Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli,"Suçlu-suçsuz tasnifi tam ve eksiksiz yapılmazsa, kim mağdur, kim mahkum ayrımı adalet ölçülerinde gerçekleşmezse, üstelik FETÖ çuvalına önüne gelen atılırsa, bilinsin ki, ihanet alttan alta beslenecek, büyüyecek, ilk fırsatta harekete geçmek üzere bilenecektir. Vatan kavrulmuş, millet kavrulmuş, devlet kavrulmuş; ama kavurmacılar aklanıyor, baklavacılar adaletten kaçırılıyorsa ortada kesinlikle çözülmesi gereken bir sorun var demektir."dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin TBMM Grup Toplantısında konuştu

MHP Lideri Bahçeli,"Sayın Cumhurbaşkanı’nın ABD ziyareti esnasında Türk güvenlik görevlilerine kaba, sert, saldırgan ve saygısız muameleler hiçbir vatan evladının gözünden kaçmamıştır.

ABD makamlarının sırasıyla alması gereken tedbirleri her seviyede ihmal etmesi sonucunda güvenlik zaafları ortaya çıkmıştır.

Bu durum bizzat Dışişleri Bakanlığımız tarafından ikazla dile getirilmiştir.

Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği önünde gösteri yapmaya kalkan terör örgütü yandaşlarıyla Türk koruma heyeti arasında çıkan kavga her açıdan, bütün yönleriyle ve titizlikle incelenmelidir.

ABD Dışişleri Bakanı’nın Türk şiddetinden bahsetmesi, bunun basit şekilde kabul edilmeyeceğini ileri sürmesi diplomatik nezaket ve teamülleri hiçe sayan yanlı, maksatlı ve çürük bir iddiadır.

Türk ile şiddeti aynı cümlede kullanmak bir kere ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı’nın ne haddi, ne de harcıdır.

Şiddet görmek isteyen bu bakan kafasını çevirip Irak’a bakarsa, gözlerini dikip ülkesinin geçmişini okursa bizzat kendisi oluk oluk akan masum kanları, kaba güç furyasını net olarak görecektir.

Şiddetin ağır sonuçlarını gerçekten merak ediyorsa Afganistan’dan Suriye’ye, Bosna’dan Afrika’ya kadar tur atması da ilave tavsiyemizdir.

ABD’li Bakan; bölücülerin, terör yandaşlarının ve bunlara mevzi olan yandan çarklı bir avuç kendini bilmezin yaptıklarını görmüyor; Washington’daki Türk Büyükelçiliğinde yaşananlardan dehşete düştüklerini söylüyor.

Kime? Elbette ABD Büyükelçimize.

Dehşete düşmesi gereken ABD Dışişleri Bakanı değil, küresel cinayet ve melanet döngüsünün mimarları tarafından zincire vurulan koskoca İslam alemidir.

Dehşete düşmesi gereken Deccal havarileri değil; derin istihbarat oyunlarıyla kurulup sonra da kiralık katil olarak kullanılan El Kaide, Boko Haram, Eş Şebab, PKK-YPG-IŞİD eliyle suikasta uğrayan geniş bir coğrafya ve medeniyet kümesidir."

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin grup toplantısı konuşması şu şekilde:

Değerli Milletvekilleri,

Muhterem Misafirler,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Bu haftaki Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Ortak acılar kadar ortak zafer ve başarılar da milli hayatımızda önemli ve ayrıcalıklı bir yer tutmaktadır.

Hem acı hem sevinç bizi bir millet yapan insani hallerdir.

Kabul ederseniz ki yeterince sorunumuz vardır.

Yeterince baş ağrımız, ayak bağımız da vardır.

Şu günlerde, hepimizi mutluluğa boğacak, hepimizi umutlandıracak kazanım ve zaferlere çok ihtiyacımız olduğu kuşku götürmez bir gerçektir.

İşte bunlardan birisini geçtiğimiz Pazar akşamı milletçe yaşadık.

Yunan rakibini yenerek, THY Avrupa Ligi şampiyonu olan ve Türkiye’ye haklı bir gurur yaşatan Fenerbahçe Basketbol takımı tarih yazmıştır.

Ülkemiz adeta sarı lacivert renklere boyanmıştır.

Demek ki inanç, takım ruhu, işbirliği, akıl, disiplin, çalışma, azim, sabır olursa başarı da kaçınılmaz olacaktır.

Potada Avrupa’nın en büyük kupasını kazanan Fenerbahçeli basketbolcuları, teknik heyeti, kulüp yönetimini, elbette coşkulu taraftar kardeşlerimizi ayrı ayrı tebrik diyorum.

Avrupa şampiyonluğunu bileğinin ve yüreğinin sayesinde kazanan Fenerbahçe Basketbol takımımızla iftihar ediyor, başarılarının devamını içtenlikle temenni ediyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye çetin, yoğun, yorucu ve zorlu bir dönemden geçmektedir.

