Gündemin en sıcak maddesi Suriye meselesi. Tüm dünyanın gözü genel olarak Ortadoğu'da, özel olarak da Suriye'de olup bitenlerde.

Biz ise bu gelişmelerin olabileceğini çok önceden öngörmüştük. 2012 yılı mart ayında "BOP, Arap Baharı ve Suriye Meselesi Işığında Mayın Temizleme İsrail ve AKP" isimli kitabım yayınlandı. Bugün Suriye'de olup bitenleri dikkate aldığımızda kitabın önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Kitabın yayınından sonra, mayın temizleme olayı ve Suriye meselesi ile ilişkisi üzerine yaptığımız söyleşi 2023 dergisinin 15 Mayıs 2012 tarihli 113. sayısında "Kürdistan'ın Kurulabilmesi İçin Şartlar Olgunlaştırılıyor" başlığıyla yayınlandı.

Bugün yaşanan gelişmeler sözde "Büyük Kürdistan"ın kurulması için gerekli ortamın hazırlanmaya çalışıldığını ve şartların daha da olgunlaştırıldığını göstermektedir. Bu yazımızda Suriye meselesinin arka planını ve önümüzdeki süreçte Türkiye'yi bekleyen tehlikeleri ve AKP'nin teslimiyetçi dış politikasının risklerini sizlerin dikkatine sunmaya çalışacağım.

Suriye Sınırındaki Mayınlı Araziler Neden İsrail'e Verilmek İstendi?

Önce, kitabımızın da konusunu oluşturan Suriye sınırındaki mayınların hikayesiyle başlayalım...

Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi konusu 2009 yılında Türkiye gündemine geldi. Toplumun her kesiminin tepkisini çeken konu hakkında kamuoyunun yeterince bilgilendirilmediğini, tartışmaların çok farklı yönlere doğru saptırılmaya çalışıldığını bu süreç içerisinde ibretle izledik. Yapılan bütün saptırmalara karşın milletimizin büyük bir çoğunluğu, Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi konusunun iktidar temsilcilerinin aktardıklarından daha farklı boyutlara sahip olduğunu gördü. İktidara yakın olan basın yayın organlarında bile Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi konusunda çıkartılmaya çalışılan kanunu eleştiren haber ve yorumlar yayımlandı. Önceki dönemde IMF, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği isteği ile hazırlanan kanunları rekor sürelerle geçirebilen AKP iktidarının, Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi konusunda hazırladığı kanun tasarısının toplumun hemen hemen bütün kesimlerinde tepki toplaması ve bir ay boyunca TBMM genel kurulunda ve kamuoyunda tartışılması, Başbakan Erdoğan'ı kızdırdı ve sükut-u hayale uğramasına neden oldu.

Kanun ile 510 kilometre uzunluğundaki Suriye-Türkiye sınırındaki güvenliği sağlamak maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından döşenmiş olan mayınların, Maliye Bakanlığı tarafından yapılacak bir ihale sonrasında, temizlik işlemini 5 yıl içinde yapacak firmaya tarımsal amaçlı olarak 44 yıllığına kiralanması amaçlanıyordu. Ancak, Anayasa Mahkemesi tüm muhalefet partilerinin milletvekillerinin başvurusu sonucu yasanın tarımsal amaçlı tahsise ilişkin maddelerinin önce yürürlüğünü durdurdu, sonra da esastan iptal etti.

Bugün Türkiye Suriye'ye girmeye doğru itilmektedir. Daha doğrusu Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu Türkiye'nin Suriye'ye müdahale etmesi için diğer ülkeleri kışkırtmaktadır. Gelinen noktada Başbakan Erdoğan'ın mayın temizleme ve tarımsal amaçlı tahsiste, daha açık bir deyimle sınırları İsrailli bir firmaya verme konusunda neden ısrar ettiği ortaya çıkmıştır. Bugün gelinen noktada BOP Eşbaşkanı Erdoğan'ın Arap Baharı ve Suriye meselesindeki rolü dikkate alındığında, mayın temizleme karşılığında bu toprakları neden İsrailli firmalara vermek istediği açıkça görülmektedir. Eğer verilmiş olsaydı bugün İsrailli firmalar o topraklarda neler yapıyor olacaklardı? Neler olabileceğini tahmin edebilmek için, 2003 yılının başında Irak tezkeresi kabul edilmeden önce ABD askerlerinin nerelerde arazi ve bina aldığını, hangi üslerde, limanlarda ve hava alanlarında yerleşmeye hazırlandığını düşünmemiz yeterli olacaktır.

