Ekonomi ile ilgili konularda Hükümetten gelen açıklama ve yorumlardan piyasadaki ekonomik aktörlerin davranışlarına katkı sağlayacak ve yönlendirecek bir anlam ve yorum çıkarmak mümkün gözükmüyor.

Başlıktaki ifade Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan'a ait.  2009 Yılı makro- ekonomik hedefleri ve bütçesi görüşülürken belirlenen hedeflerin gerek ülkenin ekonomik şartlarını, gerekse küresel krizin ekonomik etkilerini karşılayacak yapıda olmadığını defalarca belirtmiştik. Hükümet üyeleri ise hedeflerin titizlikle hazırlandığını tekrarlayarak belirlenen hedeflerin gerçekçi olduğunu ifade etmişlerdi. Kriz etkisini tüm ağırlıyla göstermeye başladığında ise geçmişte alınan bir takım kararları krize karşı önlem gibi topluma anlatmaya başladılar. Bu tezat Hükümetin 2008 yılında inkar ettiği krizi 2009 Yılı Mart Ayı sonundan itibaren resmen kabullenmeye başlamasının bir göstergesidir. Bir taraftan bütün tedbirleri aldığını söylüyor ve krizi inkar ediyor, diğer taraftan krizi resmen kabullendikten sonra ben 2008 Yılında krize karşı önlem aldım diyor. Bunun anlamı ben çaresizdim seçim öncesi vatandaşa gerçeği söyleyemezdim demektir. Katılım Öncesi Ekonomik Programın açıklanması ile Hükümet krizi resmen kabullenerek kamuoyuna ve uluslar arası çevrelere deklare etmiş oldu. Krizi resmi inkar dönemi bitti. Bu büyüme rakamındaki değişiklikten, dış ticaret hedeflerinden, bütçeye kadar bütün rakamları kapsadı. Büyüme rakamının yüzde 4 iken -3.6'ya gerilediği, bütçe açığının 10 milyar TL'den 48 milyar TL'ye yükseldiği bizzat sayın bakanlar tarafından açıklandı.

29 Mart seçimi sonuçları iktidar partisi üzerindeki etkilerini gösterdi ve Kabinede önemli bir revizyon gerçekleşti. Mevcut ekonomik durumun rehabilitasyonu gerekirken Teşvik paketleri ortaya çıkmaya başladı. Ekonomik gelişmelere baktığımızda, büyümenin çift haneli daralmaya dönüştüğü, ihracatın yüzde 40'lar düzeyinde azaldığı, işsizliğin dünyada liderliğe koştuğu, iç ve dış talebin daraldığı, üretimin yüzde 20'ler düzeyinde azaldığı, bütçe açığının 70 milyar TL.'na dayanacağının konuşulduğu bir ortamdayız.

TBMM'ne 16 madde gelip komisyonlardan 40'ın üzerindeki madde ile çıkan tasarılar, herkesin aklına gelen problemin ilgili ilgisiz etkisinin ne olacağını bilmediği maddeleri ilave ettirmeye çalıştığı hususlar, önceliği olduğu komisyonlarda söylenip sonradan önceliği gündemden düşüp ortadan kalkan konular. TBMM'ye geldiğinde mali ve ekonomik etkilerinin hükümet tarafından bile bilinmeyen hususlar. Bütün bu anlattıklarımız hükümetin ne yapacağını bilmediğini, ne olacağını bilmediğini, ülkenin geleceğinin ne olması gerektiğini bile tahmin edemediğini göstermektedir.

Hükümet topluma gerçekleri söylemekten kaçmaktadır. Şimdi orta vadeli ekonomik programda revize edilmiş hedeflerin biraz daha gerisinde kalınacağını, daha doğrusu biraz daha kötüleşebileceğini daha kibar bir şekilde topluma ifade etmeye başladıkları ortaya çıkmaktadır. Hükümet toplumun tepkisinden korktuğu için bu yola başvurmaktadır. Borçlanma miktarının 10 milyar TL'den 70 milyar TL.'ye çıkarılması bile hissedilmeyecek bir şekilde tasarıların arasına ustaca yerleştirilmektedir. 

Hükümet muhalefetin aylarca önce önerdiği kredi garanti fonu konusundaki düzenlemeleri daha yeni tasarı olarak TBMM'ne getirmiştir. KOBİ'lerin birleşmelerinin kolaylaştırılması hususunda ise kamu kurumları arasında tereddütlerin ortaya çıktığı basında yer almaya başlamıştır. Hükümet kendi getirdiği tasarılarda bile tereddüt yaşamaktadır. Krize karşı önlem diye getirilen tasarılarda bürokratların aylarca önce ortaya çıkan ve çözmeye çalıştıkları bir takım teknik problemleri bile kriz çözücü önlem olarak takdim edilmektedir. TOBB ile Halk bankası arasında yapılan protokollerin sonucunda kullandırılan krediler de hükümetin kriz önlemleri içine sokulmaya çalışmaktadır.

Hükümetin ekonomik konularda söylediği ifadelerde bir netlik olmadığı ortada iken söyledikleri ile yaptıklarının birbiriyle tutarlı olmasını normal karşılamak da mümkün değildir. Ekonomik gidişattan ve gelişmelerden hükümetin nasıl bir önlem alacağı konusu da belirsizdir. Orta Vadeli Ekonomik Programı gördükten sonra hükümetin ne düşündüğünü, anladığını ve öngörüsünü yorumlama imkânı bulacağız. Bunun katılım öncesi ekonomik programdan daha iyi olup olmadığını anlayacağız. Ancak, Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan yazının başlığındaki ifadesinden ve Hükümetin beyanlarından yakın gelecekte daha iyisi olmayacağı açıkça görülmektedir. Yukarıdaki ifade gördüğümüzün daha kötüsünün olabileceğini de ihtimal dâhilinde bulundurmaktadır.

Daha dün "Ekonomik kriz şiddeti artırıyor. Kimse kendini güvende hissetmiyor" başlığı ile verilen bir araştırma haberinden bir paragrafı toplumun bilgisine ve dikkatine sunmak istedim. "Türkiye, Dünya Değerler Araştırması'na göre çok mutsuz toplumlardan biri. Kimse kendini güvende hissetmiyor. Hele ki krizle birlikte gelecek kaygısı iyiden iyiye arttı! Büyük bir sıkıntı hissi beraberinde saldırganlığı körüklüyor. Bu saldırganlık bir başkasını öldürmeye de yol açabiliyor, kendini öldürmeye de..."

Hükümetin uyguladığı politikaların toplumu ne hale getirdiği ortada. Bu sadece  işin ekonomik ve sosyal yönü.