Bir defa bu gerçeği görmek lazımdır.

Siyasetteki denge arayışları yeni gelişmelerin yolunu açmaktadır.

Bu oluyorken, bir yanda farklı siyasi gelenek ve ekoller arasında ittifak beklentileri yeşermekte, diğer yanda var olan kronik ihtilaflar körüklenmektedir.

Ülkemiz henüz belini doğrultamamış, oh be diyememiştir.

Henüz düzlüğe çıkılamamış, fırtınalı denizlerden sakin kıyılara ulaşılamamıştır.

Hakim olan belirsizlik sisi hala dağıtılamamıştır.

Yıkmamız gereken engeller önümüzde durmaktadır.

Terörizm bunlardan yalnızca birisidir.

Elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin milli kararlılık ve inançla terör örgütlerine karşı sürdürdüğü mücadele çok değerli, çok anlamlı ve çok saygıdeğerdir.

Buna diyecek bir şeyimiz yoktur.

Hatta haklı ve meşru terörle mücadele sürecine köstek olmak yerine destek ve takdirimiz de bilinmektedir.

Çünkü konu Türkiye’nin bekasıdır.

Çünkü mevzu bahis olan husus varlığımız, bağımsızlığımız ve tarihi haklarımızdır.

Hainlerin kökü kazınmadan, haşhaşilerin inleri başlarına yıkılmadan, Türk düşmanları nefretlerinde boğulmadan şüpheniz olmasın ki aziz milletimiz huzur bulamayacaktır.

Zaman zaman aksayıp gevşese de, bazen soru işaretleri artıp kuşkular fazlalaşsa da FETÖ’yle mücadelede Türk devleti doğru bir çizgidedir.

Milli namusa musallat olan, milli bekamıza kast etmeye kalkan kan içici yarasaların tam bir temizlik ve tasfiye işlemi artık vakit kaybedilmeden yapılmalıdır.

İhanet yumduğu gözünü bir daha açamamalıdır.

İşgal emel ve niyeti bir daha ayağa kalkamamalıdır.

Biz sadece durumu değil, sadece bugünü değil, geleceğimizi de kurtarmak, kutlu bir diriliş ruhuyla güvenceye almak mecburiyetindeyiz.

Bu itibarla FETÖ artık tümden yok edilmeli, kaynağı kurutulmalıdır.

Aynısı başta PKK olmak üzere, diğer terör örgütleri için de geçerlidir.

Hiç kimse karanlık ve kanlı hedeflerini barış, demokrasi, özgürlük, kardeşlik, eşit vatandaşlık, adalet veya bir başka insani hasletle gizlemeye, örtbas etmeye kalkışmamalıdır.

Bilinmelidir ki, mızrak çuvalı delmiş geçmiştir.

Sabır deseniz o da çoktan sınıra dayanmıştır.

Yaşadıklarımızdan ve yakıcı tecrübelerimizden sonra, tahammül ederek tahakküm çemberini kırmak ise zorlaşmıştır.

FETÖ’yle mücadelede kafa karışıklığına, ikircikli tavırlara, sırtını sağlama almış hatırlı isimlerin korunmasına hiç gerek ve yer yoktur.

Bu doğru ve ahlaki de değildir.

Eğer aksi olursa milli vicdanda dipsiz kuyular açılacaktır.

Suçu sübut bulan kim varsa, onun yakınıydı, bunun hısımıydı, şunun damadıydı dememek, nitekim bunların gözünün yaşına dahi bakmamak şarttır.

Hıyanete cezası verilecekse imtiyazlı veya değil hiç kimsenin ah vah etmesi hem doğru olmayacak, hem de inandırıcı görülmeyecektir.

Malumunuz, FETÖ’nün 15 Temmuz darbe teşebbüsünde ön plandaki görünür isimlerin yargılanmasına dün Ankara’da başlanmıştır.

O karanlık Temmuz gecesinde, Genelkurmay Karargahı’nda yaşanan ıstırap verici, milletimizi infiale sürükleyen vahim olaylara ilişkin 221 sanıklı çatı davanın Ankara 17.Ağır Ceza Mahkemesi’nce Sincan Cezaevi Yerleşkesinde görülmesiyle çok şey de açığa çıkacaktır.

En azından ümit ve temennimiz budur.

Sincan Ceza ve İnfaz Kurumundan jandarma komandalar eşliğinde sıra sıra çıkartılan hainlerin darbe girişiminin beyin takımı, kilit isimleri olduğu iddia edilmiştir.

Bunların bir kısmının eski general olması ve 15 Temmuz’da aktif rol üstlenmesi belki de söz konusu iddialara anlam yükleyebilecektir.

