MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, tarihe ve günümüz siyasetine ışık tutacak önemli tespitlerini Ortadoğu Gazetesi'ne değerlendirdi.

Yalçın'ın değerlendirmeleri şu şekilde:

Milliyetçi-Ülkücü Hareketin Türkiye'nin geleceği açısından taşıdığı hayati önem, bugünkü konjonktürde daha da artmıştır.

Türkiye'yi meydana getiren bütün unsurları kucaklayan bir fikirler bütünü niteliğindeki Türk milliyetçiliği, Atatürk'ün başlattığı ulus devlet sürecinin tamamlanmasını hedef almaktadır. O bakımdan Cumhuriyet'in kuruluş temellerine ve amaçlarına uygundur.

Türk milliyetçiliği fikriyatını, alt kültür değerlerine ve etnik aidiyetlere dayanan diğer mikro milliyetçilikler ve sığ ideolojilerle karıştırmamak lazımdır.

Türkçülük de Türk milliyetçiliğinin kısa veya özel adıdır. 

Türk kavramı ise Türkiye'de yaşayan herkesi aynı şemsiyenin altında toplayan, vasi, kucaklayıcı ve ihata edici, kültürel bir kavramdır. 

Türk tarihinin getirdiği binlerce yıllık birikim ve toplumsal gelenekleri yansıtan cihanşümul bir ideal olan Türkçülük, Türk milletini sevmek ve onun bekası, refahı için çalışmak ülküsüdür. 

Türk milliyetçiliğini çağın gerekleri doğrultusunda yorumlayan bir sosyolojik gerçeklik ve siyasi fenomen varsa o da Milliyetçi-Ülkücü Hareket ve MHP'dir.

Milliyetçi-Ülkücü Hareketin dünyaya nizam, adalet ve sükûn vadeden bir medeniyet tasavvuru vardır. Bu tasavvurun sponsoru da kefili de kendi kültürel birikimimiz ve zengin tarihimizdir. 

Milliyetçi-Ülkücü Hareket; bir ihtiyacın, doğal bir toplumsal refleksin sonucunda şartların husule getirdiği yarım asırlık siyasi cereyandır.

1938 sonrasında kuruluş hedefleri ve siyasi amaçlarından uzaklaştırılanTürkiye gemisinin sağlam bir rotada ilerlemesini ve güvenli bir limana ulaşmasını sağlayacak sağlıklı bir fikir rotası tayin edilememiştir. Kaptan ölünce dümene geçenler rotayı değiştirmiştir. 

20. yüzyılın ortalarına yaklaşırken Türkiye, dalgalı denizlerde bir o yana bir bu yana savrulurken başlangıçtaki rotasından hayli uzaklaşmıştır.

Bu durum karşısında, Birinci TBMM'den hatta İttihat ve Terakkili yıllardan kalma siyasi kamplaşma ve hesaplaşmaların uzantısı olan mevcut partiler, yanlış mevzi almışlar, yanlış proje ve programlarla yola çıkmışlardır.

Ne Millî Şef döneminde ne Bayar'lıve Menderes'li yıllarda Türkiye'ye istikamet tayin edecek bir siyasi fikirler ve projeler manzumesi ya da çağın ötesine taşıyacak bir hükûmet program tespit ve tayin edilebilmiştir.

Üstelik Türk milletinin varlık refleksini yansıtan ve kaos ortamlarında üretken bir kimliğe bürünen Türk milliyetçiliği zararlı bir akım gibi bastırılmış, köşeye kıstırılmıştır. 

Türk milletini muasır medeniyetler seviyesine ulaştırma hedefine götüren lokomotifin; Atatürk'ün devlet felsefesi hâline getirmeye çalıştığı Türk milliyetçiliği fikri olduğu gerçeği, ya görülmemiş veya görmezden gelinmiştir.

Başbuğ Alparslan Türkeş'in siyasi tarihimize doğduğu yıllar, o sancılı dönemlerdir.

