Canlı her varlığın devamının mümkünü mahlûkatın "sınır" bilmesindendir dersek isabet olur.

Daha evvel söylenecek olan ise var oluşun sırrının "sınır"dan ibaret olması ve sınav-sınır ilişkisidir. Zira dünyayı, bedeni ve ruhu kullanma kılavuzu ve Rabbimizi tanıdığımız en güzel ahenk ve de ahir hayatın tanım ve tarifini yapan Kur'an, helallerimizi değil haramlarımızı belirleyerek sınırlarımızı beyan etmiştir. Haram olmayan helaldir.

Nitelik dediğimiz övgü ya da teşhisi (nitelikli=kaliteli) başka bir ifadeyle söyleyecek olursak, sınır bilen de diyebiliriz. Ve yahut kendini bilmek.

Bireyin ve bireyden hareketle toplumun huzur ve refahı için tezahür ve teşekkül eden yazılı ve sözlü bütün yasaların temeli "sınırımızı" tayindir. Aynı şekilde uluslar arası hukukun da ilk şart ve kaidesi hududu tanımaktır.

Bu meşkin ardından temel mes'eleye gelirsek, özet olarak şunu söyleyebiliriz;

Sınır tanımayan mayın tartışmaları.

Bu sürecin "Sınır tanımama"sı bu konuyu tartışanların üslubu ile doğrudan alakalıysa da aynı zamanda siyasal ve diplomatik bir anlamı da muhteva etmektedir.

Ki bu süreç, İsrail'in önümüzdeki yarım asır boyunca güneyimizde bir masası olmasını makbul gören hükümetin kafasındaki sınırları ifşa açısından önemlidir. (Nerde kaldı, minare, süngü edebiyatınız.) hem oradaki İsrail, mayından daha tehlikeli değilse neden her Cuma namazı çıkışı kahroluyor İsrail?

Ya da son birkaç Cuma'dır neden hiç kahrolmuyor İsrail?

Ayrıca tespitimiz olan bir sınır bilmezlik de (ya da hudut tanımazlık) "paranın dini, imanı olmaz" ifadesidir. Kısaca şunu belirteyim; benim Allah'ım öyle demiyor. Yani içki satılan yerden alışveriş yapmayan, şarap olacak üzümün bağında ırgatlık yapmıyorsak, Yahudi mezalimini finanse eden markaları almadan imtina ediyorsak "paranın dini-imanı olmaz" demediğimizdendir. Çünkü bizim Rabbimiz "olmaz" demiyor.

Selametle....