Devrin garabet dolu seyri, bizi, meseleler üzerindeki mülahazalarımızı yeniden teşhis ve tasnif lüzumuna götürür mü, tartışılır(eğer tespitlerimiz hakikat merkezinde ise hakikatin ne hoşgörüsü olur ne de tartışması). Lakin tartışmaya meyal bırakmayacak hâl garabettir.

Nasıl bir garabettir ki, ayakları altından yolu alınan insanlar hâlâ "yola devam" diyebilmekte, yön levhaları çalınan bir toplum "durmak yok" acziyetine düşmekte, hâsılı sonuçları değiştirmek telaşındaki milletimiz nedenler ile pek de ilgilenmemektedir.

Nedenlerin rahminde taşıdığı sonuç, eğer rahatsızlık veren bir noktada ise ve "farkında olmak", şuurun özgürlüğü olarak kodlanmışsa arz-ı hâle, o vakit nedenler değişmeli, şuur hüviyeti gelişmeli ve farkında olmalı millet ki sonuç değişsin.
Sonuç ne ki, denilecek olursa.

Söyleyelim.

Gazetelerin üçüncü sayfa haberleri, yani cinnet.
Baş yazarın oligarşik edasını taçlandırdığı taklaları, yani minnet.
Yola dökülen mahsul ile israf edilen tahsil arasında bir fark görmediğimizi anlamayan zihniyet.
Mahsulünü satamayan o çiftçiye azar sallayan mantığı tehniyet.
Milli şiarın altına konulan mayınmenend(mayın benzeri) sözlerin tam da akabinde milli şairden dem vuran siyaset.
Siyaset ki bir yanı acımasız bir aklın tahakkümünde iken diğer yanı ticaret.
"Oy var hizmet var" demede ki maharet.
Sonra doksan yıl öncesinde toprağımı işgale gelen ile sulh-u medeniyet.
Ahlak idrakini şekillerle temsilde samimi bir cemiyet.
Bu cemiyeti kavram virajlarında kazaya mahkûm bırakan cahiliyet.
Kemiyetin heva ve heveslerine terk edilen keyfiyet.
Hudut ile tehdit arasındaki arkı-irtibatı göz ardı eden hariciyenin düştüğü acziyet.

Velhâsıl sadakatin sadakası olan ehliyet, Türk kelamını telaffuz edince gündeme düşen kavmiyet, masalarda kalemlerle işlenen onlarca cinayet...

Sonuç yahut netice deyince aklımıza düşenlerden bir kısımdı bunlar. Bu misalleri çoğaltmak mümkün elbet.

Bunlar, bizim politik telaşlarımızın mahsulü değil. Var olacaksa memleket, bunları görmek mecburiyet, ey cemiyet!

Görünen bu, diyelim kısaca. Baktığımız yerin bize sunduğu manzara yani. Neticede farkındayız, farkında olmanın altını çizmekti tüm gayem. Farkında olmaya ihtimam göstermek sonucun değişmesi ile alakalı zemini hazırlamak yahut nedenlerin tasfiyesini sağlamak manasındadır. Az evvel tasvirine çalıştığımız manzara mevcut hükümetin sorumluluğundadır. Hatta geçen yedi yılda ciddilik aranacaksa bu en çok bu husustaki ivmedir. Muhalefet literatürünü hali hazırda devam ettiren bu kadrolar, hariciyede, Türkiye masasının mümessili, dâhilde yani içişlerinde ise nefis ve inatlarının esiridirler. İktidar olduklarında eleştirdikleri her hâl kendilerinde her hali hazırda hayat bulmaktadır. Peki, bunun millet ne derece farkındadır?

Sonuç değişecekse, yani bir manifestoda da ifade edildiği üzre; "dik baş, tok karın, mutlu yarın" asgarimiz olacaksa nedenleri bir kez daha mütalaa etmek velhâsıl milleti "farkında olmaya" davet etmek icap etmektedir.

Öyleyse yeniden tanımlanması gereken mefhumlar, felahı getirecek "farkındalığın" iklimini oluşturacaktır.
Yoksulluk nedir?
Yolsuzluk nedir?
Siyaset etiğinden ne anlayacağız?
Vizyon ile misyon hangi akitte toplum nezdinde arz-ı endam edecektir?
Devlet hangi güçler birliği ilkesi ile yetki ve sorumluluk paylaşımındadır?
Seçilmiş, atanmış ilişkisinin boyutu ne olmalıdır?
Bir masayı teslim ettiğimiz personelimiz ile dahi sözleşme yaparken ülkeyi teslim ettiğimiz siyasiler ile hangi senedi yaptık?
Demokrasi-bürokrasi, devlet-hükümet ilişkisini yeniden modern bir tanıma nasıl oturtabiliriz?

Bu kriterleri de çoğaltmak mümkün elbet. Filhakika memleketi içinde bulunduğu buhrandan kurtarmanın yegâne yolu milletin fark etmesini sağlamaktır. Bunun için, her idealist memleket evladının öncelikle arşivi olmak zorundadır. Sonra propaganda da kriter esasına ihtimam göstermek ve dikkatleri, sonuçlardan önce nedenlere çekmek gerekmektedir. Şuur hüviyetine direnen bir toplum olma hezeyanı dört tarafımızı sarsa da şuurun "farkında olduğumuz" her süreçte yaşayacağını unutmamamız gerekmektedir.

Belirtmeden geçemeyeceğim; yazımızın merkezine aldığımız "nedenler" ve "farkında olmak" hususiyetlerini söylemlerinde çerçeve kabul eden tek genel başkan Sayın Dr. Devlet Bahçeli'dir. Popülizme direnmesi ve amigo ağzını iğreti kabul etmesi, niteliklerinin en bariz dışa vurumudur. Zaten bunun için yazının başlığı "Devlet Beğ'i Dinlemek".
Neticede süreç kendisini haklı çıkarmakla birlikte haklılığını defaatle ortaya koymaktadır. Bu anlamda tabanın kendisini iyi takip etmesi elzemdir. Tabanın, memleketin geçtiği bu sürecin farkında olması, AKP'yi iktidar yapan nedenleri tasfiye edecektir. Diğer bir ifadeyle Devlet Beğ'i dinlemek, farkında olmaktır.

Selametle...