MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, "Milletimiz, öz evlatlarına 'it' yakıştırması yapan kendini bilmez ve ahlaksızları da demokrasimizin mabedi olan TBMM'de kendini temsil etmekten sonsuza kadar men edecek iradeyi ilk seçimde gösterecektir." ifadesini kullandı.

MHP Genel Başkan Yardımcısı Yalçın, yaptığı yazılı açıklamada, Hükümetçe yapılan ve MHP'nin de desteklediği bazı icraatların ölçüsüzce, sorumsuzca eleştirildiğini anımsatarak, 696 sayılı KHK etrafındaki tartışmaların bu sorumsuzluk ve aşırılıklara çarpıcı örnek oluşturduğunu belirtti.

Herhangi bir konuda aklına geleni söylemenin, işine gelen yorumu yapmanın siyasette ilkesizlik alameti olduğunu ifade eden Yalçın, "Önünü sonunu düşünmeden, uzmanlık veya en azından iyi araştırma gerektiren konularda fikir serdetmek, akılsızlık belirtisidir." ifadelerine yer verdi.

Yalçın'ın açıklamaları şu şekilde:

Adalet ve özgürlük gibi kavramların içinin politik çıkarlar paralelinde boşaltıldığı, sözün değerinin düşürüldüğü bir dönemden geçiyoruz.

Kendini haklı göstermek, doğruları orasından burasından eğip bükmek, günümüzün siyaset modası olmuştur.

Siyasi eleştirilerin içini doldurup kamuoyuna makul, mantıklı ve tatmin edici mesajlar verme sorumluluğunun yerini; kendini beğendirme telaşı, göze girme kaygısı ve kitleleri etkileme iştihası almıştır.

Bu sebepledir ki 15 Temmuz ihanet girişiminin etkilerinin, bütün devlet kurumlarıyla toplumda sürdüğü bir zamanda, demokrasimizi ve sosyal hayatı tamamen normale döndürmek maksadıyla hükümetçe yapılan ve MHP’nin de desteklediği bazı icraatlar; ölçüsüzce, sorumsuzca eleştirilmektedir.

15 ve 16 Temmuz’da sokaklara çıkıp bölücü kalkışmayı canı pahasına önleyen Türk milletinin asil, fedakâr ve vefakâr evlatlarını muhtemel hukuki kovuşturmalardan vareste tutmayı amaçlayan 696 sayılı KHK etrafındaki tartışmalar; bu sorumsuzluk ve aşırılıklara çarpıcı örnek oluşturmuştur.

Herhangi bir konuda aklına geleni söylemek, işine gelen yorumu yapmak, siyasette ilkesizlik alametidir.

Önünü sonunu düşünmeden, uzmanlık veya en azından iyi araştırma gerektiren konularda fikir serdetmek, akılsızlık belirtisidir.

Kelimeler; haklı çıkmak uğruna, emniyeti olmadığı için rasgele patlayan bir silahtan çıkarcasına ağızdan dökülmektedir.

Okun yaydan çıktığı gibi ağızdan çıkan sözün, geri dönüşü ve telafisi mümkün değildir.

Serseri okun nereye saplanacağı ve saplandığı yerde ne gibi sonuçlara yol açacağı hesap edilmemektedir.

Doğruları söylerken tutarlılık, fikirde isabet sahibi olma kaygısı ve lüzumu terk edilmiş; laf ebeliği ve söz cambazlığı rağbet görür olmuştur.

Siyasi rekabette galebe çalma sevdasıyla mübalağa sanatının sınırları defalarca aşılarak kavramlar şişirilmekte, sonra da içi irin dolu bir çıban gibi patlatılarak söz söyleme sanatına cerahat bulaştırılmaktadır.

Siyasi mücadelede baskın çıkmak gayesiyle haysiyet ve şerefe tasallut mahiyetinde saldırılarda bulunulmaktadır.

Siyasi söylemin şehvetine, siyasetçi kisvesinin cazibesine kapılmak; çıktığı kürsünün, işgal ettiği makamın, milletin kendisine tevdi ettiği mesuliyetsiz vekâletin sarhoşluğuna kanıp aklına estiği gibi davranmak, liyakatsizlik ve ehliyetsizlik göstergesidir.

Özellikle bir siyasi parti listesinden seçilerek kendisine milletin vekilliği emanet edilen kimselerin; bu emanete gözü gibi bakıp gereğince davranmak yerine, onu muarızlarını sadece yıpratmak ve kamuoyunda değersizleştirmek için kullanılması, bencillik ve yetersizlik işaretidir.

