"Mücadele eden yenilgiye uğrayabilir, mücadele etmeyen zaten yenilmiştir." diyerek kelama girizgâh yapalım. Meselemiz yine yöneten ve yönetilen arasındaki estetikten uzak diyaloga dikkat çekmek.

Türk siyasetinin çok partili hayata geçişi yarım asırdan fazla oldu. Genç yaşında yaşlanan, eskiyen bir Türk demokrasisi son günlerde sanki kendisine bir huzur evi aramaktadır. Bu anlamda genç yaşta biz de huzurevi derdine düştük. Zira bu günlerde hem Türk hem de demokrasi huzursuzdur.

"Milletleşmiş toplumlar"ın harcı olan demokrasinin huzuru "millet" olma şiarı ile paralellik gösterir. Millet olma şuurunun baltalanması ise demokratik kültürün zayıflamasına, "öteki" ya da "başkalaşmış"ların tezahürüne yol açar. Geçen altmış yılda birçok ihtilal ve muhtıra ile zedelenen demokratik kültür, bu günlerde terörist kurşunu kadar acı sözlere kürsülük eder hâle gelmişse bunun müsebbiplerinin terörist muamelesi görmesinde demokrasi adına dahi hiçbir sakınca yoktur kanaatindeyim.

Bu arada yazıya başlarken kafamda başka cümleler vardı zira mesele artık politik değil, kritikti, fakat özeti şu hikâyede buldum diyebilirim;

Osmanlı'nın muhteşem zamanlarıdır. Kanunî Sultan Süleyman devletin akıbetini düşünür; günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı diye. Bu gibi soruları çoğu zaman sütkardeşi meşhur âlim Yahya Efendi'ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu Yahya Efendi'ye gönderir.

Mektupta "Sen ilahi sırlara vakıfsın. Bizi de aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğullarının akıbeti nasıl olur? Bir gün izmihlale uğrar mı?

Mektubu okuyan Yahya Efendi'nin cevabı çok kısa ve şaşırtıcıdır; "Neme lazım be Sultanım!"

Topkapı Sarayı'nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan Süleyman buna herhangi bir mana veremez. "Acaba bu cevapta bizim bilmediğimiz bir mana mı vardır?" diye düşünür. Nihayet kalkar Yahya Efendi'nin Beşiktaş'taki dergâhına gelir ve der ki:

- Ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, sorumu ciddiye al. Yahya Efendi şöyle bir bakar:

- Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuz üzerinde iyice düşündüm ve kanaatimi size açıkça arz ettim.

- İyi ama ben bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece "Neme lazım be sultanım" demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi.

 Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu müthiş açıklamasını yapar:

- Sultanım! Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık şayi olsa, işitenlerde 'neme lazım' deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yese, bilenler de bunu söylemeyip sussa, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başka kimse işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halka hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir... Bunları dinlerken ağlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder. Sonra da Allah'a kendisini ikaz eden bir âlim olduğu için şükreder. Bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembih ettikten sonra oradan ayrılır.

Evet, hikâyemiz bu ve bu kadar. Bazen neme lazım diyorum ve sırt dönüp -bir kitap hariç- tüm kütüphaneye yürürken kendime doğru kendi kendime mırıldanıyorum;

"Oyun bitince, şah da piyon da aynı kutuya konur."