MHP Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet Parsak, "CHP, PKK ve siyasi uzantısı HDP'nin başını çektiği 'hayır'cı cephe, aslında anayasa değişikliği teklifini değil, MHP'nin bu süreçte üstlendiği tarihi rolü hazmedemiyor" dedi.

Referandun öncesi gazetemiz Ortadoğu'ya önemli açıklamalar yapan Parsak, "Yaptığımız şey, Türklüğün Bekasını tehdit etme aşamasına gelmiş olan büyük bir sorununun, egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olan Türk milleti'nin iradesi ile çözülmesidir." diye konuştu.

Yazarımız Yıldıray ÇİÇEK'in sorularını cevaplandıran MHP Afyon Milletvekili Mehmet Parsak, anayasa değişikliği ve referandumla ilgili  önemli açıklamalarda şulundu.

- Soru: Sayın Parsak, 16 Nisan tarihinde oylayacağımız anayasa değişikliği ile nelerin geleceğini ana hatlarıyla değerlendirir misiniz?

Cumhurbaşkanlığı Sistemi, Türk siyasetinin tarihi tecrübelerini ve özellikle son dönemde ortaya çıkan kendine özgü ihtiyaçlarını nazara alarak, muhtemel rejim krizlerinin önüne geçmek amacıyla, ülkemizin karşı karşıya olduğu potansiyel tehlikeler gözetilerek, farklı hükümet sistemlerinin muhtelif unsurlarını bir araya getiren, Türk Devleti'ne has oluşturulmuş, özgün ve demokratik bir hükümet sistemi modelidir.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile 1982 Anayasasının getirdiği, Parlamenter Sistem'den önemli sapmalar barındıran ve 2007 Referandumuyla Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından doğrudan seçilmesine karar verilmesiyle birlikte önemli bir meşruiyet krizini de bünyesinde barındıran çift başlı yürütme yapısının kaldırılması amaçlanıyor. Böylelikle yürütme erki, millet iradesiyle seçilecek Cumhurbaşkanlığı eliyle daha hızlı ve daha etkin bir konuma kavuşurken Meclis de daha etkin ve bağımsız bir noktaya taşınıyor. Değişiklik ile birlikte Cumhurbaşkanı'nın sorumlulukları da arttırılarak dengeli ve sürdürülebilir bir sistemin önü açılıyor.

HÜKÜMET SİSTEMİNDE NETLEŞME

Anayasa Değişikliği Teklifi'nin Türk milleti tarafından onaylanması halinde, hali hazırda çift başlı olan "yürütme" erki, Cumhurbaşkanı üzerinde toplanarak 1982 Anayasasının kabul edildiği tarihten bu yana barındırdığı sapmalar da giderilmiş yani "hükümet sistemi"nde bir "netleştirme" sağlanmış olacak. Böylece istikrarlı bir "yürütme", yürütmenin tahakkümünden kurtulmuş bir "yasama" ve Türk milleti'nin iradesi ile oluşacak bir "yargı" söz konusu olacak.

Referanduma sunulan değişiklik, "yeni bir Anayasa hazırlanması" değil, mevcut anayasamızdaki "hükümet sistemi"nin netleştirilmesidir, diyebiliriz. 1982 Anayasası özellikle "hükümet sistemi" açısından kabul edildiği tarihten bu yana parlamenter sistemden büyük sapmalar barındırıyordu. Bu sapmalar süreç içerisinde birçok karışıklığa ve krize yol açtı. Yani bu "netleştirme" ihtiyacının gerekçeleri 1982'de, 1991'de, 2007'de, 2011-2013'te, 2014'te ve nihayet 15 Temmuz 2016'da gizlidir, diyebiliriz.

Soru: Bu yıllarda neler oldu da bu günlere gelindi, burayı biraz açabilir misiniz?

1982'den başlayalım… Normalde parlamenter sistemde, neredeyse hiç sorumluluğu olmayan bir Cumhurbaşkanı'nın bu kadar fazla yetkisi olmaz. Fakat 1982 Anayasası, Kenan Evren'in, oluşturulan yeni sistemde Cumhurbaşkanı olmayı tercih etmesi nedeniyle Cumhurbaşkanına çok geniş yetkilerin tanındığı ancak bu yetkilere rağmen Cumhurbaşkanı için neredeyse hiç sorumluluk öngörmeyen bir Anayasa olarak ortaya çıkmıştır.

Anayasamızın 104. maddesi -ki Anayasamızın en uzun maddesidir- ve o maddenin atfı ile diğer maddelerinde Cumhurbaşkanı'na çok geniş yetkiler tanınmasına rağmen Cumhurbaşkanı için öngörülen tek sorumluluk ise 105. madde uyarınca TBMM'nin 3/4 gibi çok yüksek bir çoğunluğuyla ve sadece "vatana ihanet" suçlamasıyla Yüce Divan yargılamasıdır. Bu 3/4 gibi çok yüksek Meclis çoğunluğu bulunabilse bile, 1991'de "vatana ihanet" suçunun düzenlendiği "Hıyanet-i Vataniye Kanunu" yürürlükten kaldırıldığı için Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunun "kanunilik ilkesi" bakımından imkânsız hale geldiği kabul edilmektedir.