Sözün ayağa düştüğü yerde seviye kalmamış, mefhumların içi boşaltılarak yerine egoizm ve kişisel çıkarların doldurulduğu ortamda, siyasi hava kirlenmiş demektir.

Son KHK etrafında bir bardak suda fırtına koparılması, gerçekçiliğin, doğruluğun milletin çıkarlarını esas alan siyasi anlayışın terk edilerek çıkarcılığın en pespaye türlerinin tercih edildiğine örnek oluşturmuştur.

“Hukuk devletinin tabutuna çivi çakmak, ülkeyi iç savaşa sürüklemek” türünden ucuz, sorumsuz ve seviyesiz suçlamalarla; “itlerini sokağa salmak” gibi ahlaksızca ifadelerle değerlendirilmesi bu cümledendir.

Konfiçyus’un dediği gibi söyleyecek sözü olmayanlar yüksek sesle konuşurlar.

KHK meselesinde de haklı, yerinde ve isabetli eleştirilerde bulunulmaması, analiz yeteneğinden mahrum bulunan aklı, bilgisi ve birikimi mahdut kimselerin aciz yöntemlere başvurmaktadır.

Böyle bir tartışma yaratmanın çok sayıda mahzuru sıralanabilir.

Ancak bu mahzurlardan en altı çizilmesi gerekeni, KHK ile hukuki güvence getirilen ve birlik ve bütünlüğümüzü borçlu olduğunuz kahraman vatandaşlarımızın tartışmanın içine çekilmesidir.

250 aile, yakınlarını şehit vermiştir.

Binlerce vatandaşımız da yaralanmış veya sakat kalmıştır.

15 Temmuz şehit ve gazilerinin kahramanlıkları hakkında en küçük şüphe yaratmak bile; en hafif tabirle vefasızlıktır, cibilliyetsizliktir.

15 Temmuz akşamı ve ertesi gün çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden sokaklara dökülen Türk insanının civanmertliğine namertçe karşılık vermektir.

TBMM’deki vekiller, 15 Temmuz kahramanlarının arkasında en fazla durması gerekenlerdir.

Buna rağmen, onların korunmasına yönelik alkışlanacak bir devlet vefası ve refleksi, kör bir muhalefet uğruna kendilerine çok görülmektedir.

Bunun adı; millete ve onun emanetine ihanettir, dönekliktir, vekâleti kötüye kullanmaktır.

Kaldı ki bir ihanet kalkışması, demokrasimizi ve Cumhuriyet’imizi hedefe alan bir kalkışma yeniden vuku bulduğunda; devletin sahibi olan Türk milleti, herhangi bir yasa veya kararnameden yetki almadan zaten kendisine ait değerlere sahip çıkacaktır.

Söz konusu KHK’ya muhalefet adına laf kalabalığından ibaret birtakım hukuki gerekçelerin sıralanması; milleti hakir, fakir ve zavallı sanan, kendini akil ve üstün gören Doğulu aydın taslaklarına mahsus tepeden inmeci bir kafanın ürünüdür.

Bilinmelidir ki millî refleksin yasası Anayasa’sı olmaz.

Millî refleks; binlerce yıllık birikimi olan tabii, teamüli ve genetik bir tepkidir.

Meşruiyetini de bizzat milletin kendi mevcudiyetinden alır.

Meşruiyeti tayin eden de bizzat kanun koyan, icraat yapan, yargıyı tayin eden milletin kendisidir.

Millet olmayınca adalet, özgürlük, hukukun üstünlüğü gibi kavramların da bir anlamı kalmaz.

Elbette bu kavramları düzenleyen yasa kuralları vardır ama bunların devamlılığını sağlayan da milletin bekasıdır.

O nedenledir ki millet; bekası söz konusu olduğunda kendi yaptığı yasaları kendi koyduğu demokratik kuralları çiğneyenlere, kendi kurduğu devleti bölmek isteyenlere; kimseden, hiçbir güçten izin ve icazet almadan haddini bildirir.

Millet varsa hukuk ve demokrasi vardır, millet varsa devlet vardır.

Hiçbir beşeri yasa milletten üstün değildir, hiçbir beşeri anlayış millet iradesinin üstünde değildir.

Millet egemenliğine sahip çıkarken hiçbir kurumdan izin almaz.

