Dünya nüfusunun yüzde 64'ünü, dünya hasılasının yüzde 80'ini, dünya ticaretinin dörtte üçünü temsil eden G-20 ülkelerinin 12. Zirvesi 7-8 Temmuz 2017 Hamburg’da yapıldı. Bu yılki zirvede Suriye’deki gelişmeler özellikle, Rusya - ABD arasındaki görüşmeler ve Hamburgtaki protestolar dikkat çekti.

Ancak, G-20 gündemi çerçevesinde ele alınan konular pek kamuoyunun dikkatine gelmedi. Baktığımızda, dünya ekonomisi için konuşulan problemler verilen perspektifler, bizim sorunlarımızla da neredeyse birebir örtüşüyor.

Dünyanın önde gelen ülkelerinin ekonomik anlamda benzer sorunlarla mücadele etmek için görünürde bir uzlaşı sergilediği, ancak uygulamada farklı yaklaşımları benimsediği görülüyor. Dahası, uzunca bir süredir küreselleşme ve buna bağlı yapıların ve paradigmanın yavaş yavaş kaymaya başlamakta olduğu gözleniyor.

Körfez savaşı, sözde Arap baharı ile başlayan, Rusya - Ukrayna krizi, Suriye, Mülteciler krizi, Brexit ile devam eden ve son olarak ABD seçimleri ile iyice katmerlenen dünyadaki bölünmüşlük hali G-20 zirvelerine de yansımış durumda.

Nitekim, G-20’yi gelişmekte olan ülkeler için geçerli bir küresel yönetişim aracına dönüştürme süreci, 2015 yılında Türkiye ve 2016 yılında Çin Halk Cumhuriyeti dönem başkanlığı süresince önem atfedilen bir konu olmuştur.

Ancak, 2017 Almanya Dönem Başkanlığı ile ABD Başkanı Donald Trump’ın seçildikten sonra gerçekleşen ilk önemli uluslararası zirve olması bir araya gelince, Almanya'daki G-20 zirvesi bu yaklaşımın ortadan kaldırılmaya başlandığı, ABD ve Almanya yeniden patronaja soyunduğu bir hüviyete bürünmeye başlamıştır.

Esasen, G-20 küresel gündemde yer alan konulara çözüm getirebilecek bir mekanizma değildir. Ancak küresel meselelerin en üst seviyede ve kapsayıcı bir şekilde ele alınabildiği, gelişmekte olan ülkelerin de söz sahibi olabildiği, bir forum olma hüviyetini kaybetmemesinin daha iyi olacağı söylenebilir.

Dünya ekonomisinde olumlu seyreden küresel ekonomik görünüm mevcudiyetine rağmen, ekonomik büyümenin arzu edilen seviyelerin altında kalması, para ve maliye politikalarının büyümeyi destekleyici yönde kullanılması, güçlü, sürdürülebilir ve dengeli büyüme sağlanması temel hedef olarak belirlendi.

Bu husus bizim açımızdan çok önemli, ülkemizde son dönemde ortaya çıkan büyümenin dinamikleri ve kaynakları itibariyle sürdürülebilir ve dengeli olmaktan uzak olduğu herkesin malumudur.

2018 yılına kadar G-20 bölgesinde %2’lik ilave büyüme yaratılması hedefleniyor. Yapısal reformların güçlendirilmesi Uluslararası işbirliği ve koordinasyon ihtiyacı güçlü bir şekilde vurgulanıyor.

Ekonomi politikalarında kapsayıcı, adil ve eşitlikçi yaklaşım benimsenmesi konuşuluyor. Bütün bunlar bizlerin de ekonomi yönetiminde uzun süredir altını çizdiğimiz konular. Tabi sorumlu mevkilerde olanların bu konulara daha hassasiyete yaklaşması lazım.

Ancak, ABD’nin bu hedeflere giden yolda bildirgedeki güçlü işbirliği ve koordinasyon ifadelerine karşı çıktığı, daha korumacı bir yaklaşım içinde olduğu görüldü. G-20 içerisinde küresel konulara yaklaşımda bu defa farklı yaklaşım ortaya çıkmış gibi bir izlenim ediniliyor.

Önümüzdeki dönem bu iki farklı yaklaşımın rekabetine hazır olunması gerekiyor. Tabi bunun Dünya ticaretine, yatırım akışına sermaye hareketlerine de etkisi olacaktır. Ülkemiz de dolaylı ve doğrudan etkileyecek yansımaları olacaktır.

Uzun yıllardır küresel düzeyde kabul gören serbest ticaret ve serbest rekabet anlayışının yeni bir paradigma ile ikamesi önümüze çıkması muhtemel bir gelişme gibi görülmektedir. Bu çerçevede; bir paradigma kaymasından söz edebilir. Özellikle ABD yönetiminin politikaları sonrasında, G-20’nin korumacılık karşıtı ve serbest ticaret yanlısı tutumunun geleceği önemli tartışma konusudur. Uluslararası sistemin ve Dünya Ticaret Örgütünün sistemdeki konumu ve geleceği tartışılır hale gelmiştir.

Zirvede G-20’de serbest ticaret yanlısı ve korumacılık karşıtı tutum ve taahhütlerin yinelemesine karşın, bu ifadelerin, korumacılık ve ticaret savaşlarının önünü kesmeye matuf olduğu, görünür gelecekte küresel ticaret sisteminde ve ekonomide kırılmalara ve yeni oluşumlarına zemin hazırlayacak küresel ekonomi ve ticarette paradigma kaymasının ortaya çıkabileceği gözden kaçırılmamalıdır.

başka deyişle, 80’lerden buyana revaçta olan küresel çapta liberalizasyon, deregülasyon, entegrasyon ve küreselleşme sürecinin yerini hızla, milli ve güçlü ekonomilere, daha dar kapsamlı ama güçlü bölgesel işbirliklerine, korumacı düzenlemelere, ülke ve bölgeler arasında farklı düzey ve niteliklerde işbirliği model ve ittifaklarına bırakmaya başlaması şaşırtıcı olmamalıdır.

Son olarak zirvede Afrika ile işbirliği girişiminin resmen başlatılması istenmiş, Etiyopya, Fas, Fildişi Sahilleri, Gana, Ruanda Senegal ve Tunus ile yatırım anlaşmaları yapılması planlanmıştır.

Bilindiği gibi ülkemizin bu ülkelerle uzun süredir ciddi bir yatırım ve ticaret ilişkileri mevcuttur. Bölgede Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya’nın etkinliği de giderek artmaktadır. G-20’de bu girişimin Afrika konusunda geç kalan ABD’nin ve maalesef sömürgeci zihniyetini terk edemeyen Avrupa Ülkelerinin bu bölgede mevzi kazanma çabası olarak değerlendirilebilir.

Dünyada küresel düzeyde stratejiler ittifaklar yeniden tasarlanırken, Türkiye’yi yönetenler bu gelişmeleri çok yakından takip etmeli, ülkemizin yakın coğrafyasıyla kesilmeye çalışılan bağının yeniden güçlendirilmesi, "bölgesel liderlik" hedefinin hayata geçirilmesi mutlak suretle sağlanmalıdır.

Bu çerçevede, milli iradeye dayalı güçlü bir devlet, caydırıcılığına kavuşmuş bir ordu, milli bir ekonomi, dinamik ve hızlı karar alabilen bir yönetim sisteminin tesisi, Türkiye'nin ihtiyacı olan temel gereksinimleridir.