1982 Anayasasındaki bu "yetki-sorumluluk" dengesizliği, 2007 yılındaki 11. Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sırasında ortaya çıkarılan "367 krizi" ile birlikte zirveye çıktı. Hatırlanacağı gibi, dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun 26 Aralık 2006'da Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir makalesi ile başlatılan süreç, CHP'nin başvurusu ve Anayasa Mahkemesi'nin kararı ile birlikte önemli bir krize dönüştü ve ardından gelen "Cumhuriyet Mitingleri" ve "24 Nisan e-muhtırası" ile karşılaşıldı. Bu kriz o tarihte Milliyetçi Hareket Partisi'nin, Türk milleti'nin iradesini esas alan yaklaşımıyla geçici de olsa çözüldü ancak burada çok kritik bir hususu vurgulamak gerekir. Dünyadaki her sistemde, "Devlet"in başının seçimi çok önemli ve kritik bir süreçtir. Bu konuda yaşanabilecek krizlerin etkileri yıllar sonra bile hissedilir ve çözülmezse ülke için potansiyel bir tehdit oluşturur. Nitekim 12 Eylül darbesine gerekçe olarak gösterilen olaylardan birisinin de, TBMM ve Cumhuriyet Senatosu'nun 22 Mart - 11 Eylül 1980 tarihleri arasında 6 ay boyunca devam eden ve toplamda 124 tur süren oylamalar sonucunda Cumhurbaşkanını seçememesidir.

2007 yılında yaşanan bu kriz sonrasında "Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından doğrudan seçilmesi"ne dair Anayasa değişikliği 21 Ekim 2007 tarihindeki referandumda % 70'e varan ezici bir çoğunlukla kabul edildi. Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından doğrudan seçilmesiyle birlikte "yetki-sorumluluk" açısından sorunlu olan Cumhurbaşkanlığı Makamı, bir de "meşruiyet" açısından orantısız bir şekilde güçlenmiş oldu. Başka bir ifadeyle zaten 1982'den itibaren var olan "iki başlılık" sorununa 2007'den itibaren ise bir de "çifte meşruiyet" sorunu eklenmiş oldu. Önemle vurgulamak gerekir ki 16 Nisan'da yapılacak Anayasa referandumu, buraya kadar özetlemeye çalışılan bağlamda, bundan 10 yıl önce 2007 yılında CHP'nin müsebbibi olduğu "367 Krizi" ve "Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesine yönelik Anayasa Değişikliği"nin kaçınılmaz bir sonucudur. Dolayısıyla 2007 yılından itibaren "Anayasa Değişikliği" çalışmalarında "hükümet sistemi" meselesi hep en önemli başlıklardan birisi olmuştur. 

"Anayasa Değişikliği" çalışmaları demişken, 2011-2013 döneminde yürütülen 24. Dönem TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmaları için büyük bir parantez açmakta fayda vardır. Zira bu çalışmalar sırasında sadece "hükümet sistemi" değil, Anayasamızın değiştirilmesi teklif dahi edilemez nitelikteki ilk dört maddesi, bu ilk dört maddeye hakim olan "Milli Devlet" ve "Üniter Devlet" ilkeleri, bunların Anayasamızdaki yansımaları olan "eğitim dilinin Türkçe olduğu"na dair 42. madde, "Türk vatandaşlığı"nı düzenleyen 66. madde ve "yerel yönetimlerin özerk olamayacağı" yönündeki 127. madde gibi "çok daha önemli" hususlar da en vahim haliyle tartışma konusu edilmiştir. Ancak gururla ifade etmeliyim ki MHP'nin haklı ve kararlı duruşu sayesinde bu tartışmalar "amacı"na ulaşamamıştır. Yine önemle vurgulamak gerekir ki bu tartışmalar esnasında hangi siyasi partinin neler önerdiği, bu önerilere karşı hangi siyasi partinin nasıl bir tutum takındığı yani kısaca kimin nasıl bir duruşa sahip olduğu TBMM'nin resmi web adresinin ana sayfasında yer alan tutanaklar başta olmak üzere "Devlet Kayıtları" ile sabittir. 

"FİİLİ DURUM" TARTIŞMALARI 

Hükümet Sistemi meselesine devam edecek olursak... Hükümet Sistemi karmaşası giderek derinleşirken, Recep Tayyip Erdoğan'ın 2014 yılında doğrudan halk tarafından Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte başka bir tartışma alanı daha ortaya çıkmıştır.  Sayın Erdoğan'ın seçildiği günden itibaren ortaya koyduğu siyasi tutum ve davranışları ile beraber bir de "fiili durum" tartışmaları baş göstermiştir. Öyle ki bu evrede sıklıkla "anayasal sistem"in fiilen değişip değişmediği ya da bunun mümkün ve/veya doğru olup olmadığı her platformda konuşulur olmuştur. Bu durum ise "Türkiye Cumhuriyeti Devleti"ni hukuki ve siyasi açıdan giderek daha fazla yıpranan bir sarmalın içine iter hale gelmiştir.

