Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfından (SETA)  yapılan açıklamaya göre Hüseyin Alptekin'in kaleme aldığı analizde, Suriye'de güvenli bölge tartışmalarının tarihi gelişimi, oluşturulacak güvenli bölgenin muhtemel kapsamı ile küresel ve bölgesel güçlerin konuya dair perspektifi konuları ele alındı.

Sırasıyla ABD, Rusya ve Avrupa ülkeleri gibi küresel aktörlerin, ardından İran, İsrail ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin ve Türkiye'nin oluşturulması planlanan güvenli bölge konusundaki tutumlarının değerlendirildiği analizde, "Bugün itibarıyla henüz ABD'nin çekilme süreci bile tamamlanmamışken güvenli bölge hakkındaki belirsizlikler varlığını sürdürmektedir. Bununla birlikte bu analiz güvenli bölge hakkında eldeki verilerle olasılıkları beraber değerlendirmiştir. Güvenli bölge konusunda farklı küresel ve bölgesel aktörlerin çıkar ve pozisyonları çelişmektedir." denildi.

ABD'nin İran'ı çevrelemek için Suriye'de kalmasının rasyonel bir seçenek olmadığı belirtilen analizde, güvenli bölgenin ABD'nin bugüne kadarki yanlış politikalarıyla Rusya ve İran'la işbirliği geliştirmeye ittiği Türkiye'yi geri kazanması olacağı vurgulandı.

Bununla birlikte gerek çekilme takvimi gerekse de kurulacak güvenli bölgenin kapsamı ve bu amaçla oluşturulacak ortaklık ve iş birlikleri konusunda ABD yönetimi içinde görüş ayrılıklarının halen sürdüğü kaydedildi.

Analizde, Rusya'nın, ABD'nin çekilmesini olumlu karşıladığı, bölgenin kontrolü için Esed'i adres gösterdiği ifade edilerek Moskova'nın, Ankara'nın PYD kaynaklı kaygılarına anlayışla yaklaşıp Türkiye'nin kontrolünde bir güvenli bölge senaryosunu da müzakere dışı görmemesinin önemine işaret edildi.

"Göç sorununun çözülmesi için gerekli"

Suriye'de oluşturulacak güvenli bölgenin bugüne kadarki ısrarlı savunucusu olan Türkiye'nin güvenli bölge konusundaki talep ve vaatlerine de yer verilen analizde şunlar aktarıldı:

"Türkiye güvenli bölge konusunda tutumu en net ülkedir. Türkiye'nin perspektifi güvenli bölgenin PYD ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin köklerini kazıyacak şekilde tasarlanması ve bölgenin denetiminin kendi kontrolünde olmasıdır. Bu yöndeki iradesini sık sık ifade eden Türkiye, Fırat'ın batısındaki tecrübesiyle güvenli bölge kurma konusunda askeri ve insani kapasitesini kanıtlamıştır. Türkiye'yi avantajlı kılan bir diğer nokta ise bir yandan Suriye'deki muhalifler nezdinde inandırıcılığa ve etkiye sahipken diğer yandan da hem Rusya hem de ABD ile koordineli hareket edebilme imkanıdır. Sonuç itibarıyla Suriye'de Türkiye sınırından 32 kilometrelik bir derinliğe ulaşacak şekilde tasarlanacak bir güvenli bölge Türkiye'nin kendi güvenliğini sağlaması, güvenli bölgenin terör unsurlarından temizlenmesi ve buradaki hayatın rehabilite edilerek Suriye kaynaklı göç sorununun çözülmesi için gerekli ve başarılabilecek bir projedir."

Analizde, Türkiye'nin Suriye politikasındaki önceliklerinin, ülkenin toprak bütünlüğünün korunması, ülkedeki savaşın ve terör örgütlerinin faaliyetlerinin son bulması ve savaş sonrası Suriye yönetiminin kuşatıcı bir sistem üzerine kurulması olduğu belirtildi.

Bu şartlar sağlandığı takdirde Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden Suriye kaynaklı sorunların da ortadan kalkacağı savunulan analizde, "Ankara, DEAŞ karşıtı koalisyon içerisindeki Batılı ortaklarının bu öncelikleri paylaşmadığını, özellikle de PYD gibi terör örgütleriyle geliştirdikleri ilişkiler üzerinden Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar verecek adımlar attığını dile getirmektedir. Türkiye koalisyon ortaklarına yönelik bu eleştirilerini defalarca, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ağzından da en üst seviyede yapmıştır." denildi.