savunmasını icra ederken dualarımız onlarladır.

Hepsiyle övüyorum, hepsinin alınlarından öpüyorum.

Gazaları mübarek, kılıçları da keskin olsun diyorum.

İdlib ekseninde altı çizilmesi gereken muamma, bu ay sonuna kadar Suriye rejim güçlerinin gözlem noktalarımızın gerisine çekilip çekilmeyeceği meselesidir.

Türkiye ve Rusya arasında Soçi Mutbakatına uygun hareket hususunda bir fikir ve görüş birliği vardır.

Rusya Dışişleri Bakanı dün yaptığı açıklamada, Türkiye ile Rusya’nın İdlib’de tansiyonun nasıl düşürüleceği konusunu görüşmeye hazırlandıklarını dile getirmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın 21 Şubat’ta Putin, Merkel, Macron ile yaptığı telefon diplomasisi, 5 Mart 2020’de dörtlü İstanbul Zirvesi’nin toplanacağını açıklaması İdlib merkezli gelişmelerin seyrini etkileme ve değiştirme ihtimali taşımaktadır.

Elbette bütün ihtimalleri hesaba katmak, sahada ve masada yer tutmak, buna uygun stratejik planlamalar yapmak Türkiye için hayati olduğu kadar zaruridir.

Sayın Erdoğan’ın İdlib’e harekâtı an meselesi olarak değerlendirmesi, buna karşılık Rusya’nın bu harekâtı en kötü senaryo olarak tanımlaması gergin bekleyişleri de körüklemektedir.

Rusya Soçi Mutabakatına vurgu yaparken, taciz ve tahriklerini ısrarla sürdürmektedir.

Karadan Esad güçleri, havadan Rus jetleri ölüm yağdırmaktadır.

Yüksek yakıcı ve yıkıcı özelliğe sahip, patladığı yerde geniş bir alanda her canlıyı oksijensiz bırakan termobarik bombalarla belirlenmiş hedefleri vuran Rusya’dır.

İdlib pek çok şeye gebedir.

Türk askeri İdlib’de tek taraflı, işgal amaçlı ve dayatmacı bir anlayışla değil, Astana ve Soçi ruhuna müzahir şekilde bölgede koordinasyon ve gerginliğin azaltılması hedefiyle bulunmaktadır.

Her ne kadar iradesi ve inandırıcılığı kalmamışsa da, İdlib’de ateşkes rejiminin sağlanabilmesi, çözüm yollarının aralanması Soçi kararlarının tatbikine bağlıdır.

Aksi taktirde İdlib patlayacak, zalimler ve katiller kaçtıkları yere kadar kovalanacaktır.

Bu şartlar altında Türkiye’nin geri adımı düşünülemeyecektir.

Zalim Esad döktüğü kanların bedelini damla damla ödeyecektir.

İdlib’de ateşkesin tesisi için zulüm bitmelidir, saldırılar durmalıdır, masumlara yönelik acımasızlıklar son bulmalıdır.

Rusya’nın Türkiye’ye karşı Suriye’nin arkasında durması, Suriye’yi Türkiye’ye tercihi akla ziyandır. Ve stratejik hesaplarla bile izah edilemeyecektir.

Dahası Putin’in ikili oynaması, önde Sayın Erdoğan’a sarılırken, arkada Esad’ı kucaklaması tam bir çelişkidir.

Türkiye ile Rusya stratejik ortak değildir, müttefik değildir; ama iki ülke arasında siyasi, ticari, ekonomik ve diğer ilişki ağları gelişmiş ve güçlenmiştir.

Ne var ki İdlib’deki sıcak çatışma ve gerilim ikliminin varlığı domates yüklü tırlarımızın Rusya sınırında bekletilmesine neden oluyorsa samimiyetsizlik ve güvensizlik zirve yapmış demektir.

Aynı zamanda bu sorunlu tablo adil ve hakkaniyetli bir tavır sayılamayacaktır.

Türkiye’nin İdlib’deki varlığı hakkıdır, haklıdır.

Bu varlığımızı sorgulayanların önce işe Rusya’dan başlamaları, mazlumların katledilmesine kafa yormaları isabetli ve tutarlı bir yaklaşım olacaktır.

Esad rejimi ile Rusya’nın İdlib ile Hama bölgesinde Ocak ayından bugüne kadar 369 sivilin ölümüne neden olmaları hangi vicdana sığacaktır?

Ülkemizin sınırında büyük bir sığınmacı yığılması varken, Rusya’nın bunu inkar etmesi hangi akla hizmettir?

Şunu herkes bilmelidir ki, bizim haklarımıza, egemenlik ilkelerimize, güvenlik ve bekamıza saldıran ve kumpas kuran hangi güç veya ülke olursa olsun karşı karşıya gelmemiz kaçınılmazdır.