Türkeş, içinde yer aldığı 27 Mayıs Askerî darbesi sırasında Türkiye'nin savunmasız vaziyette olduğunu, hayatını idame ettirecek bir devlet felsefesinden yoksun olduğunu görmüştür. Hem ordudaki hem de ülkedeki Amerikan nüfuzunu, etkisini görmüş ve bundan müteessir olmuştur. Türkiye'nin meçhul bir istikamete sürüklenmemesi için 13 arkadaşıyla birlikte çaba göstermiştir. Ancak ABD ve CIA Türkeş ve arkadaşlarının girişimlerinden rahatsız olmuştur.

ABD başta olmak üzere Batı dünyası, darbe sonrasında milliyetçi grubu oluşturan 14'lerden değil; Batıcı olarak nitelenen karşı gruptan yana tavır koymuştur. Neticede 14'ler tasfiye ve yurt dışına sürgün edilmiştir.

ABD ve CIA'nın Türkeş'le arkadaşlarından rahatsız olduğunu ve harekete geçtiğini gösteren dönem belgeleri yayımlanmıştır.

Türkeş; sürgünden döndükten sonra, Cumhuriyet'in kuruluş yıllarındaki devlet felsefesini iyi özümsemiş, Atatürk'ün Türkiye'ye nasıl bir yön vermek istediğini ferasetle görmüş bir Türk milliyetçisi olarak döneminin fevkinde bir siyasi program ortaya koymuştur. 

ABD ve Batı, Türk milliyetçiliğini siyasi bir program ortaya koyarak temsil etme çabalarından rahatsız olduğu Türkeş'i bundan sonra sürekli tarassut ve takip etmiştir. İlginçtir Alparslan Türkeş'e faşist yaftasını ilk yapıştıran, ne komünistler ne de dönemin Sovyetleridir. ABD'nin rahatsızlığı yansıtan 1 Ocak 1973 tarihli CIA raporunda Türkeş, "neofaşist lider" olarak nitelendirilmektedir. Bu bile Alparslan Türkeş'in çizdiği politik yolun doğruluğuna bir kanıttır.

Batı dünyasını asıl rahatsız eden husus, Alparslan Türkeş tarafından ortaya konan doktriner Türk milliyetçiliğinin çapı ve evsafıyla hedefleridir.

9 IŞIK, ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN BİR FANTEZİSİ VEYA HAYAL MAHSULÜ DEĞİL, AKSİNE TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNİ DÜŞÜNEREK HAZIRLANMIŞ BİR SİYASİ, EKONOMİK VE KÜLTÜREL PROGRAMDIR

Türkeş; Türk gençliğinin önüne, atalarının emperyal birikimine dayanarak yeniden lider ülke olma hedefi koymuştur ve bu da Batı'yı rahatsız etmiştir. 

9 Işık, Alparslan Türkeş'in bir fantezisi veya hayal mahsulü değil, aksine Türkiye'nin geleceğini düşünerek hazırlanmış bir siyasi, ekonomik ve kültürel programdır. 

Alparslan Türkeş, Türkiye'yi 21. yüzyıla taşıyacak ve güçlü, lider ülke seviyesine çıkaracak formülün, Türk milliyetçiliğinin yeniden devlet felsefesinin cevheri hâline getirilmesi olduğunu ferasetle görmüştür. Böylece, müthiş bir teorisyen olarak Türk siyaset hayatında temayüz etmiştir. 

Türkeş; Türk milliyetçiliği fikriyatının kültürel ve sosyolojik platformdan siyasete taşınmasını,politik hayatın vazgeçilmez aktörü ve dominant faktörü hâline gelmesini sağlamıştır.

Günümüzde merhum Alparslan Türkeş'in büyük fikrî mirası, MHP ve Ülkücü Hareket tarafından gururla, iftiharlakabul edilip yaşatılmaktadır.

İnönü'lü CHP ve Demokrat Parti dönemlerinde ırkçılıkla aynı kefeye konularak dışlanan Türk milliyetçiliğinin hakikatte Türk milletinin ve Türk devletinin kurtuluş reçetesi olduğu görülememiştir. Siyasi iktidarlar yıllarca bindikleri dalı kesmekle kalmamış, ana gövdeye de zarar vermişlerdir.