Nitekim Millî Mücadele döneminde de Mustafa Kemal Paşa gücünü sadece “irade-i milliye”den almış, milletten başka hiçbir güce dayanmamıştır. 1920 yılının başlarında kendisini Ankara’da ziyaret eden gazeteci Yunus Nadi’ye, “Önce Meclis, sonra ordu!” diyerek meşruiyetin kaynağının silahlı güç değil, bizzat millet olduğunu vurgulamıştır.

Bunun içindir ki TBMM’yi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” düsturu aydınlatmakta, istikametini ve icraatını tayin etmektedir.

Bu düsturun gölgesinde yasama görevini yürütenlerin, milletin haklarını teslim eden bir KHK hakkında millete dayatmada bulunmaları kabul edilemez.

Ayrıca 15 Temmuz gecesi, millî iradenin tecelli yeri olan TBMM’nin de bombalandığı ve Türkiye’nin topyekûn bir tehlikeden milletin celadeti sayesinde kurtulduğu unutulmamalıdır.

15 Temmuz ve sonrasında milletin, hayat sürdüğümüz bu coğrafyada kıyamete kadar yaşayacağına dair azmini bir kere daha ortaya koyduğu daima hatırda tutulmalıdır.

15 Temmuz kalkışması sırasında milletimizin varlık refleksinin bir parçası olan Ülkücü Hareketin mensupları da kitleler hâlinde sokaklara dökülmüşler ve bölücü kalkışmanın yangınını canları pahasına söndürmüşlerdir.

15 Temmuz gecesi ve ertesi gün milletimizin bölücü ihanete karşı durmasında, Sayın Devlet Bahçeli’nin MHP Genel Başkanı sıfatıyla bütün siyasi liderlerden önce yaptığı açıklamanın rolü büyük olmuştur.

Sayın Devlet Bahçeli, o meşum gecedeki açıklamasında; demokrasiden ve meşru hükümetten yana tavır koymuş, darbe girişimine karşı çıkacaklarını beyan etmiştir.

Genel Başkanımıza, kalkışma sırasında ölen askerlerden birinin yanında bozkurt işareti yapan bir densizin provokatif eylemine gösterdiği haklı tepki üzerinden eleştiri getirilmesi ise haksız ve yersizdir.

Hain kalkışma sırasında komutanlarınca emir verilen bazı askerlerin masumiyeti başka bir konudur, bir ahlaksızın bozkurt işaretini istismarı başka bir konudur.

Sayın Devlet Bahçeli, o zaman hem iktidarı suçlu ile masumların ayrılması konusunda uyarmış hem de bu arada darbe girişimini engellemek için sokaklara inen Ülkücüler üzerinden kışkırtma yapılmasını ve Ülkücülerin asker katili gibi gösterilmesini engellemek istemiştir.

O bakımdan Sayın Genel Başkanımızın, milletimizin fertleri olarak ihanet kalkışmasına göğsünü siper eden Ülkücülerin meşru eylemlerinin suç sayılmamasını sağlayan bir KHK’ya destek vermesi doğaldır.

Tahrik ve algı kokan münferit bir eyleme gösterilen tepkinin, fotoğrafın geneli gözden kaçırılarak 15 Temmuz ve ertesi günü cereyan eden hadiselerin bütününe irca edilmesi, sağlıklı bir bakış açısı değildir.

Sapla samanı birbirine karıştırılmamalı, yalan ve temelsiz isnatlarla gerçeklerin üzeri örtülmemelidir.

Ayrıca suçsuz askerlerin adalet önünde aklanacağına şüphe yoktur.

“Yandaşlara adalet, karşıtlara zulüm.’ uğrunda Meclis'i, Yargı'yı devre dışı bırakanlar…” şeklindeki ifadeler ise sakattır.

Bu ve benzeri şahısların beyanlarından sızan kötü koku; milletin nefesi değil, millet düşmanlarını kollamak isteyenlerin üflediği mesajların ufunetidir.

Meşru bir hukuki düzenlemeyi 15 Temmuz’un kahramanlarına layık görmeyen bu ve benzeri isimler; 2015’in Haziran ayındaki seçimlerden sonra, MHP hakkında FETÖ’cü medyada startı verilen algı operasyonlarına paralel bir anlayışı benimsemiştir.

