16 Nisan referandumu sonuçlandı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi milli iradeden onay aldı. Milletimiz büyük bir olgunlukla sandıkta tercihini yaptı. Bundan sonra yapılacak iş ülkede pozitif gündemle bir yol haritası oluşturmak, iç ve dış güvenlik, dış politika özellikle de ekonomiye odaklanmaktır.

Referandum öncesindeki belirsizlik ve risk algıları dağılmaya başlamıştır. İktisadi aktörlerde egemen olan beklenti, referandumu geride bırakıp gerilimi azaltacak normalleşmeyi sağlayacak bir siyasi ve ekonomik iklimin bir an evvel oluşturulmasıdır. Bunun için salt içerdeki gelişmeler değil, dış dünyada ve bölgemizde yaşanmakta olan gelişmelerin seyri de önem taşımaktadır.

Dış koşullarda hareket dinamiklerinin değişiyor olması, Dünya ekonomisinde kartların yeniden dağıtıldığı, ilişkilerin yeniden tanımlandığı, buna uygun ortaklıkların şekillendiği yeni bir döneme doğru hareket edildiğini göstermektedir. Türkiye, Dünya ekonomisindeki bu dinamikleri de dikkate alarak, güçlü bir aktör olarak yoluna devam etmelidir.

Yılın ilk çeyreğini geride bırakmaya hazırlandığımız bu günlerde ekonomik veriler özellikle büyüme, enflasyon ve mali disiplin cephesinde rotadan çıkış ve hedeflerden uzaklaşma sinyalleri veriyor. Milletimizin 16 Nisanda ülke bekâsına gösterdiği hassasiyetin ekonomide bir an önce atılacak adımlarla sürdürülmesi gerekiyor.

Bunun siyaset kurumu, tüm sivil toplum, iş aleminin desteği ve uzlaşması ile gerçekleşmesi önemlidir. Mesele Türkiye’nin yeni bir hikaye yaratmaktan öte, birlik ve beraberlik içinde toplumsal uzlaşma ruhuyla hareket etmesidir. Türkiye Ekonomisi iç ve dış kaynaklı sıkıntıları hızlıca atlatabilme potansiyeline sahiptir.

Yapılması gereken yatırımları, üretimi, ihracatı ve turizmi yeniden canlandıracak istihdamı arttıracak ve enflasyonu yeniden kontrol altına alacak stratejik yapısal politikaların dönüşümlerin başlatılmasıdır.

Günü kurtaran, bütçe disiplinini altüst eden, enflasyonu körükleyen katma değerli üretimi değil inşaat ve ithalatı büyüten ekonomi politikalarından, üretim ekonomisine geçebilmek için ekonomide pozitif gündeme ihtiyacımız vardır.

Mart ayında açıklanan büyüme rakamları 2016 yılında 2,9 büyümeye işaret ediyor. OECD ülkeleri arasında hiç de küçümsenmeyecek bir performansa tekabül etse de, ülkemizin hedefleri açısından son derece vasat bir büyümedir. Ekonomide orta ve uzun vadeli hedeflerimize ulaşmak için yüzde 7’lik büyüme seviyelerinin acilen yakalanması bir zorunluluktur.

Ayrıca, büyümenin dinamiklerine bakıldığında 2016 büyümesinin büyük oranda tüketim harcamaları, kamu yatırım ve tüketiminden kaynaklandığı, yatırımların büyümeye katkısının son derece sınırlı olduğu, ihracatın katkısının ise negatif olduğu görülüyor. Bu manzaranın değişmesi en önemli hedeflerden biri olmalıdır.

Enflasyonda, tüketici fiyatlarında mart ayı itibariyle son beş yılın en yüksek seviyesine %11,3 ile çift haneye ulaşıldı. Üretici fiyatlarında görülen %16 seviyesi ise enflasyondaki yükselişin devam edeceğini gösteriyor. Maalesef, mart ayında bütçe gerçekleşmeleri de endişe veriyor. Hükümet tarafından ekonomimizin en güçlü yanı olarak ifade edilen mali disiplinden uzaklaşılmakta olduğu sinyalleri alınıyor.

2016 yılı Mart ayında 6,6 milyar TL açık veren bütçe, 2017 yılı Mart ayında 19,5 milyar TL açık veriyor. 2016 yılı Mart ayında 160 milyon TL faiz dışı fazla verilmiş iken, 2017 yılı Mart ayında 12,4 milyar TL faiz dışı açık veriliyor. Yine 2016 yılı Ocak-Mart döneminde 46 milyon TL fazla veren bütçe, 2017 yılı Ocak-Mart döneminde 14,9 milyar TL açık vermiştir.

Bütçe dengesinin bozulmasında AKP hükümetlerinin de bu süreçte popülizme kaçan maliye politikası uygulamaları, her yıl yapılmak zorunda kalının vergi affı ve yapılandırma, son dönemde belirli sektörlerde getirilen KDV, ÖTV indirimi ve muafiyetleri gibi ekonomiyi canlandırmak için alınan ancak biraz da ölçünün kaçırıldığı, panik havası içinde getirilen tedbirlerin payını da ihmal etmemek gerekir. Üstelik günü kurtarmaya yönelik böylesi politika tedbirlerinin olumlu etkisi de sınırlı ve geçici olacaktır.

2017 Ocak ayı itibariyle İşsizlik %13 ile 2008 yılından buyana en yüksek seviyeye ulaşmış durumdadır. Tarım dışı işsizlik oranı 2,2 puanlık artış ile %15,2 genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 5,3 puanlık artış ile %24,5‘e yükselmiştir.

Cari açıkta geçen yıl eylül ayından bu yana düşüş durmuş, Şubat ayında artış yeniden başlamıştır. Doğrudan yabancı yatırımlar ivme kaybetmeye devam ediyor. Doğrudan yatırımların cari açığın finansmanına sağladığı katkı azalmaktadır. Ocak ayında 602 milyon USD olan doğrudan yabancı sermaye girişi Şubat ayında 457 milyon USD’ye gerilemiştir.

Böylece net doğrudan yatırımlar 270 milyon USD ile Kasım 2015’ten bu yana en düşük düzeyde gerçekleşmiştir. Kaynağı belirsiz fon girişleri şubat ayında kesildi ancak rezerv kullanımı artmaktadır.

Bunların yanında kısa vadeli borç stokunda artış gözlenmektedir. 2017 Şubat sonu itibarıyla, kısa vadeli dış borç stoku, 2016 yılsonuna göre % 3,1 oranında artışla 101 milyar ABD doları olarak gerçekleşmişti. Bu dönemde, bankalar kaynaklı kısa vadeli dış borç stoku % 4,7 oranında arttı.

Kuşkusuz ekonomideki bu gelişmelerin ardında; ülkemizin 2015 yılından buyana sürekli seçim atmosferi içinde olması, 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı siyasi ve ekonomik gerilimlerin, bu sürecin döviz kurlarında ve ekonomik beklentilerde yarattığı tahribatın payı da büyüktür.

Ancak ekonomide yaşanan tüm bu sorunların çözülmesine yönelik bir irade sergilemek kaçınılmazdır. Bu nedenle bütünlük arz eden bir strateji çerçevesinde gerçekçi bir gündem ve yol haritası oluşturarak uygulamaya koymak hükümetin 2019 yılına kadar üsteleneceği en önemli görevdir.

Milletimizin hükümetten ve siyaset kurumundan beklentisi en azından asgari müştereklerde uzlaşarak huzur ve refah içinde yaşayacak ortamın oluşturulmasıdır.

Türkiye için Pozitif gündemle bir yol haritası hazırlamanın zamanıdır.