Ancak medyada fotoğrafları gösterilen FETÖ’cülere 15 Temmuz kalkışmasının lider kadrosu yorumu getirmek bir bakıma asıl ve arkada kalmış zirve isimleri perdelemek demektir.

Bu propagandaya bilmeden alet olanlara sözümüz yoktur.

Fakat bilerek, isteyerek, kasten FETÖ’nün ileri gelenlerini, fikir babalarını, eylem ortaklarını, siyasetten iş alemine, bürokrasiden sivil toplum kuruluşlarına kadar alan ve yer tutmuş lider kadrosunu ikinci plana düşürmek, suyu bulandırmadan korumaya almak en adi ve alçak suçtur.

Deniliyor ki, Yurtta Sulh Konseyi üyeleri yargılanıyormuş.

FETÖ’nün mezkur ihanet konseyiyle ilgili aklımızın yatmadığı, havsalamızın almadığı iddia ve ifadelerin netliğe kavuşma ihtiyacı vardır.

Şu işe bakınız ki, ortada siyasetçi yoktur.

15 Temmuz melaneti gerçeklemiş olsaydı bakan, başbakan veya cumhurbaşkanı olması mümkün ve muhtemel hiç kimseden bahis de açılmamaktadır.

Adeta yer yarılmış FETÖ’nün siyasi ayağı içine girmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanı geçtiğimiz Pazar günü, AKP Genel Başkanı olduğu olağanüstü kurultayda; “ihanet içinde kim olursa gözünün yaşına bakmayacağız. İsterse babamın oğlu olsun.” görüşündedir.

Biz bu görüş ve tutumu umut verici, son derece de isabetli değerlendiriyoruz.

Tehdidin büyüklüğünden dolayı FETÖ’yle mücadeleye herkesi çağırmasını olumlu ve doğru buluyoruz.

“İsterse babamın oğlu olsun” sözünden sonra artık bahane tükenmiştir.

Kripto damarın kesilip atılması, kılık değiştirmiş, usul ve üslup açısından kendisini emniyete almış FETÖ’nün siyasi ayağının darmadağın edilmesi artık milli bir seferberlik ruhuyla ele alınmalıdır.

Türkiye FETÖ operasyonlarından dolayı diken üstündeyken, hayat normale dönmemişken, olağan şartlara daha ulaşılmamışken mücadeleyi sekteye uğratacak her adım Türkiye düşmanlarına hizmetle bir ve aynı olacaktır.

Hükümete diyorum ki, çaycıyı çorbacıyı bırakın; yılana çıyana bakın.

Zahire değil zehre odaklanın.

Zarfa değil mazrufa dikkat kesilin.

Kapıcıyı odacıyı, memuru işçiyi, onu bunu değil; 15 Temmuz’un kurgusunu, saldırı planlamasını yapan sözde akıl ve akil hocalarını yakalayın.

Suçlu-suçsuz tasnifi tam ve eksiksiz yapılmazsa, kim mağdur, kim mahkum ayrımı adalet ölçülerinde gerçekleşmezse, üstelik FETÖ çuvalına önüne gelen atılırsa, bilinsin ki, ihanet alttan alta beslenecek, büyüyecek, ilk fırsatta harekete geçmek üzere bilenecektir.

Vatan kavrulmuş, millet kavrulmuş, devlet kavrulmuş; ama kavurmacılar aklanıyor, baklavacılar adaletten kaçırılıyorsa ortada kesinlikle çözülmesi gereken bir sorun var demektir.

Himmet dediler; terör örgütüne para topladılar.

Hidayet dediler; FETÖ’ye kan verdiler, can aşıladılar, beden oldular.

Haram kursaklarından Maklube geçti, fitnenin ışığında şakirtler yetişti; ama gizli gizli haçlı taburuna yazıldıklarını saklayamadılar.

Beleşe konup, birliğimizi dinamitlediler.

Haraç kesip, milli haysiyete hançer salladılar.

Devletin her kademesine sızıp iç savaş ve parçalanmanın şartlarını hazırladılar.

Bunlar imanlı görünüp imansızlığın kitabını yazan, itikatlı görünüp iffetsizliğe kucak açan, vaiz geçinip vandallara bile taş çıkartan, mumdan kanatlarıyla millet güneşine meydan okuyacak kadar aklını ve şuurunu kaybetmiş Fethullahçı Terör Örgütünün batıl uşaklarıdır.

Bunların hakkından hukuken gelmek vaciptir.

FETÖ’nün içinde kim varsa, yakasından tutmak, yediğini içtiğini burnundan fitil fitil getirmek Türk devletinin şeref ve tarihi görevidir.

Hatırlıymış, tanınıyormuş, arkası kaviymiş, sırtı pekmiş; bırakınız bu safsataları, geçiniz bu bayat taktikleri.

Haine merhamet mazluma ihanettir.