Biz kuzu olup baş eğmeyiz, Bozkurt olur zalimleri tepeleriz.

Aklı evvelin teki çıkmış, bizim duruşumuzu yargılamaya, zaman zaman vatanseverlikten kopup ABD yörüngesine girdiğimizi söylemiş.

Bunu söyleyen şahıs daha düne kadar İmralı canisiyle sarmaş dolaştı, birbirlerinden gül alıp veriyorlar, dostluk pozuna giriyorlardı.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin yörüngesini tayin mercii, orak çekiç sevdasıyla yıllarını israf etmiş çevrelerin haddi ve harcı değildir.

Bizim yörüngemiz Türk’tür, Türk milletidir, Türk devletidir, Türk vatanıdır, Türk bayrağıdır.

Vatanseverliğimiz, milletperveliğimiz unutulmasın ki, arızi, afaki, konjonktürel veya dönemsel değil ebedidir, çiğnenmeyecek yemindir.

Elinde Ülkücü kanı olanlar da ne bunu anlayabilecekler, ne de bunu hazmedebileceklerdir.

Değerli Arkadaşlarım,

Hafta sonunda PKK’nın yan kolu, Kandil’in siyaset ucubesi HDP’nin 4.Büyük Olağan Kongresi yapılmış, yaşanan rezillikler izleyen her vicdan sahibi kardeşimizi rahatsız etmiştir.

Sözde Eşbaşkan değişimi gerçekleşmiş, bu görevin yenisi de katılımcıları Kürdistan’ın her köşesinden gelenler olarak selamlamıştır.

Üstü HDP, altı PKK olan bu kongre ortamında, İstiklal Marşı okunmamış, sözde devrim şehitleri kılıfıyla teröristlere saygı duruşunda bulunulmuştur.

Alçaklık bununla sınırlı kalmamış, bebek katili lehine sloganlar atılmıştır.

Malum bir Eşbaşkan da kurucu meclis çağrısı yaparak, tüm kimlik ve inançların kendisini güvende hissedeceği bir anayasadan bahsetmiştir.

Yani kepazelik eşikleri ve sınırları fersah fersah aşmıştır.

Fren tutmayan bu Eşbaşkan, Gezi vandalizmine ve Cizre’deki hendek ve barikat terörüne atıf yapmış; hükümetin karşısında Gezi ile Cizre ittifakının bulunduğunu söylemiştir.

Bizim için bir diğer üzerinde durulması gereken nokta, CHP’nin, Serok Partisi’nin bölücü kongreye üst düzey temsilci göndermeleri, parti kurup kurmayacağı, ha bugün kurdu, ha yarın kuruyor hikâyesiyle taktik manevralar yapan eski bir bakanın mesaj göndermesidir.

Demek ki, Gezi kalkışmasıyla, örtülü olarak Soros çocuklarıyla gurur duyan eski Cumhurbaşkanından onay almıştır.

Demek ki, HDP’nin CHP’ye yönelik cesur olun, kuytuda buluşmayalım, kapalı kapılar arkasında elele gezmeyelim, siyasi nikâhımızı uluorta ilan edelim dayatması karşılık bulmuştur.

Kılıçdaroğlu, ölü teröristlere nasıl saygı duruşunda bulunduklarını açıklayacak yüreğe sahip midir?

İstiklal Marşı’nın neden okunmadığını, bunu nasıl sineye çektiklerini Türk milletine anlatacak cesaret ve basirete haiz midir?

Sorosçuların dümen suyuna girmiş İP’in bu olan biten iğrençliklere diyecek bir şeyi var mıdır?

Serok Ahmet’in PKK özlemi, Babacan’ın HDP sevdası, Kılıçdaroğlu’nun bölücülük merakı siyasette üçüncü bir blok arayışı falan değil, düpedüz vatana ihanettir.

HDP’li Temelsiz “Halklarımızı AKP-MHP faşizminden kurtarmak ve Üçüncü Yolu örgütleyerek demokratik iktidarımızı kuracağız” diyor.

Hıyanet kadrosunun üçüncü yolu uçurumun dibidir, Türkiye düşmanlarının ana kucağıdır.

Bunlardan bırakınız iktidar olmayı, ne köy olur ne de kasaba.

Cumhuriyet savcıları HDP’nin bölücü kongresi hakkında mutlaka cezai takibata başlamalı, gecikmeksizin soruşturma açmalıdır.

Türkiye muz cumhuriyeti değildir, çadır devleti değildir, etnik koalisyonun mecmuu değildir.

Herkes aklını başına alsın, bu ülke sahipsiz ve savunmasız değildir.

HDP Türk’süz anayasa diyor, aynı şeyi CHP’de istiyor.

HDP demokrasi ittifakı diyor, aynı tekerlemeyi CHP’de söylüyor.

