Cumhurbaşkanlığı;

 

İnsan nefsi ister, arzular; nefis talepkârdır.

Herkesin aklını dolduran, rüyalarını süsleyen makamlar vardır, olabilir, olmalıdır.

Bir İmam Hatibin Müftü olmayı hayal etmesi, ya da Müftünün Diyanet İşleri Başkanı olmak istemesi, bunu arzu etmesi kimseye zarar vermez.

Bir memurun müdür olmak istemesi, müdürünse genel müdür olmayı arzulaması zararsızdır. Hepsi o kadar.

Toplum ve devlet organizasyonu herkesin taleplerini karşılayamaz, bazen bu mümkün olmaz buna rağmen ısrar edilebilir.

Kişilerin kendi ikballeri için hayal kurmaları ayrıdır, devlet ve milletin geleceği için ısrar etmeleri ayrıdır.

Milletvekilliğini hayal edebilir, Genel Müdürlükte ısrar edebilirsiniz, Cumhurbaşkanlığı ayrıdır. Orası hayal, heves ya da tatmin makamı değildir.

Hele hele Cumhurbaşkanlığını hak görmek, hakkı görmemektir, zayıflıktır, küçüklüktür.

Devletin başı kimsenin malı değildir.

Devletimiz bir kişiye mahkum ve çaresiz değildir.

Gücü elinde bulundurmak ve gücünü artırarak devam ettirmek bunda da inat ve ısrar etmek devlet adamlığı vasfı değildir.

Hülasa; devletimizin başına adaletli bir vicdan gerek, merhametli bir yürek gerek, tarih gerek, töre gerek ve güzel huy gerek.

Devletimizin başında oturmak kime nasip olur bilemeyiz, fakat orası hiç kimsenin “benim hakkım” diyebileceği bir yer değildir.

Orası milletimizindir, birliğimizindir, kardeşliğimizindir.

Geçmişten geleceğe yapmış olduğumuz tarih yolculuğumuzun en önemli makamıdır.

Cumhurbaşkanlığı makamını kendisine hak görenler yanılırlar, tarih bu tip yanılgılarla doludur.

“İktidarın kendisine hak olduğuna inanan yezit ’in ehli beyte kast etmesi” bunun bir örneğidir.

Devletin başına gelmeyi sadece kendisine hak gören bir mantığın, yezit ‘in ruhunu diriltmekten başka bir işe yaramayacağı açıktır.

Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimde adalet arayalım, hoşgörü arayalım, merhamet arayalım. Hüseyni bir tavır arayalım. Hazır yezit ölmüş iken.