Caniye hoşgörü masumiyete karşı işlenmiş cinayettir. Ve de gereği yapılmalıdır

Üzerimize tankla, topla, bombayla, uçakla, helikopterle saldıran Türkiye düşmanlarına acınırsa, çok geçmez, fazla sürmez, acınacak hale aziz Türk milleti düşer, düşmesi de mukadderdir.

Pensilvanya’lı barbarın şer oyunu ve kirli oyuncuları varmış; kaç yazar.

Destekçileri arasında batısından doğusuna, kuzeyinden güneyine kadar birçok ülke varmış; ne çıkar.

ABD arkalıyor, ağırdan alıyor, yedirip içiriyor, Almanya FETÖ’cülerin iltica talebini kabul ediyormuş; ne fark eder.

Zalimleri iman dolu kalplerin maneviyatı, gücünü ve ilhamını ecdadımızdan alan kahraman Türk neslinin ateşe bile kök söktüren kuvvetli nefesi yerle bir etmeye kâfidir.

Türk milletinin gücü ve kudreti alayını birden karşılamaya, hepsini birden göğüslemeye, müstevlilerden münafık kafilesine kadar topundan hesap sormaya Allah’ın izniyle yetecektir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Hatırlarsanız, ABD yönetimi terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olan YPG’ye yönelik ağır silah yardımını 9 Mayıs günü yayınlanan Başkanlık kararnamesi ile resmileştirmişti.

Bu kararın ana gerekçesi olarak Rakka’ya yönelik yapılması gündemde olan askeri operasyon gösterilmişti.

Aylardan bu yana Türkiye’yi oyalayan ABD yönetimi, ülkemizin samimi çağrılarına kulak asmamış ve bir terör örgütü ile yol yürümeye karar vermiştir.

Ne var ki IŞİD gibi vahşi bir terör örgütüne karşı, bir başka vahşi terör örgütü olan PKK/YGP’nin silahlandırılması aklın inkarı olduğu kadar iyi niyet ihlalidir.

Obama döneminden miras kalan IŞİD bahanesiyle, PKK/PYD’yi koruma ve güçlendirme planı hala tedavüldedir.

Suriye krizini açmaza sürükleyen ana nedenlerden birisi de bu meselenin kendisidir.

Terörün iyisi ya da kötüsünün olmadığı söyleyegeldiğimiz bir hakikattir.

Terörist her yerde teröristtir.

Bir terör örgütünün, bir başka terör örgütü ile ortadan kaldırılma çabaları sorunları çözmeyecek, tam tersine daha da büyütecektir.

Hangi terör örgütü olursa olsun, bunlara verilen destek ve yardımların bir zaman sonra daha ciddi sorunlara yol açtığı ve açacağı unutulmamalıdır.

Bu çerçevede Afganistan örneğinin ne anlama geldiğini en iyi bilmesi gereken ülke ABD’dir.

Afganistan’da silahlandırılan terör gruplarının bir süre sonra ABD’yi nasıl hedef aldığını, nasıl kana buladığını, devasa binaları hangi yollarla vurduğunu 11 Eylül dolayısıyla hepimiz biliyoruz.

Bugün Afganistan merkezli terör oluşumlarından bahsediyorsak öncelikle geçmişe bakmalı ve ABD yönetiminin hata ve yanlışlarını gözden uzak tutmamalıyız.

Aralarında ileri nesil füze ve zırhlı araç sistemlerinin de bulunduğu silahları YPG’ye verilmesinin sorumlu devlet anlayışı ile izah edilecek bir yanı yoktur.

Dahası ABD yönetimi açıkça Türkiye gibi önemli bir müttefikine karşı büyük bir saygısızlık ve husumet örneği sergilemiştir.

ABD’nin bu tavır ve tercihinin Türkiye nazarında sorgulanması gayet tabiidir. Ve de hakkıdır.

Meselenin özünde ABD yönetiminin PKK/YPG’yi silahlandırma kararı alması sürpriz değildir.

Benzer şekilde YPG’nin silahlandırılması bahsi de yeni bir konu olarak görülmemelidir.

Suriye krizi başladığı günden beri bu terör örgütünü silahlandıran da, Suriye’nin kuzeyinde Türkmen ve Arap nüfusunu yerlerinden zorla çıkaran PKK/PYD’ye göz yuman da Vashington yönetimidir.

Bu konuda Moskova da suç ortağıdır.

Diğer yandan Suriye’de PKK/PYD’nin sözde kanton ilanlarının ABD’nin onay sürecinden geçmediğini düşünmek için saf olmak yeterlidir.

Bunların hepsini şimdiye kadar yaşadık ve gördük.

