Büyükşehir Belediyesinin Ölçeği Üzerine

br />

20. yy’ın son çeyreğinden günümüze uluslararası alanda yaşananlar, siyasetin ve diplomasinin yanında; teknoloji, iletişim ve ulaşım alanındaki gelişmelerle de desteklenen bir küreselleşmeyle dünyanın hemen her yerinde nerdeyse tüm toplumları az veya çok etkilemiştir. Dünya’nın tek bir mekan olarak kabul edilebilecek ölçüde küçülmesi, farklı toplumların karşılıklı-bağımlılık ve etkileşim içine girmesi olarak tanımlanabilecek olan küreselleşme; hem toplumların birbirine benzeme sürecini, hem de toplulukların ve kimliklerin kendi farklılıklarının altını çizme sürecini ifade etmektedir. Çelişen hatta zıt iki kavram gibi gözükse de küreselleşme ve yerelleşme (globalisation=glocalisation denkliği gibi) olgularını birbirinden ayırmak mümkün görünmemektedir. Çünkü küreselleşme dünyayı küçültmesinin yanında, bir köyü de tüm dünyanın tanıdığı, ulaşabildiği, hatta etkilendiği yeni bir ölçeğe çıkarma gücüne sahiptir. Bu bağlamda Giddens’a göre küreselleşme toplumun kurumlarını etkileyerek ulus-devletleri “kozmopolit ulus”lara dönüştürmektedir.

Ulus-devletlerdeki bu dönüşüm devlet aygıtında ilk kez Thatcher İngilteresi’nin başlattığı neo-liberal politikalarla kendini gösterir. İngiliz maliyecilerin sosyal refah devletinin daha fazla sürdürülemeyeceği tezi üzerindeki tartışmalar Doğu Bloğu’nun çözülmesiyle rafa kalkmış, sağda neo-liberalizm, solda 3. Yolun meşruluğu ve gerekliliği tartışılamaz addedilmiştir. Bireycilik kamusal politikaları belirleyen asıl etken haline gelirken kamu kurumlarının hantal, verimsiz, kırtasiyeci hatta toplumun sırtında kambur oldukları suçlamaları devletin ekonomik hayattan çekilip yerini özel sektör ve gönüllü kuruluşlara bırakması önerilerine dönüşmüştür. Bunda şüphesiz liberal-kapitalist dünyanın ulus-üstü kurumlarının (Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi…) yeni ekonomik düzeni “daha küçük devlet” üzerine formüle etmelerinin de büyük rolü vardır.

Yerelleşme klasik anlamıyla merkezi yönetimin yerel yönetimlere görev, yetki ve kaynak devretmesini, yani yerel yönetimlerin merkeze karşı güçlenmesini öngörürken; küreselleşmenin önerdiği modern yerelleşme ise “yerelleşme-sivilleşme-özelleştirme” üçlemesini esas alır. Bu anlayış merkezi devleti küçültüp; görev, yetki ve sorumluluklarını önce yerel yönetimlere, sonra sivil toplum kuruluşları ve özel sektöre devretmeyi öngördüğü şekilde Avrupa Birliği örgütlenmesinin de yol haritası olmuştur.

Bu süreçlerin etkisinde Türkiye de siyasal/yönetsel yapısında çeşitli arayışlar içine girmiş, 80’lerden günümüze kamu yönetimi ve yerel yönetimler reformu hemen her siyasi iktidarın gündeminde olmuştur. Neo-liberal politikaların ilk adımı “karma ekonomi” ve özelleştirme uygulamalarıyla Özal hükümetlerinde atılmış, sonrasında iktidar çoğunlukla merkez sağ-sosyal demokrat koalisyonlarla belirdiğinden kararlı bir reform uygulaması AKP iktidarına kadar başlamamıştır. 2002’de AKP’nin iktidara gelmesiyle beraber -Avrupa Birliği ile bütünleşme hedefi örtüsü altında- ulus-devletin güçsüzleşmesine yönelik uluslararası ve ulus-üstü isteklerin yürürlüğe konduğu gözlenmiştir. 2003’te hazırlanan ancak yasalaşamayan Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı AKP döneminin merkezi yönetime göre yerel otoriteleri, hükümet dışı kuruluşları ve özel sektörü güçlendirme hedefinin ilk nüvelerini içermektedir. 2004 yılından itibaren reform yasaları olarak nitelenen ve daha ziyade yerel yönetimler üzerinde odaklanan metinler peyderpey yürürlüğe konmuştur.