İşte böylesi bir halde iken 15 Temmuz 2016'da Türk milleti ve Türk Devleti, tarihinin en büyük ihanetlerinden birisi ile karşılaşmıştır. Bir "darbe girişimi"nin çok ötesinde; Türk milleti'ni bölme, Türk Devleti'ni parçalama ve Türk vatanı'nı işgal etme girişimi olan bu kara geceden itibaren Türk Siyaset ve Devlet Hayatı'nda da önemli bir paradigma değişikliği söz konusu olmuş ve diğer pek çok önemli meselemizle birlikte özellikle de hükümet sisteminin netleştirilmesi konusu hayati bir önem kazanmıştır.

SORUN MİLLET İRADESİYLE ÇÖZÜLECEK

Yani bu tartışmalar birkaç aylık ya da birkaç yıllık tartışmalar değildir. Türkiye'nin bu belirsizlik ve kaos ortamından kurtulmasını istemeyenler "durup dururken bu sistem değişikliği de nereden çıktı" diyorlar! 16 Nisan 2016'da yapılacak halk oylamasına konu olan Anayasa değişikliği, zamansız, sebepsiz ve anlamsız yere ortaya çıkmış değildir; bilakis uzun yıllar içinde git gide karmaşık hale gelen ve artık vatanıyla milletiyle devletiyle "Türklüğün Bekası"nı tehdit etme aşamasına gelmiş olan büyük bir sorununun, egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olan Türk milleti'nin iradesi ile çözülmesidir.

Soru: Milletin onayına sunulan yeni sistem önerisine getirilen eleştirilerin başında "tek adam" yönetimini getirdiği, bunun da keyfi uygulamaların önünü açacağı yönündedir. Yeni sistem ile Cumhurbaşkanı keyfi kararlar alabilecek mi?

Hükümet Sistemi değişikliğinin içeriği ile ilgili teknik eleştiri getiremeyenler, değişikliğin tamamı üzerinden kolaya kaçan değerlendirmeler ve toplumda negatif algısı yoğun olan bazı tanımlamalarla istedikleri sonuca ulaşmaya çalışıyorlar. "Tek adam" sistemi, yasama ve yürütme yetkilerinin tek kişide toplandığı ve bu yetkilerin kullanılması bakımından herhangi bir zaman sınırlamasının bulunmadığı durumlarda söz konusu olabilir. Oysa Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nde Cumhurbaşkanı'nın görev süresi kural olarak iki dönemle sınırlandırılmıştır. Diğer yandan Cumhurbaşkanı'nın seçimi ile Meclis seçimleri aynı günde ancak ayrı seçimlerle yapılacağından, Meclis'te çoğunluğu sağlayan parti ile Cumhurbaşkanı'nın partisinin aynı olma ihtimali kesin değildir. Seçmenin son dönemde istikrar, özellikle de ekonomik istikrar kaygısıyla tek başına, güçlü bir iktidar seçme düşüncesiyle oy kullandığı önemli bir gerçek… 

ÇOK SESLİ, DENETLEYEN, DİNAMİK BİR MECLİS'İN OLUŞUMUNU SAĞLANACAK

Cumhurbaşkanı'nın seçilmesi ve tek başına güçlü bir yürütmenin oluşmasıyla birlikte istikrar arayışı otomatik olarak karşılanacak seçmenin Meclis seçimlerinde, daha önce yaptığı gibi istikrar kaygısıyla iktidara daha yakın görünen partiye oy vermek yerine kendisine daha yakın hissettiği partiye oy verebilir. Bu yaklaşım, bir yandan partileri ilkeli siyaset yapmaya yöneltecek diğer yandan da daha fazla partiden oluşan, çok sesli, denetleyen, dinamik bir Meclis'in oluşumunu sağlayacaktır.

Ayrıca Anayasamızın mevcut durumunda hiçbir sorumluluğu bulunmayan Cumhurbaşkanı'na net olarak belirlenmiş bir sorumluluk getiriliyor. Deyim yerindeyse "Ben yaparım, kimse de bana karışamaz, hesap soramaz" anlayışı sona eriyor. Diğer yandan Cumhurbaşkanı'nın, kararname yetkisi başta olmak üzere tüm yetkilerinin sınırları da net bir şekilde belirlenmiş durumda...

ASIL "TEK ADAM"LIK BUGÜN VAR

Bu şartlar altında "tek adamlık" ya da "keyfi yönetim" iddialarından söz etmek hukuken mümkün değil. Asıl "tek adamlık"a doğru ilerleyen "keyfi yönetim", bugünkü hükümet sistemimizde vardır. Sonuçta Cumhurbaşkanı kendi yetkileri ile hükümetin yetkilerini fiilen birlikte kullanabiliyor ve bunun karşısında hiçbir sorumluluğu yok… Hatırlatmak gerekir ki hiçbir merci, Cumhurbaşkanı'na "Anayasal sınırlarını ihlal edemezsin, ihlal edersen yaptırımı şudur" diyemedi… Bunlar ne yazık ki yaşandı ve bu hükümet sistemi ile devam edilirse yarın daha vahim tabloların yaşanmasının önünde de hiçbir engel bulunmuyor.