Anlaşılan ve ortaya çıkan gerçek odur ki, Vashington’da PKK’yla iş tutan ve sözde Kürdistan hayalini taşıyan karanlık lobiler, silah baronları, gizli örgütlenmeler, düşman çevreler boş durmamaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın ABD ziyareti esnasında Türk güvenlik görevlilerine kaba, sert, saldırgan ve saygısız muameleler hiçbir vatan evladının gözünden kaçmamıştır.

ABD makamlarının sırasıyla alması gereken tedbirleri her seviyede ihmal etmesi sonucunda güvenlik zaafları ortaya çıkmıştır.

Bu durum bizzat Dışişleri Bakanlığımız tarafından ikazla dile getirilmiştir.

Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği önünde gösteri yapmaya kalkan terör örgütü yandaşlarıyla Türk koruma heyeti arasında çıkan kavga her açıdan, bütün yönleriyle ve titizlikle incelenmelidir.

ABD Dışişleri Bakanı’nın Türk şiddetinden bahsetmesi, bunun basit şekilde kabul edilmeyeceğini ileri sürmesi diplomatik nezaket ve teamülleri hiçe sayan yanlı, maksatlı ve çürük bir iddiadır.

Türk ile şiddeti aynı cümlede kullanmak bir kere ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı’nın ne haddi, ne de harcıdır.

Şiddet görmek isteyen bu bakan kafasını çevirip Irak’a bakarsa, gözlerini dikip ülkesinin geçmişini okursa bizzat kendisi oluk oluk akan masum kanları, kaba güç furyasını net olarak görecektir.

Şiddetin ağır sonuçlarını gerçekten merak ediyorsa Afganistan’dan Suriye’ye, Bosna’dan Afrika’ya kadar tur atması da ilave tavsiyemizdir.

ABD’li Bakan; bölücülerin, terör yandaşlarının ve bunlara mevzi olan yandan çarklı bir avuç kendini bilmezin yaptıklarını görmüyor; Washington’daki Türk Büyükelçiliğinde yaşananlardan dehşete düştüklerini söylüyor.

Kime? Elbette ABD Büyükelçimize.

Dehşete düşmesi gereken ABD Dışişleri Bakanı değil, küresel cinayet ve melanet döngüsünün mimarları tarafından zincire vurulan koskoca İslam alemidir.

Dehşete düşmesi gereken Deccal havarileri değil; derin istihbarat oyunlarıyla kurulup sonra da kiralık katil olarak kullanılan El Kaide, Boko Haram, Eş Şebab, PKK-YPG-IŞİD eliyle suikasta uğrayan geniş bir coğrafya ve medeniyet kümesidir.

ABD Başkanı’nın göreve gelmesinin ardından çıktığı ilk yurt dışı ziyaretini Suudi Arabistan’a yapması, buradan Müslüman dünyasına ortaklık önerisinde bulunması ilk bakışta iyimserlikle karşılansa da, inandırıcılığı zayıftır.

Trump’ın, Arap İslam-Amerikan Zirvesinde yaptığı konuşmada İslami aşırılarla mücadele konusunda ortaklık teklifinde bulunması da tutarsız ve temelsizdir.

Zira kast ettiği İslami aşırılık İslam değildir, İslam olan ise aşırı olmayacaktır.

Washington’dan İslam’a baktığında terör, şiddet, dehşet ve yıkım görenler, bize göre ya bakan kör, ya da bakmayan kötürümdür.

İslam barış dinidir. Şüphesiz ki, Allah nezdinde din ancak İslam’dır.

Terör örgütlerini İslamla ilişkilendirmek art niyetlilik değilse, mutlaka su katılmamış cehalettir.

ABD’li bakan ya şiddetin ne anlama geldiğini girdiği kan banyosundan dolayı unutmuş, ya da Türk kime nedir onun farkına varamamıştır.

Türk şiddet değil, tarihe şan bırakmış şuurdur.

Türk şiddet değil, asırların kovuğundan pırıl pırıl parlayan şeref nişanesidir.

ABD’li bakan bunu istese de anlayamaz, anlasa da itiraf edemez.

Bizim geçmişimizde vahşi batı değil, herkesi kucaklayan şefkat, adalet ve merhamet vardır.

Bizim geçmişimizde posta arabasının önünü kesenler, tren soyguncuları, at hırsızları, altına hücum adı altında yağmaya girişen, milyonlarca Kızılderili’nin kanına giren acımasızlık değil, kısaca asalet, ahlak, soylu millet ruhu vardır.

Ve insanlık vicdanı buna şahittir.

Washington Büyükelçiliği önünde Türk düşmanlarının provokasyonlarını, şiddetli tahriklerini sumen altı edip Türkiye’yi suçlamak, bunu da son derece seviyesiz bir şekilde yapmak utanç duyulacak bir savrulma halidir.

ABD’deki PKK damarı birden kabarmış, Türk heyetinin resmi ziyaretiyle azgınlaşmış, Beyaz Saray’dan ikmalini tamamlayarak savaş baltalarını ortaya çıkarmıştır.