HDP, PKK/YPG diyor, aynı çıkmazda CHP’de patinaj yapıyor.

Ha HDP, ha CHP, ha Serok ha Babacan, alayı birdir, hepsi aynı alçak ve karanlık yolun yolcularıdır.

Bunlara karşı Cumhur İttifakı da Türk milletinin bayraklaşmış ve anıtlaşmış iradesidir.

Zillete düşmüş siyasi çürümüşlerin akıl hocaları zalimlerdir, emperyalistlerdir, RAND’çılardır, Sorosçulardır, kuzenleri Osman Kavalı’dır, FETÖ’cülerdir, Gezicilerdir, 6-7 Ekim olaylarının senaristleridir.

Bunlar kirli üst aklın figüranlarıdır, bizim aklımız da tarihi Türk aklıdır, büyük Türkiye vizyonudur.

Koronavirüsü neyse bunlar aynısıdır.

Bu virüs nedeniyle İran sınırımız geçici olarak kapatılmıştır, siyasi zillet kafilesine de Türk milleti gönlünü hepten kapatmıştır.

CHP’nin bir genel başkan yardımcısı diyor ki, “Millet olarak askerlerimizin nasıl şehit olduğunu bilmek istiyoruz.”

Sen kim millet kim?

CHP’nin çok konuşan bu sözcüsüne diyorum ki, kitaptan araştırayım diyorsan, hemen Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde inşa edilen, takdir ve tebrik ettiğimiz muazzam Millet Kütüphanesi’ne gidip kitapları karıştırabilirsin.

Belki bir şeyler öğrenirsin, bir hakkı da Sayın Cumhurbaşkanı’na teslim edersin.

Her kitabın bir alim, her alimin de bir medeniyet olduğunu belki özümsersin.

Oraya gitmeye gözün kesmiyorsa tavsiyem, bu soruyu hükümete sorma, ya git silah tutup mücadele ederek yerinde müşahede et, ya da HDP’li kardeşlerine bir zahmet müracaat edip öğrenmeyi dene.

Çünkü şehitlerimizin katilleri yanıbaşınızdadır, görüş menzilinizdedir, hemen kol mesafenizdedir.

Muhterem Milletvekilleri,

Milliyetçi Hareket Partisi Cumhur İttifakı’nın bir parçasıdır.

TBMM’de denge ve denetleme görevini üstlenmiştir.

Biz hükümet ortağı değiliz, Türkiye’nin yönetiminde siyasi sorumluluğumuz da bulunmuyor.

Cumhurbaşkanı görevinin başındadır.

Bakanlar Kurulu çalışmaktadır.

Bu kapsamda idari tasarruflar tamamıyla hükümetin tekelindedir.

21 Şubat 2020 tarihli Resmi Gazete’den anlaşılmıştır ki, Sayın Cumhurbaşkanı’nın onayıyla Avusturya Cumhuriyeti nezdinde Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi tayin edilmiştir.

Bu meselenin mutat ve bildik bir yanıdır.

Mezkur atamanın kamuoyuna yansımasıyla büyük bir eleştiri sağanağı başlamış, MHP’yi itibarsızlaştırmak, Cumhur İttifakı’nı baltalamak için ahlaksız bir süreç devreye alınmıştır.

Avusturya Cumhuriyeti’ne görevlendirilen büyükelçinin bir ülkücü katili olduğu iddiası yaygın bir şekilde gündeme taşınmıştır.

1 Mart 1977’nin sabah ezanı vakti, 14-15 kişiden oluştuğu tahmin edilen hainler önce uzun namlulu silahlarla İstanbul Adana Öğrenci Yurdu’nu taramışlar, arkasından da taarruz tipi el bombası atmışlardır.

Ülküdaşımız Mustafa Erol bu şerefsiz saldırıda şehit olmuştur.

Karlı bir İstanbul günü, aziz naaşı Türk bayrağıyla sarılmış, Muratpaşa Camiinde kılınan cenaze namazından sonra Merkezefendi Mezarlığı’na Fatihalarla ve gözyaşları eşliğinde defnedilmiştir.

Hepimizin hafızasına mıh gibi işleyen, gören herkesi duygulandıran karlı bir günde omuzlarda taşınan şehit naaşının resmedildiği fotoğraf hiçbir zaman gözümüzün önünden gitmemiştir.

Sadece şehidimiz Mustafa Erol değil, Kızılcahamam Ülkücü Şehitliğinde isimleri tek tek yazılı binlerce şehidimiz asla unutulmamış, emanetlerine ve kutlu hatıralarına leke sürülmemiştir.