Soru: Bir başka konu ise yasama ile yürütme organı yani meclis ile hükümet arasındaki kuvvetler ayrımı. Bu mesele de oldukça fazla istismar ediliyor. Yeni sistemde gerçekte nasıl bir yetki paylaşımı olacak?

Bu soruya cevap verirken, önce mevcut sistemimizde "kuvvetler ayrımı"nın ne durumda olduğuna bakmak gerekmektedir. Mevcut sistemde gerek çıkan kanunların %99'unun "hükümet tasarısı" olması, gerekse Meclis'in en güçlü denetim aracı olan "gensoru"nun 484'te sadece 4 sonuç alınmış olması, en sık müracaat edilen "soru önergeleri"nin neredeyse hiçbirine bihakkın cevap verilmediği, hülasa "kuvvetler ayrımı"nın lafta kaldığı, gerçekte ise  "Yasamanın, Yürütmenin Tahakkümü"nde olduğu itiraf edilmelidir! Anayasal çerçevede mevcut duruma bakıldığında da "yasama" ve "yürütme" erklerinin iç içe olduğunu ve neredeyse hiçbir sorumluluğu bulunmayan tek bir kişi tarafından kontrol edilebildiğini görüyoruz. Cumhurbaşkanı hem "yürütme" erkinin "sorumsuz" ayağını oluştururken diğer yandan "sorumlu" hükümet kanadını da doğrudan kontrol ediyor. Bir önceki Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun bir günde istifa ettirilmesi, bu durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren önemli bir olay… 

MHP, İNİSİYATİF ALARAK HAREKETE GEÇMİŞTİR

Diğer yandan 2010 referandumu sonrasında iktidar tarafından sözde "dizayn" edilmeye çalışılırken FETÖ'nün kıskacına düşürülen bir "yargı" erkini görüyoruz. Bunlar bugüne kadar yapılan çok kritik hatalardır ancak MHP, "bu hataları biz yapmadık" diyerek kenara çekilmek yerine, Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası için inisiyatif alarak harekete geçmiştir.

"Yetki paylaşımı" konusu artık netleşiyor. Bugün Cumhurbaşkanı ve hükümet üzerine belirsiz bir şekilde dağıtılmış "yürütme" yetkisi, Cumhurbaşkanı üzerinde toplanıyor. İktidar artık meclisin içinden çıkmayacak ancak yine halk tarafından seçilecek. Diğer yandan "yürütme"nin, "yasama" üzerindeki tahakkümü artık kalkacak ve Meclis, "yasama" görevine odaklanacak. Bugün Meclis'te milletin vekillerinin kanun teklifleri değil, hükümet tarafından hazırlanan kanun tasarıları yasalaşıyor. Yani milletin gerçek ihtiyaçlarına değil, iktidarın politik planlarına göre düzenlemeler yapan bir Meclis var. Bu durum ortadan kalkacak, "yasama" ve "yürütme", net çizgilerle birbirinden ayrılacak. Böylece TBMM temel fonksiyonu olan "yasama" görevini yerine getirirken, "yürütme" de "yasama"nın çıkardığı kanunlar doğrultusunda yürütme görevini icra edecektir.

HSYK'IN DURUMU

Soru: Halkın oyuna sunulacak sistemde öngörülen yargı ayağı ile ilgili de oldukça fazla saptırmalar mevcut. Bununla ilgili ne söylersiniz, gerçekler nelerdir?

Değişiklik teklifinde yüksek yargı ile ilgili iki husustan söz edilebilir. Bunlardan bir tanesi Anayasa Mahkemesi ve diğeri de değişiklik ile birlikte "Hakimler ve Savcılar Kurulu"na dönüştürülmesi öngörülen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu… 

Anayasa Mahkemesi ile ilgili olarak yapısal bir değişiklik söz konusu değil. Sadece Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin kaldırılması öngörüldüğünden, Cumhurbaşkanı tarafından buralardan Anayasa Mahkemesi'ne seçilecek üyeler artık seçilmeyecek. Dolayısı ile hali hazırdaki durumda Anayasa Mahkemesi'nin 17 üyesi bulunuyordu ve bunların 14'ünü Cumhurbaşkanı, 3'ünü ise TBMM seçiyordu. Değişiklik ile birlikte Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı mecburen 15'e düşüyor, bunların 3'ünü yine TBMM seçerken, artık 12'sini Cumhurbaşkanı belirleyecek. Bu bağlamda önemli bir "algı operasyonu"na da değinmeden geçmemek lazım. Aylardır sürdürülen bu operasyon ile sanki "referandumun kabul edilmesi halinde hemen 17 Nisan günü tüm Anayasa Mahkemesi üyelerinin görevinin sona ereceği ve aynı gün Cumhurbaşkanının 12 üyeyi bir seferde atayacağı" yönünde bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Oysa hakikat asla böyle değil! Referandumun "evet"le sonuçlanması halinde dahi Anayasa Mahkemesi'nin mevcut üyelerinin üyelikleri devam edecek ve ancak ilgili mevzuat çerçevesinde zamanı geldiğinde peyderpey üyelikleri sona erecek. Hal böyleyken referandumun kabul edilmesi halinde, seçilecek cumhurbaşkanının kim olacağı ve 2 dönem peş peşe seçilip seçilemeyeceği net olmamakla birlikte, bir an için bu ihtimaller gerçekleşse bile o Cumhurbaşkanı görev süresi boyunca Anayasa Mahkemesi'nin sadece 3 üyesini kendisi seçebilecek. Diğer üyeler ise yine zamanı geldikçe ve o tarihte görevde olacak Cumhurbaşkanı kim olursa onun tarafından yenilenecektir. 