Bu kapsamda Türkiye’nin dün ABD’ye vermiş olduğu sözlü ve yazlı nota haklıdır, hukukidir, doğrudur, azı vardır, ama çoğu asla yoktur.

Bu müzik notası değil, Türk milletinin onur müdafaası, Türk devletinin ezelden ebede giden meşru rotasının tebliğidir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, ABD’nin her fırsatta kötü niyetini gözler önüne seren, itici, incitici, ikiyüzlü, çifte standartçı, dışlayıcı, hezeyan dolu politik tavrını da kınıyor, yazıklar olsun diyoruz.

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Cumhurbaşkanı’nın ABD’ye yaptığı ziyaret ülkemizin hassasiyetlerinin ve beklentilerinin muhataplarıyla paylaşılması açısından önemli olmuştur.

Sayın Erdoğan’ın ABD’deki açıklamasında vurguladığı, "Bölgemizin geleceğinde terör örgütlerine yer yoktur. Özellikle YPG/PYD terör örgütünün hangi ülke tarafından olursa olsun muhatap olarak alınması bu konuda küresel düzeyde verilen mutabakata kesinlikle uygun değildir" sözleri yerinde bir değerlendirmedir.

Ülkemizin çıkarlarını ve itibarını korumanın milli bir tavır olduğundan hareketle, Sayın Cumhurbaşkanını Türkiye’nin haklı tezlerini muhatabının yüzüne söylemiş olmasından dolayı kutluyorum.

Kendilerine milletimiz adına teşekkür ediyorum.

Ayrıca ABD Başkanı Trump ise Türkiye’nin PKK terör örgütü ile verdiği mücadelesini desteklediklerini iddia etmiştir.

Türk askerinin kahramanlıklarına ve cesaretine Kore Savaşı’nda tanık olduklarını örnekleriyle anlatmıştır.

Türkiye ile ABD ilişkilerini kimsenin yenemeyeceğini söylemiştir.

ABD yönetiminin tenakuz içeren duruşunu Trump’ın yaptığı açıklamada görmek mümkündür.

Birincisi PKK terör örgütüne karşı ülkemizin verdiği mücadeleye destek verdiklerini söyleyenlerin bu örgütün Suriye’de sırtını sıvazlamaları trajik ve dramatik bir mizahtır.

Açıktır ki ABD yönetimi PYD terör örgütünü PKK’dan ayrı bir oluşummuş gibi göstermeye gayret etmektedir.

Halbuki bu bahsi tartışmaya açmaya bile gerek yoktur.

Kaldı ki geride bıraktığımız yıl ABD Senato Silahlı Hizmetler Komitesi’nde görev yapan bir senatörün sorusu üzerine, dönemin savunma bakanının PYD ile PKK’nın açık bağını itiraf eden sözleri hafızalardaki tazeliğini korumaktadır.

Bu nedenle ABD Başkanının PKK terör örgütü ile mücadelede yanımızda oldukları yönündeki sözlerinin samimiyet derecesi düşük, bir yönüyle de yok gibidir.

Şu işe bakınız ki Türkiye’nin müttefiki olduğunu söyleyen ve iki ülke arasındaki ilişkileri kimsenin yenemeyeceğini iddia eden ABD Başkanı, kendileri nazarında da PKK ile bağlantısı olduğunu bildikleri terör gruplarıyla kol kola, koyun koyunadır.

Nitekim ABD Başkanının, PKK ile mücadelede Türkiye’nin yanında olduklarını söylediği sözlerinin üzerinden çok geçmeden IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi, Ayn El Arap’ta PKK’lı teröristlerle yan yana görüntülenmiştir.

Türkiye’nin kırmızı listede aradığı bir terörist, ABD Başkanının Özel Temsilcisinin yanından çıkıyorsa ABD bize daha ne anlatacaktır?

ABD yönetimi güven vermekten uzak, müttefiklik ilişkisine soğuktur.

İki ülke arasındaki tarihi bağları yok sayarak bugün Türkiye’nin terörle mücadelesinin karşısında yer almanın bedeli ABD’ye pahalıya patlayacaktır.

11 Eylül’de ABD’nin yaşadığı terör saldırılarından sonra Türkiye, müttefik gördüğü bu ülkenin terörle mücadelesinde yanında olmuştu.

Ülkemiz kendisine yakışanı yapmış ve gerek siyasi, gerekse askeri yönden ABD’ye olan desteğini mümkün olan her seviyede göstermişti.

ABD 11 Eylül saldırılarından sonra Türkiye’den hangi yardımı talep etmişse, ülkemiz bu yardımların gereğini yerine getirmişti.

Mesele müttefiklik ilişkileriyse şimdiki aşamada ABD yönetiminin Türkiye’den alacağı dersler çoktur.