Ancak merhum şehidimiz Mustafa Erol’ün katilinin kim ya da kimler olduğu belgeli, berrak ve resmi olarak tam bilinmeden, hatta mahkeme tutanakları iddiaları doğrulamazken, sosyal medyada provokasyon yapan, pusu kuran, ajitasyona yeltenen, bize dava öğretmeye, şehitlerimizi hatırlatmaya, MHP’yi yargılamaya çalışan art niyetli kişilerin varlığı da teker teker açığa çıkmıştır.

Soros konuşulurken MHP tartışılamaya başlanmış, terörle mücadele heyecanla sürerken MHP köşeye sıkıştırılmak istenmiştir.

Say desem beş şehidimizin ismini ve bunların katillerini tereddütsüz sayamayacak olanların fitne ateşini tutuşturmaları namertlik ve sahtekârlıktır.

Şehidimizin şühedamızın hakkını hukukunu korumak bizim için namus meselesidir.

Bu konuda hiç kimseden öğrenecek bir şeyimiz yoktur. Herkes işine bakmalıdır.

Fakat bunun üzerinden istismara yeltenip Milliyetçi Hareket Partisi’ni töhmet altında bırakmaya, suçlamaya, karalamaya, sanki katil bulunmuş da buna göz yumuyormuşuz gibi bir algı oluşturmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

Buna alet olan arkadaşlarımız da karanlık kampanyayı servis etmişlerdir.

Bizim Viyana Büyükelçiliğine atanan şahısla ilgili ortak hiçbir noktamız yoktur.

Geldiği yer bellidir, hüviyeti bellidir, mazisi bellidir. Sorumluluk elbette hükümetindir.

Bu atamayı maske yaparak Cumhur İttifakı’na husumet kusanlar, bilip bilmeden, partimizin resmi görüşü teşekkül etmeden akıntıya kapılanlar yanlış yapmışlar, ters köşeye yatmışlardır.

Üzülerek ifade etmeliyim ki, bu tuzağa bazı milletvekillerimizin ve parti yöneticilerimizin düşmesi de hazin ve ibretlik bir vakıadır.

Biz şehidi de biliriz, katili de biliriz.

Söyleyeceğimiz sözü de biliriz, atacağımız taşı da biz seçeriz.

İplisinin ipsizinin, arlısının arzısının, MHP’ye kefen biçenin, döneğinin devşirilmişinin, Ülkücüye kem gözle bakanın, çakalının çukalının, çıkarcının yardakçının, mikser gibi karıştırıcıların yalan, iftira ve aldatmalarına itibar etmek bizim kitabımızda yazmaz, yazamaz, yazmayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi’ne sosyal medyadan istikamet çizilemez.

Bize sosyal medya yolcusu değil, davanın hancısı lazımdır, bu ayrımı da yapmak tarihe, şühedaya, Türklüğün vicdanına karşı mükellefiyet ve mesuliyetimizdir.

Siyasi irademizi, davamızın ilke ve istikbalini çöplüğe dönen, beşinci sınıf dedikodu mekanından farksız olan sosyal medya belirleyemez.

Dilerdim ki, asılsız haberlerin peşine düşen bazı arkadaşlarımız partimize ve davamıza saldırılar olurken de aynı hassasiyet içinde hareket edebilselerdi.

Sosyal medya cengâverlerine ve görevli Twitter, Facebook nöbetçilerine değil dava adamlarına, şehidinin ve gazisinin hakkını adam gibi temsil edenlere, üstlendiği görevleri şuurla yerine getiren ülkü arkadaşlarımıza ihtiyaç vardır.

Gerisi fuzuli laf kalabalığıdır.

Kuyuya taş atıp arkasından baktıranların kimler olduğunu biliyoruz.

Biz bu bulanık kuyudan su içmeyiz, içilmesini hoş görmeyiz, gereğini de vakti saati geldiğinde kararlılıkla yaparız.

Milletvekili arkadaşlarımın daha hassas, daha dikkatli, daha uyanık, daha ferasetle hareketleri elzemdir, sosyal medya oyunlarına gelmemeleri ricam ve talimatımdır.

Değerli Arkadaşlarım,

Koronavüris tehdidine karşı canla başla mücadele eden, teyakkuzda bulunan, bu çerçevede seferberlik ilan etmiş gibi duruş gösteren Sağlık Bakanımızı ve ekibini kutluyorum.

Ayrıca 20 Şubat’ta Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Millet Kütüphanesi’nin açılışına şahit olmaktan gurur duyuyor, bu muhteşem eseri Türkiye’ye kazandıran, kitap sevgisini aşılamak için gayret gösteren Sayın Cumhurbaşkanımıza teşekkür ediyorum.

Bugün başlayan Üç Ayların milletimiz ve Türk-İslam alemi için hayır ve bereket getirmesini, bu hafta içinde idrak edeceğimiz Regaib Kandilimizin de nice güzelliklere ve manevi dirilişe kapı aralamasını Allah’tan diliyorum.

Sözlerimin sonunda hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.