Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın,"Danıştay’ın 8. Dairesi’nce Andımız hakkında alınan karar; yasaklamanın arkasında siyasi iradenin değil, sadece bazı gizli Türklük düşmanlarının olduğunu ortaya koymuştur. Söz konusu karar, affedilmez bir yanlışın telafisi açısından fırsat yaratmıştır. Bu fırsat heba edilmemelidir. Danıştay’ın kararı temyiz edilmemeli, Andımız’ın yeniden okullarda okunmasının önünü açılmalıdır.  Andımız kaldırıldığından beri kanayan millî vicdanın sesine kulak verilmelidir. Andımız hakkındaki yersiz idari tepkiler ve millî beklentileri yansıtmayan ideolojik peşin hükümler gözden geçirilmelidir. "dedi.

MHP'li Yalçın'ın açıklamaları şu şekilde:

Danıştay 8. Dairesi'nin Öğrenci Andını kaldıran yönetmelik hükmünü iptal etmesine dair tepkileri MHP olarak dikkatle takip etmekteyiz.

Öğrenci Andının 2013 yılında Anayasa'ya ve Millî Eğitim Temel Kanunu'na aykırı “ırkçı” ifadeler içerdiği gerekçesiyle kaldırılmasına MHP olarak tepki göstermiş; andın metninde geçen Türk kelimesinin bir ırkın değil, bir milletin ortak adı olduğuna dikkati çekmiştik.

“Adı üzerinde, millî eğitim kavramında yer alan millî kelimesi ile hangi millet kastedilmektedir?” diye sormuş; Atatürk’ün, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” ifadesinde manasını bulan anayasal kimliğin, “Türk” adıyla tanımlandığını hatırlatmıştık.

Andımızın, vatansever nesiller yetiştirme; sınıfsız, ayrımsız bir toplum ve bir millî devlet oluşturma maksadına hizmet ettiğini belirtmiştik.

Bugün de ister istemez sorma ihtiyacı duymaktayız:

“Kurduğu devlete adını veren milletin kendi ismini ‘ırkçı ve Anayasa’ya aykırı’ bulma tuhaflık ve garabeti, başta hangi ülkede vardır?”

Eğer Andımız yasağının referans noktası yüce dinimizse İslam’ın reddettiği ırkçılık, bir milletin kendi adını iftiharla kullanması değil, etnik asabiyetle başka milletlere zulmetmesidir.

Zulüm Türk adının neresindedir?

Anadolu topraklarına Türkiye dendiği 12. yüzyıldan beri Türk; güvenin, adaletin, doğruluğun adı ve simgesi olmuştur.

Eski dönemlerde Türk adı Müslümanlıkla iç içe kullanılmış; bazen birbirinin aynı, bazen de tamamlayıcısı olmuştur.

Avrupalılar, Türklere esir düşüp sonradan Müslüman olan Hristiyanlar için bin yıl boyunca “Türk oldu.” demişlerdir.

Türk, sadece bir milletin adı değil; bir medeniyetin, bir anlayışın, dünyaya nizam veren cihanşümul bir ülkünün vasfıdır.

Türk, Türkiye topraklarında yaşayan insanlarımızın ortak adıdır.

Türk milletinin son kalesi olan Türkiye, Millî Mücadele yıllarından beri emperyalizm karşısında mazlum milletlerin, ezilenlerin, özellikle de İslam dünyasının kurtuluş ümidi olmuştur.

Türklük yaşadıkça İslam da var olacaktır.

Dünyanın dört bir yanında Müslümanların zulüm işkence ve baskılara maruz kaldığı, ötekileştirildiği, İslamofobinin zirveye ulaştığı; vekâlet savaşlarının kaosundaki coğrafyamızın kan, ateş ve entrika içinde yüzdüğü bir dönemde; Türkiye’nin birlik ve bütünlük içinde bulunmasına her dönemdekinden daha fazla ihtiyaç vardır.

Suriye’de Türk askerinin görev yaptığı yerlerde esen huzur ve güvenlik rüzgârları, Türk varlığına duyulan güvenin bir sonucudur.

Türkiye; bölgesinde ve dünyada bir güvenlik adası, istikrar coğrafyası, emniyet kaynağıdır.

