Ülkemizde son günlerde eğitimle ilgili kanun değişiklileri teklifi nedeniyle bu konuda tartışmalar yaşanmaktadır.

Maalesef yine gündem karartmaya ve gerginlik çıkarmaya yönelik suni tartışmalar gündeme hakim olmuştur. Bu toz-duman içinde sizlerle eğitimde yaşanan gelişmeleri paylaşmak ve değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.

Eğitimde amaçlar her ülkenin kendi milli ve kültürel özelliklerine göre belirlenir. Her ülke kendi belirlediği ilkeler doğrultusunda amaçlarını belirler. Burada amaçtan kastedilen öğrencinin istenilen davranış biçimini kazandıran özelliklerin öğrenciye verilmesidir. Eğitim modernitenin bir özelliği olarak devletin yurttaşlara karşı yerine getirdiği bir görevdir. Buna bağlı olarak, milli devletler de diğer devlet modellerinde olduğu gibi kendi sistemini ayakta tutmak ve devamlılığını sürdürmek için eğitimin müfredatını belirli ilkeler doğrultusunda belirler. Devletlerin ve rejimlerin ideolojilerindeki farklılıklara göre eğitimin istikametinde değişiklikler gözlemlenir. Eğitim ve okul her ne kadar farklı ideolojilere bağlı olarak şekillense de sonuçta "eğitim kurumu"nun işlevi evrensel özellikler gösterir. Türkiye'deki tartışmalar doğrultusunda eğitimde ideoloji sorunu birinci sırada yer almaktadır. Sürekli "ideolojisiz bir eğitim"den söz edilse de bu tanımlama bile ideolojiyi içinde barındırır.

Her devlet, eğitim kurumu üzerinden yetiştirdiği bireylerin topluma ve toplumun kültürüne uyum sağlaması noktasında hassas olmak zorundadır. Toplum ve kültür de ister istemez belirli norm ve değerleri bünyesinde taşır. Daha doğrusu toplum ve kültür değerlere içkindir. Değersiz ve normsuz bir kültür ve toplum olamayacağına göre ideolojisiz eğitim de söz konusu değildir.

Bir millet mensubuysak ve milli bir kimliğimiz varsa üstelik bu kimliğin varlığını koruyarak ve geliştirerek katkıda bulunmak istiyorsak yapmamız gereken öncelikle milli bir toplum ve milli bir kimlik yaratmanın temel kurumu olan Milli Eğitim Bakanlığının ders müfredatının milliyetçi bir çizgide düzenlenmesidir. Kozmopolit bir toplum için kozmopolit bir eğitim sistemi sosyalist bir toplum için de sosyalist bir eğitim sistemi şarttır. Türk milliyetçisi olarak bizim rol modelimizi başta Peygamber Efendimiz olmak üzere, Ahmet Yesevi'den Kaşgarlı Mahmud'a, Oğuzhan'dan Sultan Alparslan'a, Osman Gazi'den Fatih Sultan Mehmet'e Kanuni'den Mustafa Kemal Atatürk'e Türk-İslam tarihinin mümtaz şahsiyetleri oluşturur. Dinî ve milli değerlerin, geleneklerin sağlıklı bir şekilde aktarımını sağlayacak ve deformasyonunu engelleyecek siyaset dışı unsurlarla da mücadele edilmelidir.

Eğitimin Millilik Vasfı Kalmadı!

On yıllardır süren gayri milli eğitim zihniyetinin zirveye ulaştığı dönem olan AKP dönemleri açık ve net biçimde Türk kimliğinin hedef haline getirildiği bir dönemdir. Türk kimliğini 36 etnik gruptan biri kabul eden Hüseyin Çelik döneminden bugünkü Ömer Dinçer'e Türkiye'de eğitimin "milli" sıfatı tasfiye edildi. Öyle ki okullardaki ders kitaplarından Antepli Şahin artık okutulmuyor. Çünkü düşmanlığa sevk ediyormuş çocuklarımızı. Ömer Dinçer'in açıkladığına göre milli mücadele döneminde Türk milletini açıkça arkadan vuran ve işgalcilerle işbirliği yapan Ermeniler, Rumlar, Yunanlılar gibi topluluklar hakkında artık "olumsuz ifadeler"in yer almayacakmış. "Olumsuz ifadeler" dediği Yunanlıların, Ermenilerin İşgalcilere olan desteği, yardımı, onlarla birlikte yürüttükleri Türklere yönelik katliamlar, tecavüzler, işkencelerin nasıl ifade edileceği? Tabiî ki söz konusu toplulukların milli mücadele dönemindeki rollerinin nasıl anlatıldığını siz düşünün. Beş milyon Müslüman Türk'ü Balkanlarda katledenleri acaba nasıl anlatacağız? Herkesin başına gelebilecek bir kaza kurbanı mı, yoksa Yunanlıların, Bulgarların, Sırpların soykırımı, katliamı olarak mı? Ermeniler Doğu ve Güneydoğumuzdaki katliamları nasıl anlatılacak? Yok sayarak mı?