BU "SEÇİM" USULÜ, YAZIK Kİ YARGININ FETÖ'NÜN ELİNE GEÇMESİNE NEDEN OLDU

Konuyla ilgili olarak tartışma konusu haline getirilen bir diğer husus ise Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu… Bugün HSYK'nın 22 üyesi bulunuyor ve 3 daire halinde çalışıyor. Mevcut durumda Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı, kurulun doğal üyesi, geriye kalan 20 üyenin 4'ünü Cumhurbaşkanı, 3'ünü Yargıtay Genel Kurulu, 2'sini Danıştay Genel Kurulu 1'ini Türkiye Adalet Akademisi, 7'si adli yargı hakim ve savcıları tarafından, 3'ü idari yargı hakim ve savcıları tarafından seçiliyor. Bu "seçim" usulü, MHP'nin "hayır" dediği 2010 referandumu ile getirildi ve ne yazık ki yargının FETÖ'nün eline geçmesine neden oldu. Çünkü bu yöntem hem bazı çıkar ve güç gruplarının kurul yapısındaki sayısal üstünlüğü ele geçirmesine neden oluyor hem de hakim ve savcılar ile onların disiplin, terfi vb. işlemlerinden sorumlu HSYK arasında "seçen-seçilen" ilişkisini doğuruyor. 

HSYK, HSK OLARAK YENİDEN DÜZENLENİYOR

Değişiklik ile birlikte HSYK, HSK olarak yeniden düzenleniyor, üye sayısı 13'e, daire sayısı da 2'ye düşürülüyor ve ilk kez TBMM'nin HSK'ya üye seçmesi sağlanıyor. Yeni düzenleme ile birlikte Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı yine kurulun doğal üyesi oluyor, kalan 11 üyenin 4'ü Cumhurbaşkanı, 7'si de TBMM tarafından belirleniyor. Bu başlık altında vurgulanması gereken ise şudur: TBMM 7 üyeyi basit çoğunlukla değil, 3/5 gibi bir nitelikli çoğunlukla seçebilecektir. Belirtmek gerekir ki 3/5 oranı anayasa değişikliğine bile yeten bir çoğunluktur. Mevcut Meclis aritmetiği gözetildiğinde iktidar partisi tek başına bu çoğunluğa sahip değildir ve ancak en az bir siyasi parti ile mutabakat sağlanması halinde söz konusu 7 üyenin seçilmesi mümkün olabilecektir. Yani bu konuda da uzlaşma şarttır. 

Soru: Federasyon gelecek, Türkiye eyaletlere bölünecek, üniter yapı bozulacak gibi iddialara ne diyeceksiniz? 

Bu da bazı çevreler tarafından özellikle saptırılan konulardan birisi… Değişiklik teklifinde Anayasamızın ilk 4 maddesi muhafaza ediliyor, "Milli Devlet" ve "Üniter Devlet" ilkeleri aynen muhafaza ediliyor, Türk vatandaşlığı tanımı aynen muhafaza ediliyor… "Anadilde eğitim", "federasyon / özerklik" gibi bölücü talepler söz konusu bile değil… Geçmişte bu taleplere karşı sessizliğini koruyanlar, kendi parti kongrelerinde "yerel yönetim özerklik şartını" hayata geçireceklerini söyleyenler bugün kalkıp MHP'yi bu tür şeylerle suçlamaya çalışıyor. Yalanı doğruymuş gibi anlatmaya çalışıyorlar.

MHP'NİN NİYETİ VE AMACI AÇIK VE NETTİR

Türk milleti, MHP'nin içinde bulunduğu bir çalışmadan "federasyon", "özerklik" gibi bir sonuç çıkmayacağını gayet iyi bilir. Nitekim Anayasa Değişikliği Teklifi'ni bir kez okuyan herkes, bu tür durumların söz konusu olmadığını görecektir. Her şey ortadadır, MHP'nin niyeti ve amacı açık ve nettir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin "üniter devlet" niteliği, Anayasal koruma altındadır ve yapılacak değişiklikle birlikte hiç kimseye bu yapıyı bozabilecek bir yetki verilmemektedir. 

Soru: Bu iddiaları size sordum çünkü hayırcı cephenin propaganda malzemelerinin temelini bu asılsız iddialar oluşturuyor. Bu iddiaları çürüten cevapları defalarca kez almalarına rağmen aynı iftiraları dillendirmekten vazgeçmiyorlar. CHP'nin başına çektiği bu cephenin mesnetsiz iftiralarla özellikle de MHP'ye saldırmasının altında yatan neden sizce nedir? 

