MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, seçim bölgesi Bursa'da, partisinin il teşkilatında basın mensuplarıyla bir araya geldi. Gündeme ilişkin açıklamalarda bulunan Büyükataman, 15 Temmuz başarısız darbe girişimini değerlendirdi. Milli varlık ve güvenliğimizi tehdit edenlere karşı aynı safta mücadele halinde olduklarını, konu vatansa, siyasetin ikinci planda kaldığını belinten Büyükataman, "Milliyetçi Hareket Partisi Türklüğün yaşaması, huzur ve iç barış ortamının tesisi için ne gerekiyorsa yapmaya dünden hazırdır. Diyorlar ki bahar aylarında yeni bir darbe teşebbüsü olacakmış. FETÖ’nün vazgeçmemiş, uyuyan hücreleri bir kez daha silaha sarılacakmış. Bu iddia sahiplerinin kriz ve kaos rüzgarı estirmesi, karamsarlık ve korku aşılaması kesinlikle art niyetliliktir. Kim Türkiye’nin aleyhine bir darbe hazırlığı yapıyorsa, bedelini ödemeyi de peşin peşin kabullenmelidir. Rüzgâr eken fırtına biçmeye razı olmalıdır” diye konuştu.

Büyükataman, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin cuma Bursa'ya gelip, saat 14.00'de Gökdere Meydanı'nda yapılacak mitingde partililerle bir araya geleceğini söyledi.

Büyükataman'ın konuşmasının tamamı şu şekilde:

Değerli Teşkilat Yöneticileri,

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Sözlerime başlamadan önce hepinizi en derin hürmet ve muhabbetlerimle selamlıyorum.


Değerli Misafirler,

Türkiye çok çetin, çok çetrefilli, çok çekişmeli günlerden geçmektedir. İç ve dış sorun alanlarımız gittikçe karmaşıklaşmakta, gün be gün genişlemektedir.

Görünen odur ki; Türkiye kuşatma altındadır. Türk ve Türkiye düşmanları devrededir. Türklükle alakalı çok çetin bir oyun sahnelenmektedir. Bu oyun acımasız, vahşi ve ahlaksızdır. Küresel komplonun hedefinde Türk milleti vardır. Bu nedenle terör örgütleri kışkırtılmaktadır. Bu nedenle tehditler yoğunlaşıp derinleşmektedir.

Bin yıllık kardeşliğimizden rahatsız olan mihraklar içimizde ve çevremizde kanlı bir nöbettedir. 20 Temmuz 2015’den bu tarafa vatan ve millet uğruna toprağa düşen şehit sayımız bin 139’dur. PKK saldırmaktadır. Artık hainlerin kökü kazınmalı, inleri, saklandıkları delikleri yerle bir edilmelidir.

Bunun yanında şeytanın lejyoneri olan IŞİD gözü dönmüşçesine kan dökmektedir.

Kahraman Mehmetçiğimizin El Bab’ta 6 ay boyunca destan yazarak IŞİD’i söküp attığına millet şahittir. El Bab’ta Türk milletinin onur mücadelesini veren Türk askeridir.

Vatanın her yöresinde birliğimiz, dirliğimiz ve güvenliğimiz için gece gündüz devriye gezen ve hainleri, Türkiye’ye husumet duyan alçakları deviren kahraman Mehmetçiklerdir.

Terör örgütleri 15 Temmuz’dan itibaren koordineli bir şekilde suikast ve saldırılarını hızlandırmışlardır.

Türkiye’nin milli güvenliği alarm vermektedir.

FETÖ, PKK, IŞİD, PYD-YPG’den oluşan cinayet koalisyonu, emperyalizmin kanlı talimatnamesine uygun şekilde fitne saçmaktadır.

Türkiye’nin meşru müdafaası elbette zorunludur. Başka türlüsünü düşünmek, buna itiraz etmek milli vicdana terstir.

