2000 yılının sonlarında dünya ekonomisinde görülen yavaşlama nedeniyle Batılı ekonomiler faiz oranlarını düşürerek para politikasını gevşetmiştir.

Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra ABD'de de faiz oranları iyice düşürülmüş ve bu dönem itibariyle ABD'de likidite bolluğu yaşanmıştır. Ancak, bu likidite bolluğu karşılığında elde edilen faiz geliri düşük kalmış ve bu durum faiz kazancını artırma arayışında olan mali kuruluşları, daha fazla faiz geliri sağlayan ancak riski yüksek olan işlemlere yöneltmiştir. Borç alanın geri ödeme gücü ne kadar fazlaysa, borç verenin sağlayacağı kazanç da o kadar küçük olacaktır. Bu çerçevede, başta Batı ekonomilerinde olmak üzere, büyük miktarda sermaye riskli ipotek sektörüne ve borç ödeme imkânı zayıf olan kesimlere akmış ve bir balon ortaya çıkmıştır.

Bu parasal akım başta Batı ekonomilerinde olmak üzere gayrimenkul fiyatlarının büyük oranda artmasına neden olmuştur. Ancak, daha sonra FED'in enflasyonu kontrol altına almak amacıyla faiz oranlarını artırmasıyla, konut fiyatlarındaki artış yerini durgunluğa bırakmıştır. Bu riskli kredilerin geri ödenememesi üzerine, borçlu kesim gayrimenkulleri satmak zorunda kalmış ve piyasalardaki gayrimenkul arzı fazlası gayrimenkullerin değerinin ciddi ölçüde düşmesine ve bu ekonomilerin zor bir duruma düşmesine neden olmuştur. Konut fiyatlarındaki düşme nedeniyle, mikro düzeyde müşteriler konut satarak bile borçlarını kapatamamıştır.

Öncelikle Batılı piyasalarda ortaya çıkan bu değer kaybı Batı ekonomilerinin yavaşlamasına ve Batı ükelerinde talebin düşmesine sebep olmuştur. Ayrıca, Batı Hükümetleri bu kriz döneminde kapitalizmin ilkeleri ile çelişen bir biçimde mali sektörlerini millileştirmeye başlamış ve ekonomide göreceli olarak devletin rolünü ön plana çıkarmışlardır. Paralel biçimde, milli ekonomilerin dış kaynaklı krizlere maruz kalmasını önlemek bakımından, korumacı politikaların ve korumacılığın değişik biçimlerinin yaygınlaşması gündeme gelmiştir. Finans kurumlarının denetlenmesi gibi konularda devlet müdahalesi küresel piyasaları düzene sokabilecekken, korumacı politikaların yaygınlaşması krizi daha da derinleştirerek uzamasına sebebiyet verecektir.

Batı ülkelerinde başlayan küresel kriz etkisiyle meydana gelen talep daralması nedeniyle ihraç pazarları küçülse bile Çin'in göreceli olarak küresel krizden diğer ekonomilere nazaran daha az zararla çıkacağı ileri sürülmektedir. Yüksek döviz rezervleri ile Çin likidite açısından dünyanın en güçlü ülkelerinden biri konumundadır. Farklı iç dinamikleri çerçevesinde mali sistemi korunmasız değildir ve yurtiçi talep sayesinde ülkenin bu dönemde büyümeye devam edeceği düşünülmektedir. Batı ekonomileri krizin yaralarını sarmaya uğraşırken, Çin bu zor dönemde diğer ülkelere özellikle gelişen sanayisi için stratejik önem arz eden madenlere ve enerji kaynaklarına yönelik yatırımlar yapabilecek ve önemli avantajlar kazanabilecektir.

Öte yandan, ülkemizin önde gelen ihraç pazarlarının krize bağlı talep azalmasının yaşandığı Avrupa ülkeleri ve ABD olduğu göz önüne alınırsa, Batı ülkelerinde ortaya çıkan bu mali kriz ve talep azalmasının dünya ekonomisine açık olan ülkemiz gibi gelişen ekonomileri etkileyeceği açıktır. İç ekonomik problemlere ilave olarak kriz nedeniyle ana ihracat pazarlarımızda görülen daralma nedeniyle, 2002 yılından beri sürekli artan ülkemiz ihracatında hacminde önemli oranda azalmalar görülmeye başlanmıştır.

Günümüzde Çin ve Hindistan gibi ülkeler sadece ürettikleri malları satabilecekleri pazarlar aramamakta, ayrıca hammadde ihtiyaçlarını da karşılayabilecekleri pazarlara girmeye çalışmakta ve bu doğrultuda Afrika ülkeleri zengin hammadde kaynakları ile önemli pazar imkanları sunabilmektedir. Ülkeler daha fazla üretebilmek için yeni hammadde kaynaklarına nasıl ulaşabileceklerini araştırmaktadır. Dünya ithalatında payı oldukça yüksek olan ABD gibi ülkelerin sunduğu pazara giriş imkânlarının yanı sıra, arz kaynakları geniş olan ülkelerin dünya ekonomisine sağladığı katkılar ön plana çıkmaktadır. Dünya ekonomisinde ilginin giderek arz piyasalarına kayması ile geleneksel anlamda pazara girişe endeksli DTÖ müzakerelerine gösterilen ilgi de azalmaya başlamıştır.