5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile başlayan reformun son ayağı olarak 6360 sayılı “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi Ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” (06.12.2012) ve 6447 sayılı “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi Ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” (22.03.2013)  yürürlüğe girmiştir. 3,5 ay içerisinde 6360 sayılı yasada değişikliğe gidilmesinin sebebi Ordu ilinin nüfusunun birden artıp her nasılsa 750 000’i geçmesi ve büyükşehir statüsüne geçirilebilmesidir.

6360 sayılı yasaya genel bir bakış attığımızda ülkemizdeki belediye anlayışının köklü bir değişikliğe uğradığını görebiliriz. Öncelikle belediye kavramı kentle, tersinden bakarsak köy olmayan yerleşim birimi ile özdeştir. Dolayısıyla belediyelerimiz cumhuriyet tarihi boyunca insan kaynaklarından, araç gereçlerine kadar kente odaklı yani yerleşim biriminin merkezi ve mücavir alanına hizmet götürmek üzerine örgütlenmiş, belediye sınırları dışında kalan alan merkezi yönetim birimleri ve il özel idaresinin yetki ve sorumluluğunda kamu hizmeti almışlardır. Kısacası belediyelerin kentsel alanın dışına hizmet götürmek için gerekli hazırlığı bulunmamaktadır. Bununla birlikte akademi ve siyaset dünyasında “bütünşehir” kavramı ile özdeşleşen 6360 sayılı yasa büyükşehir belediyesi mücavir alanını il,  ilçe belediyesi mücavir alanını ise ilçe sınırlarına genişletmektedir.

Büyükşehir belediyesi sınırlarının il mülki sınırlarına genişletilmesi her ne kadar kamu hizmetindeki optimal ölçek sorununa yani etkinlik kavramına vurgu yapılarak, sınırları daha geniş belediyelerin daha güçlü belediyeler olacağı iddiasıyla açıklanmaya çalışılsa da hangi yönetsel birimin, nasıl güçleneceği üzerinde durulması gereken esas konudur.

Öncelikle ülkedeki belediyelerin %56’sı (yaklaşık 1650 belde belediyesi), köylerin ise %48’i (yaklaşık 16600) tüzel kişilikleri kaldırılıp mahalle olarak önce sınırları içinde bulundukları ilçe belediyesine ardından büyükşehire bağlanmaktadır.

İkinci olarak 6360 sayılı yasa ilçe belediyeleri arasındaki uyuşmazlıklarda büyükşehir belediyesinin düzenleyici olması yönünde hüküm koymakta; kısaca her türlü vesayeti kaldırdığıyla övünen iktidar partisi ilçe belediyeleri üzerinde büyükşehir belediyesini vasi tayin etmektedir.

30 bütünşehirde il özel idareleri de lağvedileceğinden, seçmenin il genelinde katılımcı demokrasiyi hayata geçirebileceği organ olarak sadece büyükşehir belediye meclisi kalmakta; nüfusu az, küçük ölçekli ve merkeze uzak ilçelerin yönetime katılması için ciddi bir engel ortaya çıkmaktadır.

Rejimle ilgili polemiğe girmemek için Antalya örneğine göz atarsak, 2014 mahalli idareler seçimlerinde seçilecek büyükşehir belediye başkanı yaklaşık 21bin km2lik alanda, 19 ilçede yaşayan yaklaşık 2 milyonluk bir nüfusun seçilmiş temsilcisi (atanmış valiyle olan ilişkilerin boyutu, üzerinde durulması gereken ayrı bir konudur) olarak görev yapacaktır. Hem karar organı olan büyükşehir belediye meclisinin hem de karar/yürütme organı olan büyükşehir belediye encümeninin de başkanlığını yürütecektir. Makam odasından doğuda 179 km batıda 235 km uzaklıktaki eski belediye yeni mahalle olan birimlere sunulacak kentsel hizmeti koordine edecektir.

Avrupa’nın ortasında dahi bu ölçeğe yaklaşmayan devletler, devlet başkanları, başbakanlar vardır; kısaca ortaya çıkan idari birim bir belediye örgütlenmesinin ötesindedir.

Genel bir değerlendirme ile 6360 ve 6447 sayılı kanunlarla getirilen büyükşehir sistemi ülkemiz belediyecilik tarihinde yeni bir noktadan çok “bölgeciliğe giriş” olarak değerlendirilmeli, üniter sistemden federalizme giden yolun neresinde olduğumuz düşünülmelidir.