Milliyetçi Hareket Partisi, Türk milleti'nin varlığının ve birliğinin tek sigortasıdır. MHP, her dönemde "önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben" ilkesi doğrultusunda, sorumlu siyaset anlayışı ile hareket etmiştir.

HAYIRCI CEPHENİN DERDİ BAŞKA

15 Temmuz 2016 tarihindeki hain darbe girişimi sonrasında yaşanan ve yaşanması muhtemel iç ve dış gelişmeleri dikkate alan Sayın Genel Başkanımız, 11 Ekim 2016 tarihinde "ya fiili durumun ortadan kaldırılarak yürütme organının anayasal sınırlarına çekilmesi ya da fiili duruma hukuki zemin kazandırılması bakımından AKP'nin Anayasa değişikliği teklifini TBMM'ye getirmesini" önermiştir. Bu çerçevede MHP, uzun yıllardır ülke gündemini meşgul eden ve giderek zemini sağlamlaştıran hükümet sistemi tartışmalarının devlet yönetiminde bir kriz haline gelmesini önleyebilmek amacıyla, süreç içinde seyirci kalmak yerine inisiyatif almayı tercih etmiştir. Milliyetçi-Ülkücü Hareket ve Lideri Sayın Devlet Bahçeli yaklaşan tehlikenin kimse tarafından fark edilmediği bir ortamda bir kez daha ortaya çıkarak her dönemde olduğu gibi tarihi uyarısını yapmış ve ülkenin kötüye gidişini engellemiştir.

Bu noktada CHP, PKK ve siyasi uzantısı HDP'nin başını çektiği "hayır"cı cephe, aslında anayasa değişikliği teklifini değil, MHP'nin bu süreçte üstlendiği tarihi rolü hazmedemiyor. Bilindiği gibi bölücü çevreler, belirsizlik ve kaostan beslenen yapılar, Türk Devleti'ne sızmak isteyen dış kaynaklı güçler ve Türk milleti'nin iradesini her dönemde küçümseyerek kendisini devletin sözde gerçek sahibi zannedenler, MHP'nin Türk milleti'nin iradesini esas alan politikalarını her dönemde eleştirmişlerdir. Bugün de bu yapıların eleştiri oklarını özellikle MHP'ye çevirmelerinden, yaptığımız işin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Bu yapıların temel sorunu, ülke yönetiminde bir daha söz sahibi olamayacaklarını görmeleri… Hükümet sisteminin netleştirilmesi ile birlikte "yasama", "yürütme" ve "yargı"da sadece yüce Türk milleti'nin dediği olacak, temel rahatsızlıkları bundan kaynaklanıyor.

BU SİSTEM, BAŞKANLIK SİSTEMİ DEĞİLDİR

Soru: Başta terör örgütü PKK, siyasi uzantısı HDP ve son yıllarda bunlarla hareket eden CHP, "ABD tipi başkanlık olursa destekleriz" demişlerdi. Cumhurbaşkanlığı sisteminin onların istediği "ABD tipi başkanlık sisteminden" farkları nelerdir?

Değişiklik ile birlikte getirilen hükümet sistemi bir Başkanlık Sistemi değil, tamamen bize özgü bir sistem olarak "Cumhurbaşkanlığı Sistemi"dir.

Her şeyden önce Amerikan Başkanlık Sistemi'nde yasama ile yürütmenin birbirlerinin seçimlerini yenileme yetkisi yoktur. Nitekim ABD Başkanı da ABD Kongresi de birbirlerinin seçimlerini yenileme hak ve yetkisine sahip değildir.

"MİLLİ DEVLET" VE "ÜNİTER DEVLET" İLKELERİ AYNEN KORUNUYOR

Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin, ABD'deki Başkanlık Sistemi'nden bir diğer önemli farkı da federal yönetimi ve eyalet sistemini içermemesi, bunları net bir şekilde reddetmesi… Cumhurbaşkanlığı Sistemi'ni esas alan Anayasa Değişikliği ile Türkiye Cumhuriyeti'nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü çerçevesinde "Milli Devlet" ve "Üniter Devlet" ilkeleri aynen korunuyor. "Anadilde eğitim", "Türk vatandaşlığı" ve "yerel özerklik" konusunda herhangi bir düzenleme bulunmuyor, Anayasamızın bu hayati hükümleri aynen muhafaza ediliyor.

ABD Başkanlık Sistemi'nde yer alan iki meclisli yapı ve buna ek olarak her eyalette bulunan yerel meclisler de Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nde yok. 

2011-2013 yılları arasında görev yapan 24. Dönem Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmalarında CHP de dahil olmak üzere MHP dışındaki tüm partiler tarafından Anayasamızın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez nitelikli ilk 4 maddesi için değişiklik teklifleri verildi, özellikle "başkanlık-federasyon", "başkanlık-anadilde eğitim" gibi başlıklar altında önemli pazarlıklar yaşandı. MHP o gün o pazarlıklarla masaya getirilen önerilere ne kadar karşıysa bugün de o kadar karşıdır. "Cumhurbaşkanlığı Sistemi"ni, bir "Başkanlık Sistemi"ymiş gibi göstermek büyük yanlıştır. Milletimizin bu saptırmaların farkında olduğunu görüyoruz.