MHP’nin millet tarafından benimsenen politikalarını millete rağmen onaylamayanlar, yaşadıkları kafa karışıklığı ve siyasi gelgitlere son vererek nerede saf tutacağına bir ar önce karar vermelidir.

Bazıları Nihal Atsız’ın “Bir ülkünün mehabetinin zirvesindeyim.” mısraına inat, kerameti kendisinde görmektedir.

Oysa asıl keramet, Ülkücü Hareketin büyüklüğündedir.

Kerameti kendinde gören zavallıları tarih yargılamış ve defterden silmiştir.

696 sayılı KHK; 15 Temmuz’da şahlanan millet iradesine karşı bir cemile, millet celadetine ve kahramanlığına karşı bir liyakat ibrazıdır.

Bu realiteye karşı çıkmaksa kendini milletten ve millî iradeden üstün görmektir.

Millet; lafazanlıkların, mugalata ve mübalağaların suni rüzgârına kendini kaptırmayacak kadar feraset ve basiret sahibidir.

Millet, iç savaş çığırtkanlıklarına rağbet etmeyecek kadar kadirşinas, muhterem ve müşfik; demokrasimize ve Cumhuriyet’imize tabut imaline cüret edenlerin zevalini hazırlayacak kadar kuvvetlidir.

Milletimiz, öz evlatlarına “it” yakıştırması yapan kendini bilmez ve ahlaksızları da demokrasimizin mabedi olan TBMM’de kendini temsil etmekten sonsuza kadar men edecek iradeyi ilk seçimde gösterecektir.

Bu ahlaksızlığın merkezindeki ana muhalefet partisi; sadece milletten uzak, millî değerlerimizden mahrum olmakla kalmayıp kendi siyasi geçmişinden de bihaberdir.

CHP’ye, Mustafa Kemal Atatürk döneminde, 20 Temmuz 1931 yılında çıkarılan bir Kanun’u hatırlatalım.

Anılan tarihte çıkarılan “İsyan Mıntıkasında İşlenen Ef’alin Suç Sayılmayacağına Dair Kanun”un birinci maddesi aynen şöyledir:

“Erciş, Zilan, Ağrıdağ havalisinde vuku bulan isyanla, bunu müteakip birinci umumi müfettişlik mıntıkası ve Erzincan Pülümür kazası dâhilinde yapılan takip ve tedip hareketleri münasebetiyle 20 Haziran 1930’dan 1 Kanunuevvel 1930 tarihine kadar askerî kuvvetler ve Devlet memurları ve bunlarla hareket eden korucu, milis ve ahali tarafından isyanın ve bu isyanla alakadar vakaların tenkili emrinde gerek müstakilen gerek müştereken işlenmiş ef’al ve harekât suç sayılmaz.”

Söz konusu yasanın çıkarılma sebebi, Türkiye’nin doğusunda devletin bütünlüğünü hedef alan bir isyanın bastırılmasında pay sahibi insanların hukuki kovuşturmadan masun tutulmasını sağlamaktır.

Çünkü hükümet, bu görevin ifa edilmesini meşru bir hak olarak görmüştür.

Bugün de 696 sayılı Kanun Hükmünde kararname ile yapılan, benzeri bir icraattır.

10 Temmuz 2014 tarihli Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’da belirtilen görevleri yerine getirin kişilerin bu görevlerini nedeniyle hukuki, idari veya cezai sorumluluklarının doğmayacağına dair hüküm mevcuttur.

696 sayılı KHK’ya itiraz eden ve AYM’ye götüren CHP’nin, bu yasayı atlaması manidardır.

En acınası durumsa ana muhalefet partisinin geçmişine yönelik nisyanıdır.

Ezcümle;

696 sayılı KHK’nın lafzına takılıyor gibi gözükerek, metinde muğlaklık olduğu bahane edilerek aslında milletin hakkı olan bir masuniyeti esirgemek, milletvekilliği görevinin yüklediği sorumluluk ve vecibelerle bağdaşmamaktadır.

Siyasette millilik ise hiç mi hiç bağdaşmamaktadır.

Kararnamenin lafzı bahane edilerek ruhuna yönelen muhalefetin iyi niyetli olmadığı, millet yerine millet düşmanlarının dolaylı olarak kollanmaya çalışıldığı aşikârdır.

MHP; sağ göstererek sol vuran, millet iradesini kırmak için hukuki bahaneler üretmeye çalışan art niyetli beyan ve adımların karşısında daima duracak ve bunları etkisiz hâle getirmeye devam edecektir.