Verebileceği ise hiçbir şey yoktur.

Devlet olma şerefini teröristlerle beraber hareket ederek kendi ayaklarının altına alan yine ABD yönetiminin en azından küresel adalet ve vicdana müzahir hareketi en halisane beklentimizdir.

Bizim boş laflara karnımız toktur.

Bugün yanımızda olan bizimledir.

Herkes safını iyi seçmeli, tercihini ona göre yapmalıdır.

Türkiye gündelik ve geçici hesaplar uğruna kurban edilemeyecek kadar önemli ve büyük bir ülkedir.

Ve Türkiye büyük bir medeniyetin varisi, kıtaların kesiştiği kavşak noktada var olmaya yemin etmiş, bu uğurda her çileyi, her mücadeleyi göze almış güçlü bir devlettir.

Biz dost ve müttefik kaybetmek istemeyiz.

Ancak ABD tam aksi yönde ısrar ve inat ederse de başı göl ayağı pınar olsun der, önümüze, işimize ve geleceğimize tek yürek halinde bakarız.

Muhterem Arkadaşlarım,

Tarih boyunca, büyük davalar, büyük hayal ve hedefleri olan insanların omuzlarına alınmış, mümtaz iradeleriyle taşkın seller gibi istikbale taşınmıştır.

Hayal eden heyecan duyacaktır.

Ülküsü olan şuurla davranacaktır.

Heyecan varsa yılgınlık sönecek, şuur hakimse çılgınlık sonlanacaktır.

Şuur yoksa heyecan bir müddet sonra tökezleyecek, cesaret çok geçmeden ziyan olup gidecektir.

Heyecanın şuurla yoğrulması yenilmezliği doğuracaktır.

Hedefi olan başarı yolunu yarılamış demektir.

Yanlış yere saplanmak da, hedefin arkasına düşmek de, hedefsiz olmak kadar isabetten uzaktır.

Başarı ise bir son değil, bitmeyen bir yolculuktur.

Büyük hedefler büyük heveslerin, büyük hevesler ise büyük düşüncelerin eseridir.

Tarih, henüz cılız fikirlerden büyük heyecanların; küçük heyecanlardan ise büyük ülkülerin doğduğuna şahitlik etmemiştir.

Hamdolsun hedefimiz de, hevesimiz de, düşüncemiz de yüzümüzü kara çıkarmayacak, bizleri mahcup etmeyecek, hatta başkalarının gıpta ile bakacağı kadar büyük ve kutludur.

Biliyoruz ki, bugüne kadar keşfi yapılmış en mühim, en müessir güç inanmış insandır.

Büyük ülkülere bağlanan, yüksek ufuklara odaklanan, ulaşılmaz gibi görünen ne varsa akıl ve kalp süzgecinden geçirip kavrayan ancak ve ancak davasına, kutsal değerlerine ve sevdasına inanmış insandır.

Kısaca ifade etmek isterim ki, Milliyetçi Hareket Partisi inanmış, ilkeli ve ahlaklı bir hayatla bezenmiş, ülküsünde erimiş insanların mecmuudur.

Uzak hedefleri kucaklayan, hayal gibi görülen ülkülerin peşinde koşanlar; yüreği, vicdanı, ruhu, heyecanı ve şuuru büyük olan adamlardır.

Ve bunlar Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in boyun eğmeyen, taviz vermeyen, şuna buna eyvallah etmeyen, Türk-İslam ülküsüyle dolmuş taşmış gönül neferleri, gönüllü fertleridir.

Ne mutlu bizlere ki, 48 yıldır ayaktayız.

Düşürmeye de kimsenin gücü yetmeyecektir.

48 yıldır mücadele halindeyiz.

Bu yoldan geri adım bizim için kendimizi inkar ve yok saymaktır.

Mücadele başa çıkmayı, aşmayı, uğraşmayı, didişmeyi, çırpınmayı, nefesi kesilmeden, pes etmeden var olmayı göze almış yüreklere özgü bir vasıftır.

Dava adamlığında somutlaşan bu özelliklere sahip olamayan,

İrade gösteremeyen,

Bedel ödemeye yanaşmayan,

Karar ve kavlinin arkasında duramayan.

Fikrini ve ülkülerini savunamayan,

En küçük zorluk ve karşı propagandada dönüş yapan,

Sıkıyı görünce saklanacak kovuk arayanların sahip olabileceği bir unvan değildir dava adamlığı.

Allah’a şükür, davasını bayrak yapmış arkadaşlarım, gönüldaşlarım, ülküdaşlarım, bizlere umut bağlamış milyonlar Üç Hilalin başarı ve bir adım ileriye gitmesi hususunda emsalsiz fedakarlıklar göstermektedir.