HÜKÜMET SİSTEMİ NETLEŞTİRİLMEKTEDİR

Soru: MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli'nin anayasa çağrısı sonrasında AKP ile yürütülen anayasa görüşmelerinde MHP'yi siz temsil ettiniz. AKP'nin MHP'ye sunduğu ilk öneri ile üzerinde uzlaşıya varılıp milletin onayına sunulan öneri arasında nasıl farklar var, MHP'nin ne gibi katkıları oldu? 

Her şeyden önce şunu vurgulamak isterim ki "MHP'nin bu anayasa değişikliğindeki rolü ve etkisi nedir?" sorusuna cevap verirken "Değişiklik teklifi metninde olanlar"dan önce, "Değişiklik teklifi metninde olmayanlar"a odaklanmak gerekmektedir. Daha açık bir ifadeyle dün "Anayasamızın Türk Anayasası olduğu, ilk 4 maddesi, milli-üniter devlet ilkeleri, resmî dilin de eğitim dilinin de Türkçe olduğu, Türk vatandaşlığı, özerklik ve federasyona engel olan" hayati önemi haiz maddelerle birlikte hükümet sistemi de tartışılmış olduğu halde; bugün MHP'nin haklı ve kararlı duruşu sayesinde o hayati başlıkların hiçbiri artık tartışma konusu bile değildir. Bugün sadece hükümet sistemi değiştirilmekte hatta daha doğru bir ifadeyle hükümet sistemi netleştirilmektedir.

TÜRK MİLLETİ'NİN İRADESİNİ ESAS ALINDI

Milliyetçi Hareket Partisi, hükümet sisteminin netleştirilmesi amacıyla yapılan bu çalışmalarda öncelikle Türkiye Cumhuriyeti'nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü, Anayasamızın değiştirilemez ilk 4 maddesini ve bu maddelere hakim "Milli Devlet" ve "Üniter Devlet" ilkelerini gözetmiş, "yetki-sorumluluk" dengesinin gözetildiği, adaletli ve Türk milleti'nin iradesini esas alan, kriz potansiyeli düşük, etkin ve sürdürülebilir bir hükümet sisteminin ortaya çıkmasına çalışmıştır.

AKP tarafından getirilen teklifte özetle "daha fazla yetki daha az ve daha zor sorumluluk" sahibi bir Cumhurbaşkanı öneriliyordu. MHP olarak biz haklı, yapıcı ve ısrarcı bir yaklaşımla "daha az ve sınırları daha net yetkiye karşın daha çok ve daha kolay sorumluluk" sahibi bir Cumhurbaşkanı haline getirilmesini sağladık. Bunun yanı sıra TBMM'nin yetki ve fonksiyonlarının da korunması ve güçlendirilmesi yönünde çok önemli etkilerimizin olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Hülasa ortaya çıkan anayasa değişikliği teklifinin mümkün olanın en iyisi olması yönünde MHP olarak bizim son derece kayda değer rolümüzün olduğu aşikardır. 

NEDEN EVET

Soru: Bize ayırmış olduğunuz vakit ve vermiş olduğunuz samimi cevaplar için teşekkür ederiz. Hep iddialara cevap verdik, isterseniz anayasa değişikliğine neden evet dememiz gerektiğini açıklayarak söyleşimize bitirelim…

Daha önce de belirttiğim gibi 1982 Anayasası, kabul edildiği tarihten itibaren, özellikle Cumhurbaşkanının yetki ve sorumlulukları açısından klasik parlamenter sistemden büyük sapmalar barındıran bir hukuki çerçevede kaleme alınmıştır. 1982 Anayasasındaki "darbe ruhu" ve "antidemokratik yaklaşımlar", süreç içerisinde gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri ile silinmeye çalışıldıysa da özellikle siyasi iktidarların liderlerinin Başbakanlık görevi sonrası Cumhurbaşkanı seçilme ihtimalleri nedeniyle anayasadaki "hükümet sistemi"ne ilişkin bu sapmalar giderilmemiş, giderilememiştir. Öte yandan Anayasal olarak "tarafsız" olması gereken Cumhurbaşkanları, ellerini eski partilerinin üzerinden çekmemiş, "tarafsızlık" sadece parti üyeliğinin sona ermesi mertebesinde kâğıt üzerindeki bir işlemden ibaret kalmıştır. 2007 yılında yaşanan "367 krizi", buna bağlı olarak Cumhurbaşkanı'nın doğrudan halk tarafından seçilmesine karar verilmesi, Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte ortaya koyduğu siyasi tavırla birlikte hükümet sistemimizdeki belirsizliği daha da arttırmıştır.

Bu şartlar altında ülkede baş gösteren belirsizlik ve kaos ortamı, ülkemiz üzerinde hain emelleri olan yapıları cesaretlendirmiş ve Türk Devleti, 15 Temmuz gibi hain bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıya gelmiştir.

