Değerli okurlar,

Uzun bir seçim arasından sonra yoğun ve sıcak bir gündemle yine sizlerle birlikteyiz. Başlık karmaşık gibi gelebilir, bu nedenle hemen konuya gireceğim. Seçim sonrasında kamuoyu CHP ve BDP'li milletvekillerinin yemin kriziyle oyalanırken, birden bazı futbol kulübü yöneticileri, sporcuları ve antrenörlerini içeren bir şike operasyonu başlatıldı. Esas itibariyle de Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım üzerinden bir "medya yargılaması" yapıldığı için de buna "birinci fener operasyonu" diyorum. Birinci Fener Operasyonu gündemi meşgul ederken, tam da hükümetin açıklanacağı günde "İkinci Fener Operasyonu", yani "Deniz Feneri Operasyonu" başlatıldı. (Aslında daha eski olduğu için buna birinci demek lazım ama, yeni düğmeye basıldığı için ikinci diyoruz.)

İki Fener Oprasyonu da Seçim Sonrasına Bırakıldı!

Şimdi diyeceksiniz ki, "iki feneri" ve "iki operasyonu" anladık da, "iki seçim" ne alaka? Hemen izah edeyim: Deniz Feneri davası yaklaşık üç yıl önce gündeme geldi ve Almanya'da yargılanması yapıldı. 9,5 ay önce de Alman mahkemeleri Türkiye'deki Deniz Feneri sanıklarının sorgulamasını talep etmişti. Ama onlar hem üst bürokrat, hem de eski ve yeni yandaş medya mensupları oldukları için ve de genel seçimler yaklaştığı için bir türlü yargı mensupları harekete geç(e)mediler.

Birinci Fener Operasyonu da (her nedense!) şike soruşturması neredeyse 6 ay önce başlamasına ve deliller daha önce toplanmasına rağmen, hem milletvekili seçimi hem de Futbol Federasyonu Başkanlığı seçiminden sonraya bırakıldı. Sonuç olarak "İki Fener Operasyonu"nun iki seçimden sonraya bırakılması sorgulanması gereken bir husustur.

Şike Operasyonu Çarşaf Çarşaf, Deniz Fenerine Kamuflaj!

Deniz Feneri ve futbolda şike operasyonu ile Ergenekon ve Balyoz Operasyonlarındaki göz altına alınma ve tutuklanma şekillerine, zamanlamasına ve zanlılara yapılan muamelelere bakılınca, uygulanan çifte standart açıkça göze çarpıyor. Deniz Feneri davası sanıklarının gündemden adeta kaçırılmaya çalışılması, yandaş medyanın ise şike operasyonunun çarşaf çarşaf birinci sayfadan görürken bu olayı görmezden gelmesi ve bu sanıkların özel korumaya alınması, olayın örtbas edilmeye çalışıldığının açık bir göstergesidir.

Bir yandan; Deniz Feneri sanıkları neredeyse özel misafir gibi gözaltına alınıp, ağırlanırken, bütün delilleri karartmalarına izin verilirken; diğer yandan, üç yıldır hala "deliller toplanamadı ve kaçma ihtimalleri var" diye içerde tutuklu olanlar varsa, bu durum da çifte standardın bir başka göstergesidir. "Bizim sanıklarımız iyidir; bize karşı iseler, bize muhalif iseler içerde cezalarını çeksinler" anlayışı hukuk devleti ilkesine uygun değildir ve ilkel bir intikam duygusunun yansımasıdır. Geç de olsa başlatılan Deniz Feneri soruşturması bir an önce tamamlanmalı, sanıkların Kanal 7 ile olan bağları ve ortada kalan birçok sorunun cevabı bulunarak suçlular cezasını çekmelidir.

Şike operasyonunun zamanlaması ve ayrıntılarının medyada çarşaf çarşaf yer alması hususu da akla bazı sorular getirmekte ve bunlar medyada tartışılmaktadır. Örneğin; Fenerbahçe Spor Kulübünün yönetimi üzerinde hesabı olan Başbakan'ın bir yakınını ya da yandaşını kulüp başkanı yapmak istediği yolundaki duyumların açıklığa kavuşturulması gerekir.

Türkiye Yargıç Devleti Oldu!

Bu kapsamda; Fenerbahçe Spor Kulübü ve Aziz Yıldırım'ın avukatlarının sorduğu soruların cevaplanması ve soruşturmanın gizliliğini kimlerin nasıl ihlal ettiği ve bu bilgileri medyaya kimlerin sızdırdığı derhal bulunmalı ve cezalandırılmalıdır. Gerçi, yargısız infaz yandaş medyanın ilk uygulaması değildir. Onlar için önemli olan yandaş ya da muhalif (vatandaş)  olmasıdır. Deniz Feneri soruşturmasına ilişkin doğru dürüst bir bilgi yayınlanmazken, şike operasyonunun tüm detayları hukuka aykırı bir şekilde bütün medya kuruluşlarınca kamuoyuna aktarılmaktadır.

HSYK ise Anayasa Referandumundan sonra tam yandaş hale gelmiştir. Son dönemde hukuk devleti olmaktan çoktan uzaklaşmış olan Türkiye, artık bir kanun devleti bile değildir. Türkiye bir yargıçlar devleti haline gelmiştir. Yargı da tamamıyla yandaş yargı olmuştur. Yargı mensuplarının operasyonlardan önce ilgili bakana ve Başbakan'a bilgi vermesi ise, yandaşlığın ulaştığı boyutun vahametinin açık bir göstergesidir. Hele hele Başbakan'ın operasyonu oy kaybetme kaygısıyla seçim sonrasına ertelettiği doğruysa (ki bu konuda yalanlama yapılmamıştır) olayın vahameti daha da artacaktır.

Sadece iki fener vakasında ve TSK mensuplarına yönelik operasyonlarda değil, diğer bazı vakalarda da yandaşlık ve buna bağlı çifte standart açıkça görülmektedir. Örneğin, "Habur"da kurulan seyyar mahkeme ile somutlaşan ve sokak eylemleriyle devam eden PKK mensuplarını şefkatle koruyan yargı, haklarını savunmak için gösteri yapan 111 tekel işçisi için 8'er yıl hapis talebiyle dava açmıştır.

Hukuk Devletinin Tesisi İçin MHP TBMM'de Üzerine Düşeni Yapacak!

Kısacası, Anayasa değişikliği sonrası yargının alenen yandaş hale geldiği ve yargı eliyle intikamların alındığı bir sürece girilmiştir. "İki Fener Operasyonu"nun zamanlaması ve uygulanan çifte standarda bakınca ülkenin gidişatı için endişelenmemek mümkün değil. Yargıçların da baskısıyla, korku diktatörlüğü pekiştirilmekte ve "ikinci tek adam dönemi"ne girilmektedir. Türkiye'nin "ikinci tek adam dönemi"nden çıkması ve demokratik bir hukuk devleti olabilmesi için yegane çözüm yeri TBMM'dir. Böylesine önemli bir süreçte, her türlü entrika ve komplolara rağmen Meclis'e giren MHP'ye çok önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir. Türkiye'nin bölünmesine direnen son kale olan MHP yapıcı, yol gösterici, uzlaşmacı muhalefet anlayışıyla bu dönemde önemli rol oynayacaktır.

Allah, Türk Milletinin ve Türk Milliyetçilerinin yardımcısı olsun! (Amin!)