Hafta sonu 41 ilimizde aynı anda, aynı coşkuyla, aynı şevk ve heyecanla gerçekleştirilen il kongrelerimiz bunun bariz ve çarpıcı ispatıdır.

Eridiğimizi söylüyorlardı.

Güçten takatten düştüğümüzü anlatıyorlardı.

Kayıplarımız olduğunu, zaaf içinde bulunduğumuzu iddia ediyorlardı.

Bir günde 41 il kongresi mi olur, nereden çıktı bu, niye şimdi, ne gereği vardı, diye etrafına afra tafrayla soranları duyuyorduk.

Oldu mu? Oldu.

Başardık mı? Başardık.

41 ilimizde kongrelerimizi yaptık mı? Yaptık.

Milliyetçilik ve demokrasinin şölenini 41 vatan köşesinde yaşattık.

Türk milletinin ümitsiz olmadığını gösterdik.

MHP varsa çarenin bitmediğini,

MHP varsa kavruk yüzlerin umutsuzlukla buruşmayacağını, özlemlerin eninde sonunda vuslatla buluşacağını dost da olsa düşman da olsa kanıtladık.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin teşkilat yapısı diri ve dinamiktir.

Kadroları inanmış ve iddialıdır.

Mensupları vatan, millet, bayrak aşkıyla anlamlıdır.

Biz, gideceğimiz limanı biliyor, fırtınalara karşı uyanık ve tedbirli duruyoruz.

Türk milletinin bekası ve yüceltilmesi hedefine, hiçbir tereddüte kapılmadan gönülden bağlıyız.

Ahlak ve vicdanımıza emanet edilmiş davamızı ikbal uğruna istismara kalkışmayacak mizaç ve karakter olgunluğuna sahibiz.

En zor şartlar altında bile ama, fakat, ancak demeden ülkülerimizi, milletimiz için yapacaklarımızı savunacak kadar kırılmaz bir irademiz,

Türk milliyetçiliği siyasal çizgisini takip etme konusunda kararsızlık göstermeden ulaşılmış bir sadakatimiz vardır, her yönüyle meydandadır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin başarısızlığı, teklemesi, kaos ve krize düşmesi konusunda 1 Kasım’dan sonra devreye giren iç ve dış mihraklara şamar gibi inecek cevap, biliniz ki, milletimizin gönlünü kazanmak, haklı ve olması gereken siyasal mevkiimize çıkmakla olacaktır.

Bir günde yaptığımız 41 il kongremizle önemli bir sınır geçilmiş kavga ve karışıklık bekleyen, iç kargaşa ve çözülme uman gafiller yine çuvallamış, baltayı bir kez daha taşa vurmuşlardır.

Bunlara söyleyecek sözümüz bitmiştir.

Sözü zaten Milliyetçi-Ülkücü Hareket söylemiş, bunların ağız ve iftiralarına damgayı vurmuş, kilidi asmıştır.

Kongresini yapan il teşkilatlarımızı, seçilen il başkanlarımızı, yönetim kurullarını, üst kurul delegelerini ve bütün dava arkadaşlarımı kutluyorum.

Bizde kaybeden yoktur, kazanan Milliyetçi-Ülkücü Harekettir.

Milliyetçi Hareket Partisi kendisine yakışanı yapmış ve başarmıştır.

Bundan sonra kalan illerimizin kongreleri de peyderpey gerçekleştirilecek, 18 Mart 2018’de 12.Olağan Büyük Kurultayımız muazzam bir katılım, ilgi ve heyecan içinde tamamlanacaktır.

Açıkça söylüyorum; Türkiye Cumhuriyeti’nin meşakkatle kazandığı hak edilmiş ve çağdaş bir değer olan demokrasiye sonuna kadar bağlıyız.

İnsanın insan olması sıfatından kaynaklanan temel hak ve hürriyetlere saygı duyuyoruz.

Herkes için bağlayıcı olan adaleti, düzeni, barışı ve hürriyeti birlikte tesis etmeyi hedefleyen hukukun üstünlüğüne inanıyoruz.

Vatandaşlarımızın inançlarını yok saymadan, bir arada kardeşçe yaşamasını temin eden din ve vicdan hürriyetini savunuyoruz.

Türkiye’nin aç hürler, tok esirler ülkesi olmaması için ne gerekiyorsa, üzerimize ne düşüyorsa yapacağımızın güvencesini veriyoruz.

Demokrasinin bizlere yüklediği nimet ve yükümlülükler çerçevesinde Türkiye’nin geleceğine, milletimizin güven ve teveccühüne talip olduğumuzu, bu güzel ülkeyi en iyi şekilde Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in yöneteceğini iddiayla ifade ediyoruz.

Sözlerime son verirken, bu hafta karşılayacağımız 11 ayın sultanı mübarek Ramazan ayının şimdiden hayırlı olmasını Rabbim’den niyaz ediyor, sizleri tekraren sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.