Kısacası sorunun sadece mayın temizleme işlemi olmadığı ABD-İsrail-AB bağlamında büyük bir projenin enstrümanı niteliği taşıdığı artık ortaya çıkmıştır.

Israrla İsrailli şirketlere bölgenin verilmek istenmesinin Başbakan Erdoğan'ın BOP Eşbaşkanı olması ile bir bağlantısı var mı? Acaba hedeflenen gerçekleşseydi bugün Suriye-Türkiye arasındaki ilişki barışçıl bir seviyede mi seyrederdi yoksa bugünkü savaş ortamı daha mı erken yaratılmış ve olgunlaşmış olurdu? Bölgenin İsrailli firmalara tarımsal kullanım için verilmek istenmesi BOP gibi bir takım uzun vadeli siyasi hedefler doğrultusunda alınmış bir karar mıdır? Bugün yaşanan gelişmeler, bu soruların ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Büyük Kürdistan'ın Kuruluşuna AKP Seyirci Kalıyor  

2023 Dergisine bu konuda verdiğim röportajda "Mayınlı arazileri İsrail'e versek ne olurdu?" sorusuna verdiğim cevapta şöyle demiştim: "Mayın temizleme olayının bugün anlaşılan boyutu da ilginç. Bizim öngörümüze göre, bugün Suriye ile olan savaş durumu o zaman başlamış olabilirdi. Daha doğrusu savaş ortamı olgunlaşmış bir hâle gelebilecekti. Bu sebeple biz kitabımızda da görüldüğü gibi mayınların temizlenmesi sadece millî bir mesele değil aynı zamanda uluslararası ilişkilerle de doğrudan bağlantısı olan bir sorundur. Suriye ile olan ilişkilerimiz, mayın temizleme işinin İsrail'e verilmesiyle, bugünkünden çok daha sorunlu bir hâle gelebilirdi. Suriye ile çatışmalı olan İsrail'in mayın temizleme ile Suriye'nin kuzeyine de yerleşmesinin, Türkiye-Suriye arasında onarılması güç yaralar açması yüksek bir ihtimaldi... Ama bu mayın temizleme işlemi gerçekleşmeyince tamamen düzmece olduğunu gördüğümüz bir iç karışıklıkla Suriye bir anda hedef hâline geldi. Hiç sebep yokken tamamen Amerikanvari bir gerekçeye dayanarak, "Suriye halkına demokrasi götüreceğiz!" söylemi yürürlüğe sokuldu."

Yine röportajda "Büyük Kürdistan projesi" ile Suriye olaylarının ilişkili olduğunu belirtmiş ve Ortadoğu'da bağımsız bir Kürdistan devletinin Türkiye'nin millî varlığına ciddî bir tehdit unsuru olacağını ifade etmiştim. Bu değerlendirmenin ardından şöyle bir öngörüde bulunmuştum:

"Barzani açıkça bağımsızlık tarihi veriyor ve her fırsatta da "Büyük Kürdistan'ın" mutlaka kurulacağını söylüyor. Önümüzdeki yıllarda "Kürdistan" diye bir devletin kurulması ve doğal olarak Irak, Suriye, İran ve Türkiye'nin sınırlarının değiştirilmesi planlanıyor. Suriye'de de Kürtler muhalif hareketlere açıkça destek vermese de Esad sonrasının Suriye'sinde bir özerk Kürdistan tasarlanıyor. İşte bir Kürt özerkliğinden bahsedilmesi "Büyük Kürdistan"ın kurulması için zorunlu. Çünkü Suriye'de Kürtlerin bulunduğu bölge üzerinden Irak Kürtleri denize açılabilecek veya en azından Irak petrollerinin dünyaya pazarlanması için Türkiye'nin öneminin azaltıldığı ve Türkiye'ye bağımlılığın yok edildiği bir alan yaratılmış olacak."