Türkiye sınır emniyetini sağlamak, milli huzur ve istikrarı temin etmek maksadıyla; Cerablus’tan başlayarak batıya ve güneye doğru süren operasyonlar, 5 bin kilometrekare büyüklüğünde terör örgütlerinden tamamen arındırılmış güvenli bir bölgeyle derinleştirilmelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin öteden beri savunduğu budur.

PYD-YPG ise sınırlarımızın hemen dibinde, küresel güçlerin himayesiyle dört parçalı Kürdistan için tuzak kurmaktadır. Menbiç teröristlerin tasallutunda, Rakka tutsaktır.

Bu cinayet çetelerinin en sinsisi olan FETÖ 15 Temmuz’da silaha sarılmıştır. Bunlar şerefli Türk askerinin kamuflajı içine saklandılar. Bunlar din ve diyanet istismarıyla batıla hizmet edip, küfrün yanında hizalandılar.

FETÖ, Anadolu’yu ele geçirmek maksadıyla yüzyıllardır pusuda bekleyen muhasım odakların, müstevli emellerin kızgın maşası, karanlık parçasıdır. 15 Temmuz bir Haçlı operasyonuydu.

Haşhaşiler, Tapınak Şövalyeleri, Sion Tarikatı, İllimünati yapılanması başta olmak üzere, batıni ezoterik örgütler neyse FETÖ aşağı yukarı aynısıdır.

Ve bu karanlık şebekenin görünür elebaşısı Pensilvanyalı imam kisveli hoca kılıklı haçlı artığıdır.

ABD’nin bu teröristi derhal Türkiye’ye iade etmesi ise insanlığın teyidiyle birlikte iki ülke arasındaki ilişkilerin canlanmasına hizmet edecek ve uluslararası hukukun da gereği sayılacaktır.

Çanakkale’de şamarladıklarımız, Sakarya’da şaşkına çevirdiklerimiz, Dumlupınar’da kovaladıklarımız 15 Temmuz’da karşımıza tekrar çıkmışlardır. Bunların kökü derinlerde, emperyalizmin içindedir.

Meşum 15 Temmuz gecesinde Milliyetçi Hareket Partisi Ankara’nın göbeğinde, haine, zalime, katile meydan okuyarak korkusuzca ayakta, vatan görevinin başındaydı.

Türkiye uçurumdan el birliğiyle kurtarıldı. Türk milleti istiklaline sahip çıktı.

15 Temmuz feci bir olaydır, zamanla arkasındaki sis perdesi aralanacaktır.

Mesela Yurtta Sulh Konseyi’nin kimlerden oluştuğu, 15 Temmuz’un siyasi ayağının ana kadro ve zirve isimleri mutlaka ortaya çıkacaktır.

Dağa doğrusu çıkmak ve deşifre edilmek mecburiyeti vardır. 15 Temmuz’un karanlıkta kalan yüz ve isimlerini öğrenmek milletimizin en doğal hakkıdır.

İşgale umut bağlayanlar, darbeseviciler, darbe şakşakçıları, FETÖ’nün kripto elemanları kimdir, kimlerden oluşmaktadır?

El değmemiş, dokunulmamış, kendisini unutturmuş veya kenara almış FETÖ’nün kodaman ve hatırlı simaları nerelerde gizlenmekte, neden imtiyazlarla koruma altındadır?

Tüm bu soruların cevabını milletimiz merak etmektedir. 15 Temmuz itibariyle Türkiye’nin siyasi ve sosyal yapısı farklılaşmıştır.

Korumamız gereken bir demokrasimiz vardır. Üzerinde titrememiz gereken bir bağımsızlığımız vardır. Savunmamız gereken bir vatanımız, gözümüz gibi bakmamız gereken milli varlığımız söz konusudur.

Cepheleşmelere dur demeli, birlikte ve kardeşçe yaşamayı tercih etmeliyiz. Türkiye’nin iç ve dış sorunlarına karşı ortak, aşılmaz, yıkılmaz ve sağlam milli bir set inşa etmeliyiz.

