Merkez Bankası, Kasım 2010'dan başlayarak yeni bir politika bileşimi uygulamaya başlamıştı.

Küresel ekonomide yaşanan sorunlar nedeniyle, gelişmiş ülke merkez bankalarının aldığı önlemler dünyada küresel likdite bolluğu yaratmıştı.

Dışarıdan gelen sermaye ile birlikte Türk lirası değer kazanıyor, bankalarımızın kullandırdıkları krediler hızlı bir artış gösteriyor, ekonomi iç talebe bağlı olarak hızlı bir şekilde büyüyor ve cari işlemler açığımız hızla artıyordu.

Merkez Bankası, bu gelişmeler karşısında "düşük faiz, yüksek zorunlu karşılıklar ve geniş faiz koridoru" politikasını uygulamaya başlamıştı.

* Politika faizi, yurtdışından daha fazla sermaye gelmesin diye düşük tutuluyordu.

* Zorunlu karşılıklar, bankaların kredi büyümesinin önüne geçmek, iç talebi kontrol etmek için uygulanıyordu.

* Geniş faiz koridoru ise kısa vadeli sermaye girişlerini caydırmak için uygulanıyordu.

Merkez Bankası diğer kurumların da politikasını desteklemesini istiyordu. Bu çerçevede, BDDK seçimden sonra 17 Haziran tarihinde kredi artışını sınırlamak için bir dizi önlem aldı ve tüketici kredisi faizleri bu önlemlerden sonra hızlı bir şekilde yükseldi.

Dün ise Merkez Bankası artık Kasım 2010'dan itibaren takip ettiği politikayı terk etti.

Küresel ekonomilerde yaşanan sorunlar politika değişikliğinin nedeni olarak belirtildi.

Artık, Merkez Bankası'na göre durgunluk tehlikesi vardı. Küresel ekonomik sorunlar nedeniyle risk iştahı azalıyor, yüksek cari açıkla da birleşince, ülkemize yönelik sermaye girişleri yavaşlıyor hatta çıkışlar oluyordu.

Sermaye çıkışları ise kurları zıplatıyordu. Türk lirası'nın değer kaybı cari işlemler açığının kapanması için olumlu bir gelişme olmasına rağmen, aşırı değer kaybı enflasyonun yükselmesine neden olabilir ve 110 milyar doları aşan net yabancı para açık pozisyonu olan reel sektörü zor durumda bırakabilirdi.

Küresel ekonomideki sorunlar, ülkemizde de iktisadi faaliyetlerde bir durgunluk yaratabilirdi. Artık zaman frene değil, gaza basmak zamanıydı.

Türk lirası'nın daha fazla değer kaybının önüne geçmek ve sıcak para girişini teşvik etmek amacıyla faiz koridoru %5 ile %9 arasında belirlendi. Böylece, kısa vadeli sermaye girişine davetiye çıkarılıyordu. Çünkü artık gecelik vadelerde faiz %1'li seviyelere düşmeyecekti. Döviz satım ihalelerine başlandı ve yabancı para zorunlu karşılık düşürülerek bankalara yabancı para likidite sağlandı.

İktisadi faaliyetlerdeki durgunluğun önüne geçmek için ise politika faizleri düşürüldü. Yani artık borçlanma ucuzlatılıyor, harcama teşvik ediliyordu. İşin ilginç yanı bir iki hafta önce İktidar yetkilileri harcamayın diye vatandaşı uyarıyordu.

Bu politika değişikliği karşısında aydınlatılması gereken hususlar ise şunlar:

1. Türkiye ekonomisi ilk çeyrekte %11 büyüdü. İkinci çeyrek büyümesi henüz açıklanmadı ama sanayi üretimi ve kapasite kullanım oranı verilerinden %6-%7 arası bir büyüme bekliyoruz. Yıllık büyüme oranı ivme kaybetmiş ama hala hızlı bir büyüme göze çarpıyor.

2. İkinci çeyrekte hafif bir yavaşlamaya rağmen kredilerin yıllık artış hızı %37 civarında, yıllık dış ticaret açığı 100 milyar dolara dayanmış durumda.

3. Temmuz ayına ilişkin kapasite kullanım oranı verileri, otomobil satışı verileri ise üçüncü çeyreğin başında ekonominin yavaşladığına işaret ediyordu. Kredilerin yıllık artış hızı yüksek olmakla birlikte, Temmuz ayında bir yavaşlamanın sinyalini alıyorduk.

4. Ama bu yavaşlama artan kredi hacmi ve cari işlemler açığını kontrol etmek için zaten arzu ettiğimiz bir gelişme değil miydi? Dolayısıyla, iktisadi faaliyetleri canlandırmak için politika faizlerini normal yapılması gereken tarihten 15 gün önce toplanıp indirmek biraz tutarsızlık olmuyor mu? Merkez Bankası, dünya ekonomisinde ikinci dip tehlikesi görerek bu politikayı benimsiyor.

5. Türk Lirası'nın değer kaybetmesi, cari işlemler açığının artışını kontrol etmek için arzu edilen bir gelişmeydi. Böylece, ekonomideki dengeyi piyasa kurlar yoluyla tekrar sağlayacaktı. Ama unutmayalım ki piyasa tepkileri aşırı oluyor ve bu aşırı tepkiler gerek enflasyona gerekse de yüksek açık pozisyona sahip reel sektörü tahrip edebilir. Hem de bekleyişleri bozarak ekonomiyi sarsabilir. Ancak şunun da iyi analiz edilmesi gerekiyor. Son zamanlarda Türk lirası'nın değer kaybında yabancı sermaye çıkışı mı yoksa yerli alımları mı etkili oluyor?

Bu hususların, yetkililerce açıklanması lazım. Piyasadaki kafa karışıklığının giderilmesine acil ihtiyaç var. Bildikleri ile kamuoyunu biran önce aydınlatmaları gerekir. Henüz hükümetin kafası da net değil.