Ülkemizin bugün gelmiş olduğu noktada, güçlenen PKK ve DAEŞ terörüne, 15 Temmuz itibariyle FETÖ'nün de eklenmesi, Suriye, Irak gibi sorunlu alanlardaki tehlikelerin Türk Devleti'ne sıçrama ihtimalinin gün geçtikçe artması, olumsuz yönde değişen ekonomik göstergeler gibi hayati sebepler göz önüne alınarak, ortaya çıkması muhtemel bir rejim krizinin Türk Devleti'nin bekasına yönelik potansiyel tehlikeleri arttıracağının öngörülmesi nedeniyle "hükümet sistemi" konusundaki tartışmalara Türk milleti tarafından açıklık getirilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

MHP, TÜRK DEVLETİ'NİN BEKASI İÇİN HAREKETE GEÇMİŞTİR

MHP, Türkiye Cumhuriyeti'nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü korumak adına, Türk Devleti'nin karşılaştığı her kritik durumda olduğu gibi "önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben" anlayışını hayata geçirerek inisiyatif almış, kısır siyasi kavgaları geride bırakarak Türk Devleti'nin bekası için harekete geçmiştir. 

MHP, Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez nitelikteki ilk dört maddesinin, bu maddelere hâkim olan "milli devlet" ve "üniter devlet" ilkelerinin, bu ilkelerin Anayasadaki en büyük yansımaları olan "eğitim dilinin Türkçe olmasının", "Türk vatandaşlığı tanımının" ve federasyon tartışmalarını engelleyen "mahalli idareler" başlıklı 127'nci maddesinin muhafaza edilmesini önceleyen yaklaşımıyla, Türk Devleti'nin sadece "hükümet sistemi" üzerinden karşı karşıya kalabileceği potansiyel tehditleri gözetmiş, bu tehditlerin 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında acil, hayati ve ertelenemez bir şekilde yine Türk Milleti tarafından giderilmesi gerektiğini değerlendirmiştir.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi;

- İçinde bulunduğumuz bölge konjonktüründeki sıcak savaş ihtimali, 

- Ülke güvenliğimizi uzun zamandır tehdit eden PKK, DAEŞ, PYD/YPG ve FETÖ gibi terör örgütlerinin her zamankinden daha fazla güçlenmiş olması,

- 2007 yılında CHP'nin başvurusu ve Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla ortaya çıkan "367 krizi" nedeniyle Cumhurbaşkanını halkın doğrudan seçmesine karar verilmesi üzerine zaten klasik bir parlamenter sistemden büyük sapmaları bulunan 1982 Anayasasının potansiyel kriz ve tehditlere zemin hazırlayacak "kararsız" bir noktaya ilerlemesi ve dolayısıyla sürdürülebilirliğinin kalmaması,

-• "Siyasi istikrar" argümanıyla Türk milleti'nin iradesinin manipüle edilmesi,

- Türkiye Cumhuriyeti'nin yaklaşık yüz yıllık Cumhuriyet geçmişinde, iki kez doğrudan, bir kez ise dolaylı olarak darbeye uğramış olması, bunların ötesinde de birçok kez başarısız darbe teşebbüsleri ile karşı karşıya kalması, 

- Silahlı Kuvvetler haricinde Anayasa Mahkemesi gibi yargı kurumlarının kendilerini "yasama" ve "yürütme" yerine koyarak karar alması ve bu kararların büyük siyasi ve ekonomik krizlere neden olması,

- 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında, siyasi ortamın daha da kırılganlaşması, Türk Devleti'ni beka sorunu ile karşı karşıya bırakabilecek potansiyel tehditlerin artması, 

- Türk milleti'nin birlik ve beraberliğinin, Türkiye Cumhuriyeti'nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün karşısındaki güçlerin etkinlik kazanmış olması,

- Türkiye Cumhuriyeti'nin, anayasaya uygun olup olmadığı tartışmalı bir şekilde, "fiili durum" ile yönetiliyor olması, nedenleriyle hükümet sisteminin tamamen yüce Türk milleti'nin iradesine dayandırılması için tasarlanmıştır. Cumhurbaşkanlığı sistemi asgari olarak fiili durumun Türk milleti tarafından netliğe ulaştırılmasını öngören, hali hazırdaki sistemin tehditlerini barındırmayan bir hükümet sistemidir.

Burada önemli olan, "her şeye Türk milleti'nin karar verebileceği" bir hükümet sisteminin oluşturulmasıdır. "Millet yargı işini bilmez, yasamayı bilmez, rejimi koruyamaz" gibi yaklaşımlar, tarihin her dönemine damgasını vuran yüce Türk milletini aşağılamaktır. Anayasa değişikliği teklifi ile bu durum sona erdiriliyor, bazı çevrelerin rahatsızlığı ve tedirginliği de buradan ileri geliyor. 

Bu gerekçelerle Milliyetçi-Ülkücü Hareket olarak 16 Nisan Anayasa Değişikliği referandumunda, "Bu ülke için vazgeçilmez yeminimiz"e sadakatle "Devlet için EVET, Millet için EVET, Cumhuriyet için EVET, Türklüğün bekası için EVET" diyeceğiz."