Türkiye'nin en sancılı dönemi olan 70'li yıllar, kökleri dışarıda olan yabancı ideolojik akımların küresel aktörler tarafından sevk ve idare edilmesi yüzünden heba olmuştur. O yılların tozu dumanında Türkeş'in üstlendiği misyonun değeri yeterince anlaşılamamıştır. 

Kurduğu Milliyetçi-Ülkücü hareketin sadece komünizme karşı mücadele eden tepkisel bir akım olduğu düşünülmüş, hatta devletin dinamik güçleri tarafından zararlı ideolojilerle aynı kefeye konulmuştur.

12 Eylül 1980 Askerî darbesinin de arkasında yine Batı vardır. Darbeden önce Türkiye'de bulunan ABD büyükelçisi kendisiyle yapılan mülakatta darbenin başarısını MHP'nin işlevine son vermesine bağlamıştır.

Türkeş'in 9 Işık adıyla şekillendirdiği doktriner Türk milliyetçiliğinin, genç kuşaklarda aidiyet hissini mensubiyet şuurunu güçlendiren ve dolayısıyla milletimizin bekasını hedefleyen üstün nitelikli bir "ülkü" olduğu geç idrak edilmiştir.

Türkeş; sabırlı ve kâmil bir insan, bilge bir lider olarak yaşadığı bütün olumsuzluklara çektiği bütün çilelere rağmen "Yiğit başından âli eksik olmaz." anlayışıyla hareket etmiş, devletiyle barışık olmayı yeğlemiştir. 

Türkeş yapıcı ve geleceğe dönük siyasetinin meyvelerini mücadele hayatının son döneminde olmaya başlamıştır. 1990'lı yıllar onun bir aksakal, bir bilge lider olarak zirveye çıktığı yıllardır. Bu sayede Milliyetçi-Ülkücü Hareketin de milletimizin varlık sigortası olduğu idrak edilmiştir.

O dönemde;Türkiye'nin içeride ve dışarıda maruz kaldığı bölücü tehdit karşısında Türk milliyetçiliği fikriyatını devletin bünyesine bir elbise, doğal bir kalkan gibi giydirmeyincekışın çıplak sokağa çıkmış bir insan gibi korumasız kalacağı ortaya çıkmıştır.

Soğuk Savaş döneminin sona ermesinden sonra Batı dünyasının kendine tehdit olarak İslam'ı seçmesi, Türk milletinin bin yıllık tarih önündeki misyonunubir turnusol kâğıdı gibi öne çıkarmıştır. 

Bir zamanlar özellikle Balkanlarda Müslümanlığı seçen Hristiyanlara "Sen artık Türk oldun." denilmesinin ne anlama geldiği,Batı'nın İslam tehdidi algısının veya böyle bir algı yaratma çabasının eninde sonunda Türk varlığına uzanacağı, yenidünya düzeni arayışlarının yarattığı kaosta daha çok anlaşılmıştır. 

Bugün bölgemizde yaşananlar, Irak ve Suriye'deki vekâlet savaşlarının Türkiye açısından oluşturduğu büyük tehdit,nihai hedefin Türk milleti olduğunu çıplak gözle göstermiştir.

İşte tam da burada Milliyetçi- Ülkücü Hareket ve MHP'nin siyasi işlevi ön plana çıkmıştır.

Her ne kadar bazı sol ideologlar kör bir taassupla aksini iddia etseler de Ülkücülerin savunduğu Türk milliyetçiliği, çok güçlü antiemperyalist bir fikriyattır. Bu gerçek, 1970'li yıllardaki Ülkücü mücadele bağlamında anlaşılamadıysa da 1990'lı yıllarda bütün cesametiylehissedilmiştir.

12 Eylül 1980 öncesinde iç savaşı vatan sathına yaymaya çalışan ama karşısında Milliyetçi-Ülkücü Hareketi bulan ayrılıkçı hareketlere yön verenler darbeden sonra yeni alternatiflere girişmişlerdir. 

