Demokrasi -bir sistem olarak- fıtratı gereği her cenaha müşterek bir hareket alanı açmıştır.

Bu hareket alanı aynı zamanda asgari müştereklerimizi de belirleyen bir huduttur. (Belirtmekte bilhassa fayda görüyorum ki, ilaç ile zehir arasındaki fark ‘had'dir, huduttur.) Devlet ile özgürlüklerin fotoğrafı, kırmızı ve beyaz bir sahadır. Bu teşbih meseleyi daha anlaşılır yapar kanaatindeyim. Zira beyaz bir alanı, demokrasinin ve dolayısıyla siyasetin hareket alanı kabul edersek, kırmızı alan, üzerinden siyaset yapılamayacak, tartışılması abesle iştigal, müştereklerimiz yahut bir başka ifadeyle "harcımız"ı ifade eder. Yani asgari müştereklerimizi belirleyen ve bizi "bir" eden iklimin rengi, zemini işte bu kırmızı alandır.

"Demokrasi kültürü" ifadesi, fikirlerin karşılıklı tahammül ve hoşgörü içerisinde söylenebileceği esasını muhteva ediyor. Bu durum milletin menfaatleri ve devletin kendini her dem yeni ve diri tutması açısından önemlidir. Fakat millet kavramına dikkat edecek olursak bu kavramın sacayaklarını oluşturan değerler ile kavgalı bir teşekkülün "demokrasi ikliminde" değerlendirilmesinin en temelde millete ve milletin siyasi, resmi organizesi olan devlete ihanete açık bir yanının olduğu kaçınılmaz bir sonuçtur. Bu durum, millet tanımını esas alarak ve milletin menfaatleri doğrultusunda bir açılıma bizi mecbur tutar. Bu açılımın sonucunda, "kırmızı alan" teşbihinin aslında milletin vazgeçilmezleri olduğuna dikkat çekmek gerekmektedir.

Devlet ile hükümetler arasındaki ilişki de bundan ibarettir. Devlet tüm kurumları ve ilkeleri ile kırmızı alanı ifade ederken yahut etmesi gerekirken, hükümetlerin ve siyasilerin alanı o beyaz zemindir. Asıl, usul esası da diyebiliriz buna. Asıl olan kırmızı alanı milletle kavga ettirmeden kavileştirmek, kadim geleneğini geleceğe takdim etmek filhakika milletin değerlerini millete rağmen taciz etmemektir. Usul ise beyaz zeminin dilidir. Siyasi ahlak da beyaz zeminin millete duyduğu saygıyı muhteva etmektedir, etmelidir.

Lakin bunları yazarken "hangi beyaz zemin" sorusu akla düşüyor. Şimdilerde unutulan sınırsız terör tartışmalarından, aziz şehitlerimize yapılan saygısızlığa kadar, milletin meclisinde millete söven şoven çirkeflerden, başına buyruk bakanlara ve başbakanın üslubuna kadar söylenenleri şöyle bir gözden geçirdiğimizde "hangi beyaz zemin" diyoruz. Bunun bizce tek tarifi var; Kirletilen beyaz, turunculaşan kırmızı.

Vatanımızda, cumhuriyetten daha genç olan demokrasi, bugüne kadar birçok diyet ödeyerek günümüze kadar ulaşmıştır. Çok partili hayata geçişle birlikte siyasi partilere açılan "beyaz zemin" bu memlekette yaşayan her bireyin fikrinin güvencesidir. Temsil alanıdır. Kırmızıya çatmadan, kırmızıyı aşağılamadan söylenecek her söz bir zenginliğin beyanı anlamını taşıdığı gibi bunun tam tersi de gediği olan surların ifşasıdır. Bu yönüyle demokrasi üzüm gibidir. Münevver, müspet her beyin ve yürek sahibinin elinde pekmez olup, şifa kaynağı olabiliyorken, şer niyetli herhangi birinin elinde bütün kötülüklerin anası oluverir.

İşte burada "devlet" dediğimiz kadim geleneğimiz devreye giriyor. Başka bir ifadeyle kırmızı alan, beyaz zeminin güvencesidir. Peki, bunun tersinin de mümkün olabileceğini söyleyebilir miyiz? Yani, demokrasinin, devletin güvencesi olabileceğini? Oysa asıl olması gereken budur.

Kanaatim odur ki bütün gönüldaşlarımızın, kutlu dava yolunda iyi müteâla etmesi gereken husus daha çok burasıdır. Asıl olan milletimizin değerleridir, millettir. Bu değerlerin şekillendirdiği bir devlet, bu değerlerin çerçevesini çizdiği bir milli eğitim, bu değerlerle barışık bir adalet mekanizması, bu değerlerin muhafızı bir içişleri velhasıl milletin devletine biz kırmızı alan diyoruz. Bu alana hizmet etmesi gereken usul ve üslup ise demokrasidir. Buna da beyaz zemin diyoruz. Bu zemini kirleten siyasi, ideolojik her cenahı bu alanın dışına koymak milletimizin mecburiyetidir, elzemidir, muaccel vazifesidir. İnşallah ve kanaatimizdir ki öyle de olacaktır. Yeter ki milletimizle aramıza şeytanın giremeyeceği kadar saflarımızı sık tutalım. Zira şeytanlar, bu asırda beyazları siyah, kırmızıları turuncu yapmaktadır.

Müştereklerimizi de farklılıklarımızı da zenginliğimiz olarak gören "Türk Milliyetçiliği hem kırmızı alanın hem de beyaz zeminin güvencesidir", dediğimizde nesnellikten uzaklaşmış olmayız kanaatindeyim. Neticede bu ülkede bunu açıkça ifade eden, ifadesini ve teorisini pratiğe geçiren tek çatı Milliyetçi Hareket çatısıdır. Milliyetçi hareket bu ülkenin harcıdır.

Merhum Başbuğumuzun siyasetteki 30. yılı münasebetiyle 1995 yılında yaptırmış olduğu Şükran Belgelerinde yazan ve ilk kez orada dikkatimi çeken şu dörtlüğü kutlu yolumuzun önemli yol levhalarından birisi kabul edelim;



Koşan elbet varır, düşen kalkar,

Kara taştan su damla damla akar,

Birikir sonra gümüş bir göl olur,

Arayan Hakk'ı en sonunda bulur.

Türk milleti, demokrasisi ve devlet sistemi ile alakalı izahımızı kolaylaştıracak "kırmızı alan-beyaz zemin" teşbihimiz, Ülkücü Hareket için de geçerlidir. Demokratik haklar, vazgeçilmezlerin tehdidi olamaz.

Zira vazgeçilmezler rengini çilenin ve şahadetin renginden almıştır.