MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın yaptığı açıklamada "Kanal İstanbul’u 2011 koşullarında değerlendirip bugünkü bölgesel ve küresel fotoğrafı görememek, en hafif tabirle cehalettir" dedi.

Semih Yalçın'ın açıklaması şu şekilde:

Birbirine rakip olan, birbirini kıyasıya eleştiren siyasi partiler ve politikacılar arasında ülkenin vazgeçilmez menfaatleri, milletin mutlak mevcudiyeti ve devletin bekası gereği bazı uzlaşmalar hayata geçebilir.

Ayrıca 15 Temmuz 2016 ihanet kalkışmasından sonra Türkiye’de temel taşlar yerinden oynamış, konjonktür de; siyasi, sosyolojik ve ekonomik şartlar da, bölgesel ve küresel atmosfer de çok değişmiştir.

Böylesi badireli bir dönemde milletimizin birlik ve dirliği, devletimizin geleceği noktasında bir çıkış yolu bulunabilmesi için MHP’nin fedakârca çırpınış ve hamleleri; eleştirilmeyi değil, alkışlanmayı hak etmektedir.

Türk aydını ve devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa’nın Mecelle’sindeki “kıyasla veya örfe göre verilen hükümlerin zamanla değişebileceğine” dair hüküm, siyasette de, ekonomide de, sosyolojide de geçerlidir.

Kaldı ki MHP kuruluşundan beri yapıcı, pozitif, sorumlu, sorun çözen ve ön yargısız bir siyasi anlayışını sürdürmüş; demokrasimizin işleyişini bozan tıkanıklıkların ortadan kaldırılması için çaba göstermiştir.

Sayın Genel Başkanımızın da ifade ettiği gibi MHP; temel ilkelerinden taviz vermeden, geçmişteki kimi değerlendirmelerini gözden geçirebilmekte ve memleketimizin hayrına olmak üzere, bazı siyasi adım ve projelere destek vermektedir.

Kanal İstanbul Projesi de, günümüzün şartlarında, bölgede ve dünyada olup bitenler bağlamında değerlendirilmiştir.

Eleştiri konusu olan 2011’in şartları değişmiştir.

Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye, küresel bir güç olma yolunda 2023’e doğru kararlı ve bağımsız adımlarla ilerlerken, denizler üzerinden gelen tehdit ve tehlikeler olağanüstü surette artmıştır.

Gerek Rusya ile Ukrayna arasındaki toprak sorunları ve Kırım ihtilafı dolayısıyla yaşanan gerginliklerin Karadeniz ülkelerine yansımaları, gerek Suriye ve Doğu Akdeniz’de yaşananlar, gerekse Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin ABD, AB ve bazı bölge ülkelerini arkasına alarak attığı tehditkâr adımlar karşısında Türkiye; güvenlik çıkarlarını korumak üzere bazı tedbirler almak mecburiyetindedir.

Böylesi muhataralı bir küresel atmosferde devleti yönetenleri yalnız bırakmak, ihanetten farksızdır.

Diğer taraftan, gelişmiş ülkelerle kendilerine müstakbel tehdit olarak gördükleri Türkiye arasında her alanda adı konmamış bir savaş cereyan etmektedir.

Bu savaşı sürdürebilmenin yolu, savunmada millîlik ve yerliliği azami ölçüde arttırarak bağımlılıktan kurtulmanın yanında, temel mücadele vasıtalarından biri olan ekonomik ve ticarette de güçlü adımların atılmasından geçmektedir.

Bir deniz ülkesi konumundaki Türkiye, deniz ticaretinin dünyadaki pastasından çok az pay almaktadır.

Bu bağlamda, Türkiye’nin bazı küresel hamleler yapması doğaldır.

Denizleri birbirine bağlayan su kanalları üzerindeki ticaret devasa boyutlardadır. Akdeniz’i Marmara üzerinden Karadeniz’e bağlayacak ve Türkiye’nin deniz ticaretine muazzam katkılarda bulunacak bir “iç suyolu” olan Kanal İstanbul da bu çerçevede mütalaa edilmelidir.

Kanal İstanbul’u 2011 koşullarında değerlendirip bugünkü bölgesel ve küresel fotoğrafı görememek, en hafif tabirle cehalettir.

Bu hususta MHP’nin temel beklentisi; Kanal İstanbul iç suyolunun, Boğazların hükümranlık haklarını Türkiye’ye veren, bölgede ve Karadeniz’de barışın sürmesine katkıda bulunan Montrö Sözleşmesi’ne halel getirmeyecek surette düzenlenmesidir.

O takdirde Kanal İstanbul; hem siyasi, hem ekonomik, hem de konjonktürel açıdan stratejik bir proje değeri taşıyacaktır.

İstanbul Yarımadası’nın çevresel, jeolojik ve coğrafi yapısını dikkate alacak, bilimsel kriterler ışığında hayata geçirilecek bir kanal projesi; cazip bir ekonomik ve ticari hacim üretecektir.

Sadece bölge ülkelerini değil, dünyada deniz ticaretinin temel figürü olan ülkeleri de buraya çekecek olan Kanal İstanbul, Türkiye’ye bu anlamda çok büyük getiri sağlayacaktır.

Kanal İstanbul’un çevre felaketine yol açacağına, Avrupa ülkelerinin lağımı olacağına, depremi tetikleyeceğine, rant kapısı olacağına dair iddiaların hepsi peşin hükümlüdür ve bilimsel dayanaktan yoksundur.

Sadece AFAD'dan gelen ve Kanal İstanbul projesinin deprem riski oluşturduğu yönündeki iddiaları yalanlayan açıklama bile, bu türden karalama kampanyalarının kofluğunu ortaya koymaya yeterlidir.

Dünyada faaliyette olan kanallar üzerinden ilgili devletler milyarlarca dolar kazanırken; siyasi, ekonomik ve stratejik hedeflerine ulaşmak isteyen bazı ülkelerin harıl harıl yeni kanallar açma çabaları sürerken, Türkiye’nin önüne engel çıkarılmamalıdır.