Erdoğan ve Davutoğlu "Stratejik Derinlik"te Boğuluyor!

Maalesef üzerinden çok geçmeden bu öngörümüz gerçek oldu ve Barzani, PKK/PYD ile işbirliği yaparak ve peşmergeleri eğiterek Suriye'ye müdahale etti ve otorite boşluğundan yararlanarak Suriye'nin kuzey bölgesindeki bazı şehirlerde kontrolü ele geçirmelerine destek verdi.

Bu gelişmeler karşısında "Stratejik Derinlik"te boğulan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da boş laf konuşmaya devam etti. Başbakan ise "Suriye'nin kuzeyindeki yapılanma PKK terör örgütüyle PYD'nin bir yapılanmasıdır ki, bu tabii hassas dengelerimiz arasında yer alacaktır. Kalkıp da bu oluşuma eyvallah diyecek halimiz yok!" diyerek, Davutoğlu'nu Barzani'nin ayağına göndereceğini açıklamıştır. Yani bir taraftan bir süre önce "postal yalayıcısı" dedikleri Barzani'nin dediklerine "eyvallah" deyip, ayağına kırmızı halılar serdirerek karşılarken, öbür taraftan Esad'a ve Suriye'ye "yallah" denilmektedir. Tabii ki Başbakan Erdoğan'ın daha önceki "sahte Davos çıkışları" ve "Mavi Marmara" olayı sonrasında kimlere eyvallah dediğini, iktidara gelebilmek ve iktidarda kalabilmek için kimlerle hangi ilişkilere girdiğini bizler ve sizler iyi biliyoruz.

Bahçeli Uyardı ve Çözüm Önerdi, Ama Dinletemedi!

Bizim üç yıl önce kanun tartışılırken ve sonrasında kitabımızda ve röportajlarda yaptığımız uyarıların benzerlerini, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli de defalarca yaptı. Bu uyarılardan konumuz açısından en önemlileri ise 28 Şubat, 27 Mart ve 17 Nisan 2012 tarihli grup toplantısında yaptığı uyarılardır.

28 Şubat 2012 tarihli grup toplantısında Sayın Bahçeli şöyle uyarıda bulunmuştu: "Irak işgalinin ardından oluşan peşmerge yönetiminden sonra, Suriye'nin de benzer bir akıbete uğraması güney sınırımızda yeni bir özerk yönetimin ortaya çıkmasına neden olabilecektir. Kamışlı, Cezire ve Halep bölgelerindeki Kürtlerin Irak'ın Kuzeyine eklenme istek ve çağrıları; Erbil'i, Lazkiye limanıyla denize bağlayacak koridoru açacak, bu kapsamda dört parçalı büyük Kürdistan'ın inşa faaliyeti tam kıvamına gelecektir."

Yine 27 Mart 2012 tarihli grup toplantısında yaptığı konuşmada sıranın artık Türkiye'ye geleceği konusunda uyarı da bulunarak şöyle demişti: "Geldiğimiz bugünkü süreçte nasıl ki, Irak'ın toprak bütünlüğü korunamadıysa, Suriye'nin de aynı akıbete uğrama riskiyle yüz yüze kaldığını görmek ve anlamak gerekmektedir. Irak'ın kuzeyine benzer bir Kürt yönetiminin kurulması ve bir nevi peşmerge yönetiminin bu kez de Suriye'de ilan edilmesi kaçınılmaz gibi durmaktadır. Ve titizlikle üzerinde düşünülmesi gereken konu, Irak'tan sonra Suriye'nin doğusunda ve ülkemizin güney sınırında ortaya çıkabilecek bir özerk Kürt idaresinin nelere mal olacağı hususudur.