Bunlardan biri devlet kurumlarındaki FETÖ yapılanmasıdır. Diğerleri de temelleri 1960'lı yıllarda Atılan ayrılıkçı Ermeni ve Kürt hareketinin bileşimiyle oluşturulan ikiz kardeşler ASALA ve PKK'dır. 

ASALA ortadan kalktıktan sonra, bu bölücü örgütleri kurup idare edenler bütün güçlerini PKK'nın desteklenip güçlendirilmesine vermişlerdir. Bu,Türkiye'yi hedef alan küresel aktörler için stratejik bir tercihtir. Çünkü bölgede Türkiye, İran, Suriye ve Irak'ın etnik unsurlardan oluşan toplumsal yapılarının ayrılıkçı Kürt hareketi için müsait bir sosyolojik ortam meydana getirdiği hesaba katılmıştır.

Ancak PKK Türkiye'de bir iç savaş çıkarmak için her türlü tahrik ve eylemi denemesine rağmen başarılı olamamıştır. Çünkü Cumhuriyet'in kuruluş hamuruna milleti bir arada tutan kuvvetli bir ulus devlet iradesi karışmıştır. 

Ayrıca halkın şuuraltına yerleşmiş bulunan kardeşlik ve barış hukuku ile Türk milliyetçiliğinin doğasında var olan hoşgörü ve kucaklayıcılık iklimi, Türklerle Kürt kökenli vatandaşlarımız arasındaki genel bir iç çatışmanın önünde engel oluşturmuştur.

 TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN KİTLELER ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİ İLK KEŞFEDEN VE OLANCA KUVVETİYLE KULLANAN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'TÜR

İşte bu iklimin muhafazası ve sürdürülmesi, Milliyetçi-Ülkücü Hareketin görevi olmuştur. Türk milliyetçileri, bu görevi şimdiye kadar hakkıyla ifa etmişlerdir. 

MHP sayesindedir ki artık Türkiye'de "Türk milliyetçiliği" üzerinde adı konmamış bir konsensüs vardır.  

MHP'nin verdiği çetin mücadeleler sayesindedir ki Türk milliyetçiliği sadece devlet kademelerinde genel teamül şeklinde hüküm süren bir telakki hâline gelmekle kalmamış, aynı zamanda sivil toplumun hemen her kesiminde de revaç bulmuştur. 

Bu konsensüs, toplumun bir parçası olan çeşitli unsurları, alt kültürleri, dinî ve etnik yapıları dışlamayan; Osmanlıdan kalma kucaklayıcı, birleştirici, kaynaştırıcı bir devlet ve insan anlayışının derin ve köklü izlerini taşımaktadır. O bakımdan Türk milliyetçiliğini Batı'daki kötü örnekleriyle karıştırmamak, hele de etnik ve mikro milliyetçiliklerle kıyaslamamak lazımdır.

Türk milliyetçiliğinin kitleler üzerindeki etkisini ilk keşfeden ve olanca kuvvetiyle kullanan Mustafa Kemal Atatürk'tür. 

Atatürk, Türklük sevgisinin kitleler üzerinde kamçılayıcı, teşvik edici şahlandırıcı bir tesir icra ettiğini bizzat müşahede etmiştir. 

Atatürk Millî Mücadele yıllarında Meclis Başkanı ve Başkomutan iken askere heyecan vermesi için Mehmet Âkif'e ısmarlanan İstiklal Marşı, içinde ırkçılık bulunmayan bir milliyetçiliğin nefis bir Türkçeyle dile getirilmesi olmuştur. 

Öyle ki İstiklal Marşı yalnızca askerimizi değil, bütün Türk milletini ayağa kaldırmış, millî duyguları coşturmuştur. 

İstiklal Marşı aynı zamanda milletin şuuraltında, genlerinde var olan bir imanın küllerini savurarak bir daha sönmeyecek bir bağımsızlık koru hâline gelmesini sağlamıştır. 