Milletimizin ihtiyaç ve talepleri neyse, ortak akıl ve uzlaşmayla cevaplamak durumundayız. Türkiye her türlü siyasi mülahaza ve ideolojik önyargıdan önemlidir. Milliyetçi Hareket Partisi bu vatanı karşılıksız sevmiştir.

Ayağımıza kurşun sıkmayacağız, papaza kızıp oruç bozmayacağız. Ezik durmak yok, boyun bükmek yok, Çanakkale’yi unutmak, 15 Temmuz’u akıldan çıkarmak asla yok. Biz kardeşiz, biz milletiz, biz hep birlikte Türk vatanı, Türk devletiyiz. Önümüze bakacağız, el ele, omuz omuza, yürek yüreğe olacağız.

Milli varlık ve güvenliğimizi tehdit edenlere karşı aynı safta mücadele halindeyiz. Konu vatansa, siyaset ikinci plandadır. Konu bekaysa, geçmişi unutmadan, içi içe geçmiş sıkılı yumruklarla geleceğe bakmamız şarttır. Bizim sevdamız Türkiye’dir, Türk-İslam’ın parlak geleceğidir. Bizim sevgi ve bağlılığımız kökeni, mezhebi, yöresi ne olursa olsun tüm kardeşlerimize yetecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi Türklüğün yaşaması, huzur ve iç barış ortamının tesisi için ne gerekiyorsa yapmaya dünden hazırdır.

Diyorlar ki, bahar aylarına dikkat edilsin. Ne olacakmış baharda, yeni bir darbe teşebbüsü. FETÖ, vazgeçmemiş, uyuyan hücreleri bir kez daha silaha sarılacakmış.

Bu iddia sahiplerinin kriz ve kaos rüzgarı estirmesi, karamsarlık ve korku aşılaması kesinlikle art niyetliliktir.

Kim Türkiye’nin aleyhine bir darbe hazırlığı yapıyorsa, bedelini ödemeyi de peşin peşin kabullenmelidir. Rüzgâr eken fırtına biçmeye razı olmalıdır.

15 Temmuz’da Türk milletinin direniş ve destanından hala bir şey çıkaramayan varsa, ya aklını kaçırmış, ya da teneşir özlemi hortlamış demektir.

Türkiye’yi tehdit etmeye, intikam almaya hiçbir faninin, hiçbir melun ve müptezel emelin nefesi yetmeyecektir.

Televizyonlarda yapılan ucube yorumlara, korku salan değerlendirmelere son verilmelidir.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonrası, Türkiye’nin iç ve dış sorunlar yumağıyla giderek daha çok boğuştuğu bir dönemdir. Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en ciddi rejim bunalımıyla karşı karşıyadır. Meclis, cumhurbaşkanlığı, hükûmet ve yargı kurumlarının görev alanları konusunda müthiş bir karmaşa yaşanmaktadır.

Yasama, yürütme ve yargı erklerinin sınırları ortadan kalkmıştır. Kimin eli kimin cebinde belli değildir.

Dış politikadan ekonomiye, hukuktan terörle mücadeleye kadar Türkiye’nin çözüm bekleyen meselelerinde yetki ve karar mercii belli değildir.

Anayasa’ya uyulmaması sonucunda ortaya çıkan kriz, bir rejim bunalımına dönüşmüş, parlamenter sistemin sadece adı kalmıştır.

Anayasa’da yeri olmadığı hâlde, parlamento da hükûmet de yargı da cumhurbaşkanlığı makamına bağlanmıştır. Bu durum, Türkiye’nin girift sorunlarının çözümünde zorluklara yol açmakta, çoğunu sürüncemede bırakmaktadır.

Mevcut ortamda, hukukun üstünlüğüne olan güven giderek ortadan kalkmaktadır.

Bu hukuksuzluk, Türkiye’ye yakışmamaktadır. Demokrasinin en az kusurlu rejim olduğuna dair inanç zedelenmektedir.

Bu sürece girilmesinde, 2014 yılında Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi sonrasında oluşan erkler belirsizliğinin ve karmaşasının payı vardır. Bundan sonra rejim ve bilhassa Anayasa yamalı bohçaya dönmüştür.

