21. yüzyılın tarihsel kazanımı, Sosyalizm, Komünizm, Darvinizm gibi insan ahlak ve fıtratına mugayir fikirlerin nihayetinin bir hiç olduğuna insanlığın şahadetidir. Bu fikirler ardında son savunucularını topluma numune bırakırken, her şeyin zıttı ile kaim olması reaksiyoner ideolojik hareketlerin popülizmini düşünce dünyamıza bırakıp gitti.

Membaı ve nihai gayeleri dünya ile mahdut fikir ve rejimlerin alternatifi de zıttı da pek tabi mümkündür. Oysa hakikatin penceresinde ‘zıt' yoktur. Hak ve hakikatten beslenen bir ideoloji için de aynı durum söz konusudur. Türk-İslam değerlerinin şekil ve öz verdiği ‘ülkücülük' Hakk'a Türk'çe bakış, hakikat merkezli bir ideoloji, bir hal okumasıdır.

Peki ya diğer fikirler için durum aynı mıdır? Misal, 20. Yüzyılda dünyanın buhranı olan materyalizmdi. Materyalist kuramın zıddı olan liberalizm ise çağdaş dünyanın (21.yüzyılın) çıkmazı olmuş, mevcut toplumsal buhranın soyut faili haline gelmiştir. 

Memleketimizin bugünkü fotoğrafının çerçevesi liberalizm duvarındadır. Liberalizmin sözlük anlamını bir ansiklopediden şöyle alabiliyoruz; Bireysel etkinliklerde serbestliğe ayrıcalık tanıyan iktisat kuramı. "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" özdeyişiyle özetlenen liberalizm her çeşit ‘planlı' ve ‘güdümlü' iktisat denemesine, kişinin girişim ve özgürlüğü adına karşı çıkar" (Grolier International Americana- Sayfa 198) Birey çıkarlarının toplumun genel çıkarlarının önünde olduğu, devlet müdahalesinin söz konusu olmadığı, sadece rekabetin dengeleyici olduğu ve genelde "olabileceklerin en iyisi" olarak tanımlanan bir sosyal-iktisadi sistem. Fakat pratikte liberalizm böyle sevimli ve problemsiz değildir. Biz biliyoruz ki rekabet her zaman ve her şartta dengeleyici olamamaktadır. Bir başka ifadeyle her zaman rekabet olamamaktadır. 1976-77 yıllarında ürettikleri kadarını satamayan ve giderek stokları artan ve artık bir tehlike devrine giren madeni eşya sanayicileri, işyerlerinde emeğin bekçisi olarak, devrimcilik adına, enternasyonal işçi sınıfı adına temsil selahiyetini elinde bulunduran "Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)"e bağlı sendikaları bir şekilde (?!) razı ederek greve sürüklemişler ve 9 ay süren o "büyük işçi direnişi" (!) neticesinde fabrikalarını kapatmak zorunda olmadan, işçi çıkarıp tazminat ödemek zorunda kalmadan ve diğer hukukî ve iktisadî zorlukları yaşamadan stoklarındaki "beyaz eşya"yı tüketmişler, grev başlarken ortalama 5-6 bin lira civarında olan buzdolapları grevin son günlerine doğru artık 13-15 bin liradan satılır olmuştur. Yani bir taraftan stoklar tüketilmiş diğer yandan yüksek kâr oranı elde edilmiş, fiyat standardı da bu arada yukarıya çekilmiştir.

80'li yıllarda ihracat artsın düşüncesiyle bütün kanun ve kuralların esnetildiği bir ortamda (birçok yönüyle bugünlere benzer) zekâsını rahmani değil de şeytani kullanan insanların sağlı sollu "hayali ihracat" darbeleri devleti groke duruma düşürmüştür. İhale yolsuzlukları, rüşvetin, başbakandan gelen "Benim memurum işini bilir" vizesiyle kurumlaşması ve daha birçok talihsiz beyan ve eylem liberal sistemin tezahürleridir. Bu ifadeler ve psikoloji maalesef yalnızca o günde kalmamış neredeyse ‘gizli bir iç tüzük' halini almıştır. Aynı yıllarda Milliyetçi Hareket'in hem ideolojik hem de popülist eleştirileri daha çok bu zeminde olmuştur.

90'lı ve 2000'li yılların halen devam etmekte olan "vurgun tefrikaları"nı ise taze hatıralar olduğu için hatırlatmak ihtiyacı duymuyorum.

Esasen bu sistemde her türlü spekülatif kazanç meşrulaşmıştır ama, ülke ekonomisine olumlu iştiraklerini varsaydığımızdan, bize nispeten daha meşru görünen sanayi işkolundaki holdingler bile yasaların izniyle oluşturdukları paravan şirketleri batakta göstererek ya da ortaklar cari hesaptan harcamalar yaparak ve diğer benzeyen yollarla "ancak kendilerinin gerek gördüğü kadar vergi" vermektedirler. Serbestlik, yani liberal sistem iktisaden özetle budur.

Sosyal ve kültürel boyutuyla liberalizm bundan da içler acısıdır. Oğluna ve kızına söz geçiremeyen babaların vazgeçemedikleri evlat sevgisi, onları adeta kanser ederken, özgürlük ve serbestlik adına toplumdışı yaşamaya özenen genç insanlar, o kadar süratle çoğalmaktadırlar ki artık toplum dışı olmadıklarını, meselâ homoseksüel, alkolik, madde bağımlısı vs. olmalarına rağmen toplumun parçası olduklarını iddia eder olmuşlardır. Bu meyillerin meşruiyeti ‘demokratlar, muhafazakârlar, sosyal demokratlar' tarafından da maalesef haklı görülmüş, parti tüzüklerine girecek kadar da yol kat etmiştir ve kendileri gibi olmayanlar nezdinde de bu düşüncelere entelektüellik ve çağdaşlık adına yandaşlar bulunmuştur.

Selametle...