Milletin bir iman cevheri hâlinde sinesinde sakladığı beka ve istiklal azmi, Atatürk'ünTürk milliyetçiliğini Cumhuriyet'in temel harcı hâline getirme kararı vermesinde amil olmuştur. 

Cumhuriyet Türkiye'si, bütün acı tecrübelerden sonra Atatürk'ün attığı adımların Türkiye'nin tek kurtuluş çaresi olduğunu görmüştür.

Özellikle 15 Temmuz 2016'daki ihanet kalkışması, ülkeyi yönetenlerin icraatta ulus devlet ipine sarılmaktan başka yol olmadığını ibretle görmelerine vesile olmuştur.

Emperyalist saldırılar karşısında Türkiye'nin bölgesinde ayakta kalması için Cumhuriyet'in kuruluş felsefesinden asla uzaklaşmaması ve ne yapıp edip ulus devlet sürecini tamamlaması gerektiği ortaya çıkmıştır. 

Bu olgunun son 50 yıldakibaşat aktörünün, Milliyetçi-Ülkücü Hareket ve onun siyaset platformundaki temsilcisi MHP olduğuna şüphe yoktur.

MHP'nin misyonu, sadece büyük hedeflere yürüyen bir siyasi parti olmaktan öteye doğrudan Türk devletini birlik ve bütünlüğüne, milletimizin bekasına hizmet etmek üzere kurgulanmış hayati bir vazifedir. 

MHP'nin bugünkü politikalarını da bu çerçevede mütalaa etmek lazımdır. 

MHP'nin Türk siyasi hayatında icra ettiği fonksiyonu anlamaktan aciz olanlar, büyük bir yanılgıyla kimi zaman onu sığ bir ideoloji partisi, kimi zaman da iktidarın payandası gibi nitelendirmektedir. 

Oysa MHP, tarihî bir görevi yerine getirmektedir.

MHP; Türk milletinin varlık mücadelesinin ateşleyicisi ve sigortası, toplumsal özgüven ve sağduyunun dayanağı, geleceğimizin garantisi konumundadır.

Bütün bu fonksiyonları nedeniyledir ki MHP, hasım ve muarızlarının karalama kampanyalarının hedefi olmuştur. 

MHP'nin icra ettiği işlevin baltalanması için başta FETÖ olmak üzere birçok şer odağı tarafından özellikle şahıslar üzerinden etkisizleştirme, değersizleştirme kampanyaları yürütülmüştür. 

Günahkâr Müslümanlar yüzünden İslam'ın suçlanamayacağı gibi şahısların zaafları, hataları ve eksiklikleri üzerinden bir siyasi hareket olarak MHP'nin suçlanamayacağı realitesi hesaba katılmamıştır. 

MHP kurulduğu yıllardan bugüne içeriden ve dışarıdan birtakım ayrıştırıcı nifak hareketlerine de maruz kalmıştır. İçeride sözde bazı muhalif hareketler desteklenmek suretiyle yıpratılmaya çalışılmıştır. 

MHP'nin yolunu kesmek, siyasi müessiriyetini yok etmek, dominant karakterinidumura uğratmak amaçlanmış ama başarılamamıştır.

Türk milliyetçiliği davasının bir "şahıslar ve kişilikler" hareketi olmadığı, Türk milletinin kalbinden doğan bir kurtuluş ve bağımsızlık pınarı olduğu öngörülememiştir.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket bir dava hareketidir. Mücadelesini verdiği dava, bir insanın gelecek beklentisi değil, uğrunda ölünesi bir milletin beka davasıdır. Onu sözde"iyilik" olsun diye satmak, bu aziz millete yapılacak kötülüklerin en büyüğüdür.

Tarih, ihanetin bedelini acı şekilde ödeyenlerin ibret dolu hikâyeleriyle doludur. 

Süleyman Özmenleri, Alpaslan Gümüşleri, Yusuf İmamoğluları Fırat Çakıroğluları unutanlar, Alparslan'ı da Fatih'i de Yavuz'u da, Atatürk'ü de unutmuşlar demektir.