Sistemin revizyondan geçirilmesi, her şeyin yeniden tarif edilmesi ve her erkin sınırlarının yeniden tespit ihtiyacı hâsıl olmuştur.

Anayasa tartışmaları ülkemizde yeni değildir. Son 200 yıldır ülkemiz anayasa tartışmalarına şahit olmaktadır. Ancak son yaşadığımız ve muhtemel bir devlet krizine dönüşebilecek süreci kamuoyunda bilinen adıyla 367 krizi başta olmak üzere, 2007 referandumu ve 2010 referandumunun neticeleriyle beraber değerlendirmek gerekmektedir.

Tartışmaların doruk noktasına çıktığı 2007 yılında yaşananlar toplumsal hafızada tazeliğini korumaktadır. Bilindiği gibi 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde yaşanan ve kamuoyunda “367 krizi” olarak bilinen hukuk garabeti, CHP’nin müracaatı üzerine Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararla tescillenmiş ve bunun üzerine gerçekleştirilen Anayasa Referandumu ile cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesi kabul edilmiştir.

Böylece geniş yetkilerine rağmen neredeyse hiç sorumluluğu bulunmayan cumhurbaşkanlığı kurumu, “meşruiyet” açısından da orantısız olarak güçlenmiştir. Nitekim bu meşruiyet karmaşası, 2014 yılında doğrudan halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçildiği günden itibaren ortaya koyduğu siyasi tutum ve davranışları ile “fiili durum” tartışmalarını da beraberinde getirmiştir.

1961 Anayasasında sadece bir paragrafta düzenlenen yetkiler, 1982 Anayasası'nda yasama, yürütme ve yargıya ilişkin olmak üzere tam iki buçuk sayfa hâlinde son derece geniş bir şekilde tanımlanmış ve cumhurbaşkanının yetkileri buna göre belirlenmiştir. Bunun karşısında, cumhurbaşkanı sadece vatana ihanet suçu bakımından ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının dörtte 3'ünün onayıyla bir sorumluluğa tabi kılınmış, bunun dışında anayasanın hiçbir yerinde, hiçbir tür sorumluluk öngörülmemiştir. Önemle vurgulamak gerekir ki Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu için gereken 3/4 gibi çok yüksek nisap bulunabilse bile “vatana ihanet” suçunun düzenlendiği “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nun kaldırıldığı 12.04.1991 tarihinden itibaren, Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunun “suç tipi” bakımından ortadan kalktığı ve böylece Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunun imkânsız hale geldiği ileri sürülmüştür. Yani Cumhurbaşkanlığı makamı fiilen sorumsuzdur.

Yetki-sorumluluk dengesizliği çerçevesinde bakıldığında, yürütme yapısı da kendi içinde iki başlılık arz etmektedir. Bir tarafta hiçbir sorumluluğu bulunmayan bir cumhurbaşkanıyla, öbür tarafta halkın oylarıyla seçilmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisinin içinden çıkan, başında bir başbakanın olduğu ve tüm sorumluluğu da üzerinde taşıyan bir bakanlar kurulu. Yani iki başlı bir yürütme söz konusudur ve bu yapı 1982 yılından 2007 yılına kadar sorumsuz cumhurbaşkanı ve sorumlu başbakan ve Bakanlar Kurulu arasında çok ciddi tartışmaları da beraberinde getirmiştir.

Kısaca biz, 2007’de Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesine karar verilmesinin ardından yeşeren sistem tartışmalarını bitirmek için evet diyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi tarihinin her döneminde Türk milletinin, devletimizin, memleketimizin ihtiyaçları doğrultusunda, krizleri, sıkıntıları, tıkanıklıkları gideren, çözen bir tutum içerisinde olmuştur.

