div>

Sıcak bir yaz günü Nasreddin Hoca'yı iftara çağırmışlar. Ortaya önce bir tencere soğuk hoşaf gelmiş. Muzip ev sahibi eline bir kepçe almış, misafirlere ise birer tatlı kaşığı vermiş.

Ev sahibi kepçeyle her hoşaf içişinde :

- "Oohhh , öldüüümm" diyormuş.

Hoca ile öteki davetliler ellerindeki küçücük tatlı kaşıklarıyla hoşafı içmeye çalışıyorlar, ama ne hoşafın tadını alıyorlar, ne de susuzluklarını giderebiliyorlarmış. Ortadaki hoşaf tenceresi de bitmek üzere:

Hoca dayanamayıp ev sahibine seslenmiş;

- "Efendi" demiş. "Senin devamlı ölüp ölüp dirilmen bizleri çok üzüyor. Şu kepçeyi ver de senin yerine biraz da biz ölelim!..."

Nasrettin Hoca'nın bu fıkrasını niye anlattım? Şahsımı birileriyle kıyaslayıp ömrümüzü verdiğimiz davamız içinde bizi itibarsızlaştırmak için sosyal medyayı, köşe yazılarını kullanarak saldıranların varlığının gün geçtikçe arttığını görmemden kaynaklanmıştır. O yüzden fıkradaki gibi diyorum ki, biraz da biz ölelim!

Geçtiğimiz haftalarda bir televizyon programına katılmıştım ve o programın konuklarından Yılma Durak'ın "DSP'yle MHP koalisyon yaptı biliyor musunuz? APO'yu affetmek için. Sayın Genel Başkan Apo'nun affedilmemesi için direniyordu Apo'nun affedilmemesi için." Sözlerine "külliyen yalan, ben milletvekiliydim o dönem" şeklinde müdahale etmemle başladı her şey. 

Yılma Durak, hakaret olmadan söylediğim bu sözlerime karşı "Cemal sen terbiyesizlik ediyorsun. Sen bana yalan konuşuyorsun diyemezsin. Sen kimsin be. Adam mısın sen! Adam değilsin sen. Sen kendine gel" şeklinde görüldüğü gibi hakaret içeren cevap verdi.  Sonra programdan çekip gitti.

Sonra sosyal medyadan şahsıma hakaret etme yarışına girdiler. "Sen bu davanın çilesini çeken Yılma Durak'a nasıl konuşursun, nasıl hakaret edersin?" diye. Oysa hakaret edip, giden Yılma Durak iken…

Yılma Durak çile çekti de ben yahut başkaları bu dava için çile çekmedi mi?

1978 yılında Ülkücü oldum. 1978-79 ve 1980'de üç defa hapise girdim. 1980 yılında 3.5 yıl hapis yattım. Hapise girdiğimde 15 yaşında bir çocuktum. Her türlü işkenceyi çocuk yaşta yaşattılar bize. Hapisten çıktıktan sonra Başbuğumuz Alparslan Türkeş'in emriyle kurulan Muhafazakâr Parti'nin teşkilatlanmasını Ordu genelinde yapan kişiyim. 1986 yılında Türkiye genelinde 6. Ülkü Ocağını Ordu'da açan kişiyim. 1991 yılında Ordu MÇP il sekreteri olarak aktif siyasete girdim. 

1993 yılında MÇP'nin MHP'ye dönüştüğü kongrede ilk MYK üyelerinden birisiyim. 1999 seçimlerinde Ordu'dan MHP milletvekili seçilerek de hizmet çizgim sürdü. Hiçbir çizgi kırıklığım olmadan da hala sürmektedir. Nihayetinde insanız, bizimde herkes gibi eksiğimiz, yanlışımız olmuştur. Ama hiç kimse dava çizgimizdeki duruşumuzu, hizmetimizi inkar edemez.

Hele hele başka partilerde siyaset yapmış olanları savunmak için bize hakaret edenler bunu hiç yapamaz. Biz Başbuğ Türkeş'in yanında MÇP'yi MHP'yi dönüştürmek mücadele verirken, Yılma Durak abiniz o salonda Sadi Somuncuoğlu'nun yanında MHP'yi Başbuğ Türkeş'e vermemek için mücadele ediyordu. O da çile çekti, bizde çile çektiysek bu dava uğrunda bu ihanetleri de kimse unutmamalıdır.

Belki de Yılma Durak'ın bizden nefret etmesini sağlayan unsur Sadi Somuncuoğlu meselesidir. Bize hakaret sırasına girenler Yılma Durak-Sadi Somuncuoğlu'nun siyasi hayatını araştırırlarsa kimin ne noktada durduğunu daha iyi anlamış olurlar. Biz hangi partide, kimin yanında çizgimizi bozmadan durmuşuz, bunlar kimin yanında hangi çizgide durmuşlar… Şimdi her ikisi de "Ülkücü değilim, demokratım" diyen kişinin peşinde gidip, MHP'de değişim istemektedir.

Fethullah Gülen'i öve öve bitiremeyip, Liderimiz Devlet Bahçeli'ye iftira atan Yılma Durak'ın bize hem hakaret etmesini kutsayıp, onu savunmak için de bize hakaret edenler biz bu hareketin hafızasıyız. Kimin ne olup, ne olmadığını çok iyi biliyoruz.

"Bu çile çekti" diye başkasını savunmak adına bize hakareti reva görenler, bizim çektiğimiz çileye de saygı duymak zorundadır. Biz nefsimizi tatmin etmek için değil, dava çizgimizi bozmadan davaya ödediğimiz bedel adına bunu bekliyoruz. Fıkradaki gibi sesleniyoruz. Biraz da biz ölelim!..."

 
 
Cemal Enginyurt/ORTADOĞU