AKP'nin "ideolojisiz eğitim" tartışmaları sürerken "dindar bir nesil yetiştirmek" sözünün bizzat Başbakan tarafından sarf edilmesi asıl amacın eğitimin "milli" yani "Türk" rengine son vermek olduğunu gösterir. Çünkü iktidara geldiklerinden beri Türk milli eğitim sisteminin "milli" vasfının silinmesi, AB üzerinden hızla yürütülmekteydi. Örneğin komşularla sıfır sorun adına Yunanistan ile karşılıklı anlaşmalarla tarih ders kitaplarından Yunanlılarla ilgili "düşmanlığı", "nefreti" "ötekileşmeyi" yok etmek adına düzenlemeye gidilmiştir. Böyle bir durumda elbette İzmir'i kimin işgal ettiğini siz düşünün. Buna karşılık Yunan tarih ders kitaplarından açıkça Türk düşmanlığını aşılayan ifadeler ve konular çıkarıldı mı? Elbette hayır. Neden? Çünkü Yunan kamuoyu sert tepki gösterdiği için değiştirilmemiştir!..

"Milli" Eğitim Bakanlığı Türk kimliğine tahammül edemezken Heybeliada Ruhban Okulu'nu açmak için büyük çabalar sarf etmekten geri kalmamaktadır. Basına yansıdığına göre, AKP Hükümeti, 2-4 Aralık tarihlerinde Türkiye'ye resmi ziyarette bulunan ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'a Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılacağı müjdesini verirken Biden İstanbul'da Patrikhane'ye giderek Patrik Bartholomeos'a bu müjdeyi iletmiştir. AB'ye alınmayan "anti-demokrat Türkiye" Türklüğünden vazgeçerek demokrasi yolunda hızla ilerlerken AB üyesi "demokrat Yunanistan" Türklüğün izlerini silerek yani Rodos adasında Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1588'de inşa edilen Recep Paşa Camii'ni bir gece yarısı operasyonuyla yıkarak ilerliyor. Türkiye'den en ufak bir tepki söz konusu değil.

Din ve Eğitim Siyasete Alet Ediliyor!

Bir devletin en önemli kurumu olan Milli Eğitim ile ilgili alınan kararlar AKP hükümetinin mensupları arasında bile mutabakat sağlamamaktadır. Gündemdeki dershanelerin kapanacağı konusunda Başbakan bakanlarıyla ters düşebilmektedir. Başbakan Erdoğan'ın geçtiğimiz hafta dershanelerin kapatılacağı yönündeki açıklamasının ardından Bülent Arınç, "Dershaneler kapatılmayacak" demişti. Bu kez Erdoğan daha net konuşuyor ve diyor ki "Dönüş yok dershaneler kapanacak" dedi. AKP'nin kendi içindeki kavgayı ve kafa karışıklığı ile eğitimin içler acısı halini bu tartışmadan daha açık olarak başka ne gösterebilir?

4+4+4 modeli gibi tartışmalar da ideolojik karakterli değişiklikleri içine almaktadır. Her AKP'li bakan döneminde eğitim sisteminde yapılan değişiklikler, eğitimin sorunlarını çözmek ve kalitesini yükseltmek gibi bir sonuç doğurmamıştır. Bu yeni modelin "dindar gençlik" ve "imam hatipler" üzerinden yürütülmesi de göstermektedir ki popülist politikalar icraatlara yön vermektedir. Amaç dünya standartlarında bir eğitim sistemi yaratmak değildir. Onların amacı, dinin ve eğitimin popülist yaklaşımlarla siyaset amacıyla kullanılmasıdır. Maalesef bu tartışmalar dinin yanı sıra eğitimin de yozlaşmasına ve millilik vasfının kaybolmasına yol açmaktadır. "Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller" yerine, körü körüne biat eden ve sorgulamayan bir nesil yetiştirilmektedir.

Eğitim kurumu devletin ve toplumun yeniden üretimini sağladığı için halihazırda anayasa yapımı sorunundan daha önemli bir konudur. Bu önemli konuda baskı, şiddet ve oldu bittiyle gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Oysa demokratik teamüller gereği her bir maddesinin ilgili kurul ve komisyonlarda tartışılması gerekirdi. Çünkü Türkiye'deki eğitimin kalitesizliği bütün dünyada bilinen bir vakadır. Türkiye'nin MEB'in ne kadar kötü olduğu eğitim kalitesini ölçen uluslararası yarışmalardan aldığımız sonuçlarla tescillidir. Bu yarışların başında OECD'nin üç yılda bir 65 ülkede uyguladığı PISA adlı sınav gelir. On beş yaşındaki öğrencilerin katıldığı bu sınavın sonuncusu 2009'da yapıldı. Bu sınavda Türk çocukları bütün konularda OECD ortalamasının altında kaldı. Genel sıralamada Avrupa ülkeleri arasında sonuncu oldu. PISA'nın sonuçları Türkiye'de eğitimin ne hale geldiğinin objektif ölçütlere göre iyi bir göstergesidir.

Eğitim işlevi ve toplumdaki önemi açısından anayasa çalışmalarından da öncelikli bir konudur. Bu konuda demokratik kurumların çalıştırılmayıp bir oldu bittiye getirilecek düzenlemelerle demokrasimiz hiçbir şey kazanmaz. Ama çok şey kaybeder. FATİH projesinden 4+4+4'e kadar pek çok düzenleme AKP'nin eğitim kurumunun sorunlarını çözmeye yönelik çabalarının değil, basit ekonomik çıkar ve popülist oy kaygılarının bir ürünüdür.