Bugün yine MHP bir büyük sorunu, ülkeyi felakete götürebilecek muhtemel bir gelişmeyi, son derece makul biçimde çözüme ulaştırmak için yola çıkmıştır ve önemli bir mesafe almıştır. MHP, CHP'nin yaptığı gibi, fiili durum garabetinden rahatsız olmayıp mevcut düzenin devam etmesine seyirci kalsaydı, zaten gergin olan, tarihinin en zor ve sıkıntılı dönemini yaşamaya mahkûm edilen ülkemiz çok daha büyük felaketlerle karşı karşıya kalacaktı. Nitekim Sayın Genel Başkanımız ülkenin gidişatından duyduğu derin endişeyi dile getirmiş ve bu şekilde yola devam edilmesinin getireceği yıkımların önünü kesmek için harekete geçmiştir.

Şayet devletteki tıkanma ve anayasa çemberinden uzaklaşma telafi edilmezse önümüzdeki muhtemel olaylarla baş etmenin zorlaşıp milli bekanın tasfiye olacağını şimdiden anlamak, anlaşılır ve açıklayıcı bir üslupla anlatmak artık tehiri imkânsız bir ihtiyaç haline gelmiştir.

Bu kaygı ve milli tasavvur noktasından hareketle Milliyetçi Hareket Partisi 11 Ekim 2016 tarihinde milletimizle ve siyasi muhataplarıyla anayasa eksenindeki görüşlerini çok net bir şekilde paylaşmıştır.

Netice itibariyle partimiz, hükümet etme sisteminin netleşmesi amacıyla çağrıda bulunmuş, Türkiye’nin elinin rahatlaması, nefes alması için samimiyetle siyasi görev üstlenmiştir.

Hemen peşinden Adalet ve Kalkınma Partisi hazırladığı anayasa değişiklik teklifini partimizle paylaşmış, kurulan bir komisyon marifetiyle üzerinde uzlaşmaya varılan anayasa maddeleri belirlenmiştir.

Bu kapsamda, on sekiz maddeden oluşan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin ilk tur oylaması 9 Ocak 2017’de başlayıp 15 Ocak 2017’de bitmiştir.

Bahse konu kanun teklifinin ikinci turu ise 18 Ocak 2017’de başlayıp 21 Ocak 2017’de tamamlanmıştır.

Ve de Cumhurbaşkanı’nın 10 Şubat’taki onayıyla anayasa değişikliğinin 16 Nisan 2016 tarihinde referanduma götürülmesi suretiyle milletimizin karar ve onayına sunulması kararlaştırılmıştır.

Türk milleti, kader ve kederde birlik olmuş muazzam bir beşeri varlık olarak, kendisini doğrudan ilgilendiren hükümet etme sistemiyle ilgili son sözünü söyleyecektir.

Bu demokratik kazanım ve fırsatın heba edilmemesi elbette herkesin, hepimizin sağduyu ve soğukkanlılıkla çalışmasına bağlıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi milli, ilkeli ve tutarlı bir siyasi anlayışın temsilcisi olarak, TBMM’de evet dediği anayasa değişikliği teklifine 16 Nisan’daki referandumda da aynı iradeyi göstererek evet tercihinde bulunacaktır.

MHP, ülkesine, milletine, devletine, bayrağına, imanına sahip çıkmaktadır. Türk milletinin de, bunu böyle görüp, böyle değerlendireceğinden zerre kadar endişemiz yoktur.

Değerli Misafirler,

Bütün bu gelişmeler yaşanırken sistem tartışmalarıyla 10 Ağustos 2014’den bu tarafa süren kutuplaşma ve anlaşmazlıklarla Türkiye daha fazla mesafe alamazdı. Türkiye’yi kaybedebiliriz dedik, uzlaşma çağrısı yaptık.

Devleti ve vatanı kaybedebiliriz dedik, hükümet etme sistemindeki tıkanıklık ve kilitlenmeyi açalım istedik.

Önce ülkem ve milletim, sonra ve partim ve ben anlayışıyla hareket ettik, sorumluluktan kaçmadık.

7 Ağustos Yenikapı ruhuna bağlı olduğumuzu gösterdik. Sonunda Adalet ve Kalkınma Partisi’yle 18 maddelik anayasa değişikliği üzerinde anlaştık.

