Duruşundan, bakışından, söylemlerinden çok rahat anlayabilirsiniz.

Huzursuz bir yanı var, gerginliğini gizleyemiyor.

Başlıkta da okuduğunuz üzere Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan Recep Tayyip Erdoğan'dan bahsediyorum.

Seçim süreci başladığından beri Erdoğan meydanlarda.

Sorsanız kendisi ilk kez halkın oyu ile seçilen cumhurbaşkanı olduğundan böyle yaptığını söylüyor.

Ama yaptığının Cumhurbaşkanlığı makamına yakışmayacak, devlet adabı ve usullere uymayan mevzular olduğunun da farkında.

Aslına bakarsanız şahsi egosu ve Cumhurbaşkanlığı makamına uygun düşmeyen tavırları bir yana, kendince haklı olduğu tek sebep bana göre Davutoğlu'nun yetersizliğidir!

Erdoğan bu işin Davutoğlu ile olmayacağını gördüğünden, Davutoğlu'nu Başbakanlığa aday ederek yanlış yaptığının farkına vardığından ötürü bu derecede yoğun gayret sarf ediyor.

Daha önce yine bu köşeden söylemiştim; bundaki amacı da AKP'nin iktidardan gitmesinden öte, kendisiyle alakalı büyük kaygılar taşıyor oluşudur.

Doğru işler yapanın korkmayacağı, korkmak için bir sebebinin bulunmadığı hakikatini düşündüğünüzde, adı 17-25 Aralık iddialarının tam da merkezine konulan Erdoğan korkmasın, kaygılanmasın, canhıraş meydan meydan koşuşturup, o ekrandan bu ekrana sıçramasında ne yapsın?

Mecbur hissediyor kendisini, AKP'deki eriyişin önüne geçmeye çalışıyor.

AKP'nin iktidardan gitmemesi, kendisi ile ilgili iddiaların tekrar gündeme gelmemesi için elinden geleni yapıyor.

Yetkisini kötüye kullanıyor, tarafsızlığını hiçe sayıyor, devlet imkanlarını dahi bu uğurda harcamaktan geri durmuyor.

Kamuoyunda yaygın kanaat olan "Erdoğansız AKP biter" tezine inanıyor ve aradaki açığı, Başbakanlık makamında bulunan Ahmet Davutoğlu'nu hiçe sayıp, dahası pek de sallamayıp kendi ölçüsünce uğraş veriyor.

Bu tavırları yeni değil, özellikle 2014'ün son bahar aylarından bu yana didiniyor.

* * *

Parti ile bağlarını koparmadığı mesajını dolaylı yollardan olsa da vermeye çalışıyor.

Bunun için başlangıçta "Muhtarlar Toplantısı" adı verilen, sonradan icat edilmiş bir buluşmayla, AKP'nin grup toplantısı geleneğini sürdürmek istedi.

Zira Kaç-Ak ve karanlık sarayda muhtarların katılımı ile düzenlenen bu toplantı haftalık olarak organize edilirken, her Salı gününe de sabitlenmişti.

Salı günleri malum, mecliste bulunan siyasi partilerin grup toplantılarını yaptığı gündür.

İşte Erdoğan kendince bu geleneği bozmadı ve AKP grup toplantısı edasıyla Salı günlerini muhtarlarla buluşmaya ayırdı.

Özenle seçilen muhtarları karşısına alan Erdoğan, tarafsızlık yemininde bulunmuş birisi olarak değil AKP genel başkanı edasıyla konuşmalarını bu toplantılarda sürdürdü.

Muhalefet partileri yine hedefindeydi.

Erdoğan'ın sırf gündemden düşmeme adına Salı gününü seçmesi bir yana, işi daha da ilginç yapan mevzu; bu toplantıların saati için MHP'nin grup toplantılarının saati ile aynı zamanlamanın seçilmiş olmasıydı.

MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin sözlerinde oldum olası var olan haklılığın toplum nazarında karşılığının çığ misali artması, Erdoğan'ı rahatsız etmiş olmalı ki bu yolu seçme mecburiyetini doğurmuş.

MHP'nin söyleyeceklerinin kitlelere ulaşmasına engel olma düşüncesi kendisinde ağır basmış.

Hem Erdoğan'ın, MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin sözleri karşısında çılgına döndüğünü de bilmiyor muyuz? Taa Libya'dan arayıp "Alo Fatih" nidalarıyla sırf MHP Liderinin sözlerinin televizyon ekranlarından kaldırılmasını istememiş miydi?

Yoksa muhtarlar toplantısı için neden üst üste her hafta MHP'nin grup toplantısı ile aynı saati seçsin?

Bu nasıl garip bir tesadüftür ki hiç AKP yada CHP'nin grup toplantılarına denk gelmemiştir?

* * *

Seçim atmosferi yaklaştıkça siyasi partilerin liderleri meydana indiğinde de Erdoğan boş durmadı ve bu kez "Toplu Açılış" altında illerde kendince mitingler düzenlemeye başladı.

Daha önce açılışı yapılan yerleri sadece sebep olsun diye yine açtığı söyleniyor.

Mesele bundan ziyade toplu açılış denilerek yapılan mitinglerde söylediklerinde.

Aslına bakarsanız dengesini kaybetmeye başladığını ilk kez "400 milletvekili verin bu iş huzur içinde çözülsün" sözleri ile açıkça kendisi ortaya çıkarmıştı.

Düşünün lütfen bir Cumhurbaşkanı, üstelik halk oyu ile seçildiğini her yerde söyleyen birisi kendi halkını neden tehdit etsin?

Ve neticede bana kalırsa bir mevzuyu fark etti.

13 yıldır inşa ettiğinin aslında kartondan bir kale olduğunu, sanılanın aksine korunaksızlığını, milli iradenin tüm kuvvetlere galip geldiğini/geleceğini çok iyi anladı.

Valiliklerin, İl Milli Eğitim Müdürlüklerinin verdiği "zorunlu katılım talimatına rağmen" meydanlara eskisi kadar kalabalık toplayamadı.

Milletin AKP'den bunaldığını, bıktığını, usandığını, artık gitmesini istediğini çok iyi gördü.

Bu saatten sonra üzerindeki gerginliği daha da açık edecektir, bundan emin olun.

Çünkü sıkıntısı, karın ağrısı kendisi.

Seçimlere 20 gün kalmış olmasına rağmen, ısrarla istediği "başkancıl sisteme" Türk Milleti'nin onay vermeyeceğinin bilincinde.

Kendisine göre bu büyük probleme bir de AKP'nin tek başına iktidar olamayacağı gerçeği de eklendiğinde zannediyorum geceleri uyumakta dahi zorluk çekiyordur.

En yakınındaki Binali Yıldırım gibi isimlerin "koalisyon, azınlık hükümeti" türünden hesaplamalara girmesi, Kaç-Ak ve karanlık sarayın odalarında kara kara düşündüklerini gösteriyor.

Bir çıkış yolu arasalar da nafile.

Buna bir de MHP'nin 17-25 Aralık'ta ortaya çıkan yolsuzluk iddialarının kararlılıkla üzerine gidileceği vaadinde bulunmasını ekleyin, Erdoğan'ın neden bu kadar gergin olduğunu daha kolay anlamış olursunuz...

7 Haziran günü Türk Milleti'nin bunlara vereceği dersi ömürleri boyunca isteseler de unutamayacaklar!

İsmail Özdemir/Ortadoğu