Terörizmin topraklarımıza musallat almasının, Türk adının ve Türkiye’nin hem bölgede hem de dünyada icra ettiği fonksiyonun baltalanmak istenmesinin sebeplerinden biri de, bir zamanlar üç kıtada sevgi ve adaletle hükümran olan atalarımızın ruhunun dirileceği korkusudur.

O bakımdan, Türkiye’de yaşayan farklı etnik kökenlerden insanların çimentosu olan Türk kavramına ırkçı ve etnik anlamlar yüklenip kirletilmesine izin verilmemelidir.

Türkiye’de etnik aidiyetleri bir potada birleştiren, vatandaşlık kimliğimizin adı olan Türk kelimesinden alerji duyulmasının, milletimizce hoş karşılanmadığı bilinmelidir.

Hainler ve bölücüler dışındaki Türk vatandaşlarının, Türk adından gocunmayıp millet sevgisiyle dolu olduğunu gösteren sayısız örnekler vardır.

Sadece Türkiye’ye değil, bütün dünyaya ibret olacak bu tarih; Türklüğün, etnik aidiyetlerin fevkinde ve ırkçılığı reddeden bir vatandaşlık kimliği olduğunu ispatlayan oldukça çarpıcı bir vesika, bir millî duruş belgesidir.

Danıştay’ın tespitinde olduğu gibi, Andımız; yeni nesillerin ülkesine anayasal vatandaşlık temelinde aidiyetini ve bağlılığını güçlendirmeyi; onlarda millî, manevi ve kültürel değerlerin oluşumuna katkı sağlamayı amaçlamaktadır.

Ne yazık ki Türkiye, Andımız’ın yasaklandığı 2013 şartlarından oldukça farklı ve tehlikelerle dolu bir kulvardadır.

2013 sonrasında PKK, FETÖ ve DEAŞ başta olmak üzere ayrılıkçı terör unsurlarıyla daha çetin bir mücadeleye girişilmek zorunda kalınmıştır.

Andımızın yasaklanmasının toplumsal barışa katkısı olmadığı gibi, 5 yıllık süre zarfında bölücü ve ayrılıkçı mihrakların hendekler kazarak devlete başkaldırmaya yeltenmelerine mani olmadığı görülmüştür.

Son beş yıl zarfında mazbatalı teröristler, ölü PKK’lıların cenazelerine fütursuzca katılmaya başlamışlar, ayrılıkçı söylemlerine daha çok hız vermişlerdir.

Yani Andımız’ın yasaklanması bölücülere yaramış, ayrılıkçılara cesaret vermiştir.

Andımız’ı yasaklamanın, birlik ve bütünlüğümüz hiçbir katkısının olmadığı böylece ortaya çıkmış; beş yıldır uygulanan yasağın arkasında bir takım kirli emellilerin bulunduğu yargısı güçlenmiştir.

Hele de 15 Temmuz ihanet kalkışmasından sonra Türkiye’nin öncelik ve dinamikleri değişmiş, buna paralel olarak Türkiye’yi yönetmeye talip olan siyasi partilerin de tutum ve politikalarında hayati değişiklikler meydana gelmiştir.

Genç kuşakların Andımız’ın ruh ve maksadına uygun bilinçli vatan evlatları olarak yetişmeleri bugün eskisinden daha çok önem kazanmış, zaruri ve hayati hâl almıştır.

Bunca olup bitenden sonra bazı siyasiler, Türk milletine mensubiyet şuuru ve aidiyet duygusundan mahrumiyetlerini hâlâ hangi cüretle kamuoyunun gözüne sokabilmekte ve bu cesareti nereden almaktadır?

Devletimizin ve milletimizin yanında yer aldığını söyleyenlerin Danıştay’ın siyaset yaptığını öne sürerek Türklükle dertlerini aşikâr etmelerinin sebebi nedir?

Türkiye’de Türklüğe karşı çıkanlar, hem ayaklarına kurşun sıktıklarını hem de nimetlendikleri topraklara ihanet ettiklerini bilmemekte midir?

Andımız’ın yasak olarak kalmasındaki ısrarda iyi niyet arayamayız.