Çarpıtmalara, çarpık kafalara, aramızdan çıkan çürüklere bakmayın, ilkelerimizden taviz vermedik, ülkülerimizden ayrılmadık.

15 Temmuz FETÖ felaketinden sonra siyasetin ve ülkenin beliren, tehiri imkânsız ihtiyaçlarına gözümüzü kapatmadık, sırtımızı dönmedik. Sistemin yeniden inşasını zorunlu gördük. Bunun da milli bir mutabakat kapsamında olmasına özen gösterdik. Tüm dünya üzerimize gelirken, çatışıp ayrı düşemezdik.

Hollanda, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin yaptıkları ortadadır.

Türk milletinin iradesiyle sistem değişikliği yapmasından rahatsız olan ırkçı, Türk ve İslam karşıtı blok olmadık tahammülsüzlükler gösterdi. Türk milleti bu zulme karşı dayanışma içindedir.

Avrupa’nın demokratikleşmesi, insan hak ve özgürlüklerine saygı duymayı öğrenmesi yakındır, 16 Nisan’dan sonra bu gerçek kaçınılmaz bir şekilde gündeme gelecektir.

Bilinmelidir ki, aziz milletimiz 16 Nisan’da Avrupa’ya, terör örgütlerine, Türkiye’nin kuyusunu kazmaya çalışan bütün çürümüş odaklara dersini verecek, sandıkta evet diyecektir.

Kıymetli Misafirler,

Bursa tarih demektir. Bursa fütuhat demektir. Bursa hoşgörü, anlayış, adalet, ihsan, yiğitlik ve kardeşliktir. Bursa Türk, Türk milleti ve Türk tarihidir. Bursa elleri öpülesi kutlu ceddimiz Orhan Gazi’nin mirasıdır.

Mazimizden bugüne el üstünde tutularak intikal eden; camiiler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, türbeler, köprüler, saraylar Türk milletinin topyekûn birikimi ve beraberliğinin tescilidir.

24 Mart’ta Bursa Uludağ gibi görkemli olacaktır. 24 Mart’ta Bursa Türk milletinin yeni bir destanına, yeni bir dirilişine, yeniden şahlanışına şahitlik edecektir.

Kuruluşumuzun hatıraları 24 Mart’ta bizimle beraber olacaktır. Ertuğrul Ocağının ülküleri 24 Mart’ta yanımızda olacaktır.

Erenler, evliyalar, Allah dostu büyük âlimler, asırlarca Türk-İslam medeniyetini adım adım geliştiren kahraman atalarımızın hatıraları 24 Mart’ta aramızda olacaktır.

Zafer sabahlarının, cihat ve gazayla süslenmiş muazzam dönemlerin rahmet mesajları Gökdere meydanından yükselecektir.

Milliyetçi Hareket, 24 Mart’ta Bursa’dan dünyaya evet’i haykıracaktır. Evet derken, devlet ve millet varlığının muhafazasını hedefliyoruz. Evet derken, Türkiye’nin kendine gelmesini, milli ve ortak değerlerin tahkim edilmesini, anayasanın tam hâkimiyetini amaçlıyoruz.

“Bu Ülke İçin Yeminimiz Var, Vazgeçilmez” diyoruz.

İnanıyoruz ki Bursa da “Devlet İçin Evet, Millet İçin Evet, Cumhuriyet İçin Evet, Türklüğün Bekası İçin Evet, Türkiye İçin Evet” diyecektir.

Hangi siyasi görüşten olursa olsun, ay yıldızlı bayrağın altında yaşamaktan gurur duyan, birlik ve beraberlikten yana olan, toprak bütünlüğümüzü savunan, millet ve devlet bekâsını düşünen her vatandaşımızı Gökdere meydanına davet ediyoruz.

Türkiye sevdalıları 24 Mart Cuma Saat 14.00’te Bursa Gökdere Meydanında olacaktır.

Sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Cenab-ı Allah yar ve yardımcınız olsun. Sağ olun, var olun.

Ne Mutlu Türk’üm Diyene!