Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Şentop, “Hukuki bir terim olan soykırım, 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde ve daha sonra birçok resmî belgede açık ve net bir şekilde tanımlanmıştır. Bahse konu Sözleşme’ye göre, bir eylemin soykırım olarak nitelendirilebilmesi için bu suçun yetkili bir mahkeme tarafından hüküm altına alınması gerekmektedir. 1915 olaylarına ilişkin hiçbir mahkeme kararının bulunmadığı ortadayken, yaşananları ‘soykırım’ olarak adlandırmak hukuka ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır” dedi.

TBMM Başkanı Şentop, İzlanda Parlamentosu (Althingi) Başkanı Steingrimur Sigfusson’a asılsız iddialar üzerine inşa edilen ve 1915 olaylarını soykırım olarak tanımayı hedefleyen bir karar tasarısının Parlamentolarına sunulması nedeniyle bir mektup yazdı. Şentop, mektubunda bazı tarihi gerçekleri paylaşarak, “Meselenin anlaşılabilmesi için 1915 olaylarının meydana geldiği Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı coğrafyasında oluşan şartların tam anlamıyla bilinmesi gerekmektedir. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi, bağımsızlık hayali kuran radikal Ermeni gruplar tarafından bir fırsat olarak görülmüştür. Düşman orduları tarafından silahlandırılan ayrılıkçı Ermeni çeteleri, Osmanlı ordusuna ve Müslüman sivillere saldırılar başlatmış, Osmanlı Hükûmetine karşı isyan etmiştir. Osmanlı Hükûmeti ise ortaya çıkan meşakkatli şartların kaçınılmaz bir neticesi olarak, 27 Mayıs 1915 tarihinde Sevk ve İskân Kanunu’nu çıkartmış, askerî bakımdan stratejik yerlerde yaşayan Ermeniler, ülkenin savaş bölgesinden uzakta kalan güney bölgelerine sevk edilmiştir. Yapılan işlem muhtemel bir tehdide veya tehlikeye değil, bilfiil devam eden bir isyana ve artarak süren katliamlara karşı alınmış meşru ve makul bir tedbirden ibarettir” şeklinde konuştu.

Şentop Sevk ve İskân Kanunu’nun ırk ayrımına dayalı bir uygulama olmadığı için, Ermenilerin önemli bir kısmı mezkûr kanun kapsamına alınmadığını belirterek, “300 bin Ermeni,çoğu İstanbul ve batı şehirlerimizde olmak üzere savaş döneminde mevcut yerlerinde yaşamaya devam etmiştir. Sürecin hassasiyetle yürütülmesi sayesinde yüz binlerce Ermeni sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaşmış, savaş sonrasında da asıl ikamet yerlerine dönebilmiş, geri dönenlerle birlikte Ermeni nüfus 650 bine yaklaşmıştır. Savaş esnasında sadece Rusya ve İran’a 500 bin civarında Ermeni’nin göç ettiği de tarihî belgelerde kayıt altına alınmıştır. Savaş başladığında Ermeni nüfusun en fazla 1,3 milyon olduğu gerçeği dikkate alındığında, 1,5 milyon Ermeni’nin katledildiği yönündeki iddiaların akıl ve mantık dışı olduğu kolayca anlaşılacaktır. Bu süreçte, Osmanlı idaresi tarafından sevk edilen Ermenilerin güvenliğinin sağlanmasına yönelik her türlü tedbirin alınmış olduğuna da dikkatinizi çekmek isterim.Hükûmetin talimatlarına uymayan ve Ermeni kafilelerine karşı suç işleyen resmî görevliler ve siviller, 1916 yılında kurulan Askerî Mahkemelerde yargılanmış;yargılama sonucunda bin 763 kişinin tutuklanmasına ve 67 kişinin idam edilmesine hükmedilmiştir. Sadece bu durum dahi, soykırım suçunun ayırt edici özelliği olan özel kasıt (dolusspecialis) unsurunun tespit edilemeyeceğini, dolayısıyla soykırımdan bahsetmenin mümkün olmadığını ispata kâfidir” ifadelerini kullandı.

Türkiye’nin arşivlerini bütün dünyaya açarak gerçeklerin bağımsız ve tarafsız bir şekilde araştırılması için samimi ve şeffaf bir yaklaşımı benimsediğini kaydeden Şentop, “Hukuki bir terim olan soykırım, 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde ve daha sonra birçok resmî belgede açık ve net bir şekilde tanımlanmıştır. Bahse konu Sözleşme’ye göre, bir eylemin soykırım olarak nitelendirilebilmesi için bu suçun yetkili bir mahkeme tarafından hüküm altına alınması gerekmektedir. 1915 olaylarına ilişkin hiçbir mahkeme kararının bulunmadığı ortadayken, yaşananları ‘soykırım’ olarak adlandırmak hukuka ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır.Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Perinçek-İsviçre ve Mercan-İsviçre davalarına ilişkin; 1915 olaylarının niteliği hakkında akademik dünyada genel bir görüş birliği bulunmadığını, tarihî araştırmaların doğası gereği tartışma ve anlaşmazlıklara açık olduğunu, bu nedenle de kesin sonuçlara veya nesnel ve mutlak gerçeklik iddialarına dayanak teşkil edemeyeceğini karara bağlamıştır. Kısaca, hem tarihî gerçekler hem de hukuki normlar açısından bakıldığında herhangi bir soykırımdan bahsetmek mümkün değildir. Tarih ve hukuk perspektifinden tezlerini somut olgularla destekleyemeyen Ermeni lobilerinin meseleyi siyasi propaganda aracına dönüştürerek parlamentoların kapılarını çalma sebebi bu bağlamda daha kolay anlaşılacaktır. Parlamentoların yetkisinde olmayan bu tartışmalı tarihî meselenin, olumlu gündem çerçevesinde geliştirmeyi arzuladığımız ikili ilişkilerimizi ve işbirliğimizi etkilemesine müsaade etmememiz gerektiği kanaatindeyim. Söz konusu girişime destek vermeyeceğinize inanıyor, uygun bir zamanda bir araya gelerek ülkelerimizin müşterek faydasını ilgilendiren konularda fikir teatisinde bulunmayı temenni ediyorum” dedi.

(Ahmet Umur Öztürk/ İHA)