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin Andımız’la ilgili ibretamiz uyarılarından ürküp Allah’ın muhafazasına sığınanlar; Yüce Yaradan’dan önce vekâleten devrettiği yetkileri kötüye kullandıkları Türk milletine nasıl hesap vereceklerini kara kara düşünmeli, Türk adaletine sığınmalıdır.

Danıştay’ın siyasetle meşgul olduğunu söyleyerek Andımız’a karşı çıkanlar, sadece hukukun üstünlüğü ilkesini politik söylemlere boğup iğdiş etmeye çalışanlar, dünyada mülkün sahibinin millet olduğunu unutmamalıdır.

Kendini gizlice başka aidiyet içinde hissedip bunu bir türlü açık edemeyenler, Türklükten rahatsızlıklarına politika kılıfı geçirmenin artık çıplak gerçeği örtemediğini görmelidirler.

Milletimiz artık farkındadır ki Andımız’a duyulan alerji, aynı zamanda Türklüğü inkârın etnik dışavurumudur.

Andımıza “ırkçılık” yaftası yapıştırılması, vaktiyle “Türk olmaktan kurtulduk.” diye sevinenlerin el ovuşturmasından daha beter bir tavır, daha namert bir oportünizmdir.

Andımız karşıtları mertçe asıl niyetlerini belli edeceklerine, sadece Türk yargısını töhmet altında bırakmakla kalmamakta; devletimizin kurucusu ve sahibi olan milyonlarca Türk’ün kendilerine tanıdığı yetkileri istismar etmektedir.

Eğer Danıştay’ın içtihadı siyaset yapmaksa, 70 yıl boyunca “yurdunu ve milletin özünden çok sevdiklerini” haykıran milyonlarca körpe dimağ da siyaset(!) yapmıştır.

Oysa Danıştay siyaset yapmadığı gibi, yavrularımızın milletimiz adına ant içme geleneğini yasaklayan politikacıların hatasını düzeltmiş bulunmaktadır.

Danıştay’ın 8. Dairesi’nce Andımız hakkında alınan karar; yasaklamanın arkasında siyasi iradenin değil, sadece bazı gizli Türklük düşmanlarının olduğunu ortaya koymuştur.

Söz konusu karar, affedilmez bir yanlışın telafisi açısından fırsat yaratmıştır.

Bu fırsat heba edilmemelidir.

Danıştay’ın kararı temyiz edilmemeli, Andımız’ın yeniden okullarda okunmasının önünü açılmalıdır.

Andımız kaldırıldığından beri kanayan millî vicdanın sesine kulak verilmelidir.

Andımız hakkındaki yersiz idari tepkiler ve millî beklentileri yansıtmayan ideolojik peşin hükümler gözden geçirilmelidir.

Türkiye’nin içinden geçtiği nazik bir dönemde ilgili ve yetkililer; yapıcı ve kucaklayıcı olmalı, Türk adından alerji duyan kesimlerin elini ovuşturmasına vesile olacak adımlardan kaçınılmalıdır.

Türk kavramından sadece bölücülerin, etnik ayrılıkçıların, Türkiye ve Türklük düşmanlarının rahatsız olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

Türkiye’de yaşadıkları ve Türk’ün ekmeğini yiyip bizimle aynı hakları, aynı kaderi paylaştıkları hâlde Türk kimliğini reddederek bölücülük yapanlar memnun edilmemeli, onların ekmeğine yağ sürülmemelidir.

Hükümetin bu konuda yapıcı yaklaşım sergilemesi, sadece Danıştay’ın kararının değil; onun arkasındaki millî iradenin de dikkate alınması, yüreklere su serpecektir.

Danıştay kararının ihtilaf çıkardığına dair görüşlere de katılmıyoruz.

Bilakis bu kararla 2013’te suni olarak yaratılan bir ihtilaf ortadan kaldırılmış, Türk adının tartışmaya açılmasına, şaibelere bulaştırılmasına Danıştay son noktayı koymuştur.

Andımız’a yasağı kaldıran Danıştay’a “Anayasa’ya sadakat ve sınırlarını aşmama” uyarısında bulunmak yerine Anayasa’da Türk kimliğine yapılan atıflar doğrultusunda hareket edilmesi, ideolojik, tarihî ve etnik saplantıların yönetim anlayışına egemen olmaması, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu toplumsal barışa katkıda bulunacaktır.