İhanetin anatomisi çıkarıldığında görülür ki buna yeltenenlerin, ait oldukları camiaya mensubiyetleri pamuk ipliğine bağlıdır. Bunlar, camianın siyasi ve ideolojik gücünü yansıtan fikirlerin ağırlığı altında ezilerek ilk fırsatta başka mahfillere kapılanmanın çarelerini aramaya başlamaktadır. 

Bu gibilerin aidiyet duygularının zayıf olduğu, beraberce oturulan sofrayı her fırsatta devirmeye müsait oldukları, kendi kusurlarını düzeltmeye gayret etmek yerine yol arkadaşlarında kusur aramayı yeğledikleri görülmektedir.  

Bunların dayanışma, yardımlaşma ve en önemlisi de diğergâmlıkve fedakârlık duyguları zayıftır. Karakterlerinin baskın yönlerini, bencillik ve çıkarcılıkları oluşturmaktadır. 

İhanete yatkın kimselerin; en küçük zorlukta, en basit imtihanda eğilip büküldükleri ve sudan sebeplerle yol arkadaşlarını terk ettikleri sıkça örülmüştür.

Şahıslarla, şahsiyatla uğraşıp hedefi ve istikameti yitirerek Ülküdaşlık hukukundan uzaklaşanlar; zaten ülkü erlerinin arasında kalmaya layık olmadıklarını ispatlamış olmaktadır.

Ülkücü Hareket'i temsil eden MHP;şahsi ikbal kaygısıyla değil,millî istikbal ve istiklal endişesiyle buluşan milyonların partisi olmuştur. 

Barış ve bütünlük ikliminin gönüllü aktivistleri olan Ülkücülerin mümeyyiz vasfı; millet sevdasını uğrunda can vermeye değer bir dava, bir ülkü olarak görmeleri, bunda sadakat ve kararlılık göstermeleridir. 

ÜLKÜCÜLER; GÜNEŞİ ZAPT ETMEYİ DEĞİL, ÜÇ HİLALİN GÖLGESİNDE TOPLANMAYI YEĞLEMİŞLERDİR

Ülkücüler; bir Yusuf bir, Kerem gibi Ülkü denen nazlı geline bağlanmışlar, üç hilalin emin gölgesinde toplanmışlardır. 

Hiçbir kişisel beklenti, başkalarının sergilediği hiçbir beşeri hata, hiçbir insani kusur onların davlarından vazgeçmelerine engel teşkil etmemiştir.

Ülkücüler, Başbuğ Alparslan Türkeş gerekse verilen binlerce şehidin manevi varlıklarını daima yanı başlarında ve gönüllerinde hissetmişlerdir.

Ülkücüler, milletimizin bekası uğrunda canlarını feda eden şehitlerimizin omuzlarına her babayiğidin taşıyamayacağı kutlu bir yük bırakarak aramızdan ayrıldığını hep hatırda tutmuşlardır.

Ülkücüler, davaya bağlılığın şeref ve namus borcu olduğunun bilincinde olmuşlardır.

Ülkücüler, hayat sürdüğümüz coğrafyada ayakta durabilmenin şifrelerini keşfetmişler ve bu şifreleri hiçbir dünya nimeti için satmamışlardır.

Ülkücüler yakıcı güneşlerin göz kamaştıran ama ihanet saçan ışıklarına kapılmamışlardır.

Ülkücüler; güneşi zapt etmeyi değil, üç hilalin gölgesinde toplanmayı yeğlemişlerdir.

Ülkücüler yaban ufuklarda yalazlananşeytani alevlere koşan pervanelerin birer birer yandığına defalarcaşahit olmuşlardır.

Ülkücüler; kalplerinde sevgiye, dayanışmaya, diğerkâmlığa, fedakârlığa yer olmayanların; pervaneler misali fitne güneşinin yakıcı ışıklarına kapıldıklarını görmüşlerdir.

ÜLKÜCÜLÜK, ÇAĞI OKUMAK, 21. YÜZYILI DOĞRU YORUMLAMAKTIR 

Ülkücüler, dünya ve dun için davasına ihanet edenlerle peşinden sürüklendikleriİçingKatunların layığını bulduğunu Türk tarihinden öğrenmişlerdir.