Bundan sonra büyük Kürdistan'ın inşa edilmesi için çözülmesi gereken iki ülke sıraya girecektir: Bunlar da hepinizin bileceği üzere İran ve Türkiye'den başkası olmayacaktır. Bu itibarla Arap Baharı'nın küresel mahfillerce tutulan gizli namlusu önce İran'a ve arkasından da ülkemize çevrilmiş durumdadır."

Sayın Bahçeli'nin son olarak 17 Nisan 2012 tarihli grup toplantısında yaptığı "Suriye'yle olan sınır bölgemizde Irak'ın kuzeyine benzer bir yapılanma için geri sayım başlamıştır. Türkiye'nin bölünmesini, Türk milletinin parçalanmasını bekleyenlere bu kapsamda gün doğmuş, dört parçalı Kürdistan için başkent isimleri bile gündeme getirilmiştir." uyarısı da dikkate alınmamış ve maalesef tehlike çok yaklaşmıştır. Bu gelişmeler üzerine Sayın Bahçeli 26 temmuz 2012 tarihinde bir basın toplantısı düzenleyerek Suriye'deki gelişmeleri değerlendirmiş ve yukarda saydığım uyarıların yanı sıra yaptığı tüm uyarıları hatırlatarak çözüm önerilerini de sunmuştur.

Sayın Bahçeli, sonuç olarak "Kürdistan'ın kurulması konusunda AKP ya ikna olmuştur ya da Suriye'ye girmek için önceden tezgahlanmış bir tertibin ana aktörü haline gelmiştir." diyerek, sıranın Türkiye'ye geleceği kanaatini belirtmiş ve tekrar uyarmıştır. Bahçeli'ye göre; "Suriye'nin kuzeyinde hiçbir şart altında, özerk, federasyon ve bağımsız bir Kürdistan kurulmasına fırsat verilmemeli, caydırıcılık ve milli güç unsurları seferber edilmelidir. Irak'taki gaflet ve bu ülkede delinen ve aşılan kırmızı çizgiler Suriye'de tekrarlanmamalıdır. Bilinmelidir ki, Şam düşer ve Suriye bölünürse bu Türkiye ve bölge ülkeleri için bir felakete dönüşecektir."

Barzani'ye ve Kürdistan'a "Eyvallah" Diyen Başbakan Esad'a "Yallah" Diyor!

Bakalım Barzani'yi kırmızı halılarla karşılayıp her dediğine "eyvallah" deyip, bugünleri adeta hazırlayan Başbakan Erdoğan bu defa da çark edip "eyvallah" diyecek mi? Yoksa (hiç de tahmin etmiyorum ama!) bu konuda gerekli önlemleri alacak mı? Dün dostum dediği Esad'ın bugün ipinin çekilmesi için uğraşan Başbakan, sıra Suriye'ye ve Esad'a gelince "yallah" demektedir.

Başbakan Erdoğan başı sıkıştıkça kimlere eyvallah demedi ki? Örneğin; askerlerimizin başına çuval geçirildiğinde eyvallah demişti... Sınır ötesi operasyona başlayan askerlerin derhal geri dönmesi talebine uyarak eyvallah demişti... Mavi Marmara da önce gürleyip esmiş, ama sonra eyvallah demişti... Son olarak da Suriye'de uçağımız düşürüldüğünde eyvallah demişti!

Ancak, kendisine ve AKP hükümetine de büyük Türk Milletinin "yallah!" deme zamanı yaklaşmaktadır. Başbakan Erdoğan'ın başta kendisini deliğe süpürmeyip kullanmaya devam eden küresel güçler olmak üzere, herkese eyvallah demesi maalesef kendisini kurtarmaya yetmeyecektir. Artık kendi tabiriyle "bıçak kemiğe dayanmıştır!" Türk Milleti kendisine "yallah!" diyecek ve deliğe kendi elleriyle süpürecektir.