Bakanlıklarımızın sadece ikisinin başında “Milli” ifadesi var:  Milli Savunma ve Milli Eğitim…

Özellikle bu yeni dönemde ‘Milli’ ifadesinin ne kadar ‘Ağır bir sorumluluk’ taşıdığını söylemeye gerek var mı? Savunma 15 Temmuz sonrası geçirdiği ağır travmanın yaralarını sararken eğitimde de uzun zamandır işlerin iyi gitmediği zaten ortadaydı. Bu nedenle yeni Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamalar ümit verdi. Sayın Bakan konuşmasının bir yerinde şöyle diyordu: “Tuzluğu değil masayı değiştireceğiz. Biraz sabır gerekiyor...”

Masa gerçekten değişmeli. Çünkü “Milli eğitim” demek geleceğimiz demek… Ötesi yok!

Yeter ki o sabrın sonunda artık sağlam ve “Milli” bir eğitim sistemine geçebilelim. Çocuklarımızın Dünyayla yarışabilmesini sağlayacak bir yapıyı inşa edelim. İsmini unuttuğumuz garip sınavlardan, durmadan değişen müfredattan, içinden her türlü sakıncalı unsur çıkabilecek kitaplardan kurtulmayı başarabilelim.  

Fikrimiz, siyasi inancımız ne olursa olsun bunları bir kenara bırakıp, ‘Eğitim’i çağdaş, kalıcı bir sistem haline getirebilelim. Türkiye olarak bunu başarabilelim. Çocuklarımızın ‘Birey’ olmalarını sağlayıp FETÖ gibi oluşumların kucağına düşmekten kurtaralım… Bu garip eğitim düzenine bir nesil daha kurban vermeyelim…

İşte tam bunları yazarken,  1921 yılında Mustafa Kemal tarafından ateşin, savaşın ortasında toplanan Maarif Kongresi’ni örnek verecektim ki… Anıtkabir olayı gündeme düştü… Şimdi ne desek, nasıl desek… Bu kadar cahil bir insanın yaptıklarına nasıl tepki göstersek… “Kaç genç böyle geçmişi okumaktan, gerçek bir Dünya liderini anlamaktan uzak büyütüldü acaba”  diye mi sorsak… “Bu kafa nasıl oluştu” diye mi sorgulasak… “Provokasyondur” deyip geçsek mi yoksa “Daha kaç kişi bu önyargıların, tuzakların kurbanı” diye düşünsek mi?  İsyan mı etsek, hakaret mi? ...

Dedik ya, o Mustafa Kemal ki, Kurtuluş Savaşı sürerken Maarif Kongresini toplamıştır… Düşünebiliyor musunuz, savaşın ortasında eğitim için ‘Muallimleri’ bir araya getirmiştir. (Tesadüf ki değerli MYK üyemiz Tarihçi Ali Güler kongreyi buradaki köşesinde ele almış. Lütfen açıp okuyun. Bizim gibi çömez tarih öğrencilerine anlatmak elbette düşmez…)

GÖREN, DİNLEYEN, UZLAŞTIRAN…

İşte tam da ‘Milli mesele’ budur… Beyinleri yıkanmamış,  Atatürk’ümüzün ve Kurtuluş Savaşı’nın aziz şehitlerinin kemiklerini sızlatmayacak nesiller yaratmaktır… Osmanlı Devletini önyargısız, tarafsız yorumlayabilecek, kin tutmayacak nesiller yaratabilmektir. Tarihimiz bizimdir… Elbette birini daha fazla sevebiliriz, birinden hiç hoşlanmayabiliriz… Eleştirebiliriz, yargılayabiliriz hatta… Ama tarihe mal olmuş hiçbir önemli isme böyle alçakça hakaret edemeyiz!

Mesele gerçekten milli meseledir…

Geçmişiyle kavga eden değil, anlayan, yorumlayan bireyler yetiştiren bir eğitim sistemini ortaya koyabilmektir… Önyargısız, o günün koşullarını yine o güne bakarak değerlendirecek bireylerin ortaya çıkacağı bir sistem inşa etmektir. Çocuklarımızı ‘Ötekiler’ ile korkutan değil empati yeteneğini kazandıran bir sisteme geçebilmektir…

O nedenle Sayın Bakan’a hayırlı olsun derken dileğimiz, kendi deyişiyle, ‘Bakan olmaması’; “Gören olması, dinleyen olması, uzlaştıran ve barıştıran olmasıdır”…