Ülkücüler; ihanete meyledip yolunu şaşıranların aksine, istikamet üzere olan iman erleridir.

Ülkücüler; Türk milletinin bekasının, Türk devletinin geleceğinin teminatıdır.

Ülkücülük; Türk milletini ölesiye sevmek, ömrünü onun bekasına adamaktır.

Ülkücülük, çağı okumak, 21. yüzyılı doğru yorumlamaktır. 

Ülkücü görüşü teşkil eden Türk milliyetçiliği fikriyatı, gelişmeci, katılımcı, üretici, toplumcu, uygar ve modernisttir. 

Lakin bu hakikati teslim etmek için Türk milliyetçiliğini Batılı kavramlarla tarife çalışmak yerine geçirdiği evreleri ve bugün üstlendiği fonksiyonu Batı'daki vahim gelişmelere bakarak doğru tahlil etmek yeterli olacaktır.

Bu bağlamda başta ABD olmak üzere Batı'da giderek artan yabancı düşmanlığı ve Türk aleyhtarlığının sosyolojik arka planına dikkat nazarlarıyla bakılmalı, bu vakıanın milletimiz açısından oluşturduğu tehdit masaya yatırılmalıdır.

Almanya ve Avusturya'daki havalimanlarında Türk yolcuların köpekle aranmasının arkasındaki psikolojik travma ve cinnetin, hem bin yıllık aşağılık duygusu ve nefret birikiminin hem de bin yıllık korkunun dışa vurumu olduğu asla gözden kaçırılmamalıdır.

Coğrafyamızda da Türk varlığına yönelik tehdidin ne derece büyük olduğu cümlenin malumudur. 

Türklüğe yönelen bu global tehlikeyi savuşturmak için ihtiyaç duyulan cevherin, Milliyetçi-Ülkücü Hareket ve MHP'nin temsil ettiği tarihî misyonda gizli olduğu apaçık ortadadır.

Milliyetçi-

Ülkücü Hareket ve MHP öteden beri fikirde her türlü zararlı ideoloji ve görüşe karşı hem doğal etkisizleştirici hem de panzehir işlevi görmüş; siyasette yapıcı icraatıyla istikrar ve güven unsuru olmuştur. 

Türkiye'de çoğu zararlı olan sol akımların marjinalleşmesinde ve taban kaybetmesinde Türk milliyetçiliği fikriyatının dinamizmiyle birlikte bu fikriyatın temsilcisi olan MHP'nin dominant karakteri ve özgül ağırlığı rol oynamıştır. 

MHP VARSA MİLLETİMİZE TASA YOKTUR

Milliyetçi-Ülkücü Hareketin Türkiye'nin geleceği açısından taşıdığı hayati önem, bugünkü konjonktürde daha da artmıştır.

Şimdi Başbuğ Alparslan Türkeş'in miras olarak bıraktığı mücadele bayrağı, Milliyetçi-Ülkücü Hareketin ve MHP'nin Lideri Devlet Bahçeli'nin emin ellerindedir. Bunun inkârı, gerçeği değiştirmez.

Türkiye bir yandan büyüyüp güçlenirken sorunları da varlığına yönelik tehditler deartış göstermektedir.  Bu itibarla Milliyetçi-Ülkücü Hareketin varlığına her zamankinden çok ihtiyaç bulunmaktadır. 

MHP, bu gerçekten hareketle daima uyanık, müteyakkız ve hazırlıklı konumda olacaktır.   

MHP; Milliyetçi-Ülkücü Hareketin siyasetteki temsilcisi sıfatıyla eskisinden daha güçlü bir ivme, şevk ve azimle bayrağı taşımaya devam edecektir. 

MHP, sadece politikadaki özgül ağırlığı, dominant hüviyeti ve fikir cephesindeki müessiriyetiyle değil; geleceğe dönük plan, program ve projeleriyle milletimizin hizmetinde olacaktır.

MHP varsa milletimize tasa yoktur!