T.B.M.M. Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından "Yeni Kamu Mali Yönetim Sisteminde Parlamentonun Gözetim Fonksiyonu ve Yüksek Denetim" konusunda bir sempozyum düzenledi. Bu sempozyumun değerlendirme bölümünde konuşmacı olarak katıldık..

Katılımcılar iki gün boyunca yoğun bir çalışma temposu yaşadı. Sempozyuma yabancı konuklar da katıldı. Uluslararası kuruluşlar ve diğer ülke temsilcilerinden deneyimlerini dinleme fırsatını da yakaladık.

Son yıllarda Kamu mali yönetimde yapılan yasal düzenlemeler ve denetimin önemi tartışıldı. Yapılan bu yasal düzenlemelerin uygulamada ne gibi etkiler ve sonuçlar ortaya çıkardığı üzerinde duruldu.

Toplantılara katılan bir Sayın milletvekili Sayıştay Kanun Tasarısı hakkında görüşlerini ifade ederken Tasarının Komisyonda görüşülmesi sırasında çalışmalardan memnun olduğunu belirtti. MHP'nin TBMM'inde temsil edilmediği bir dönemde çok yararlı çalışmalar yapılmasına rağmen ülkenin makulünden daha çok siyasetin ve partilerin makulü aranması sebebiyle sonuç alınamadığını ifade etti. Buradan şu çıkarımı rahatlıkla yapabiliriz. Türkiye'nin makulü Milliyetçi Hareket Partisidir. Bu hususu konuşmamız sırasında dile getirdik. Konuşmamızı yaparken ilk bütçe dersini aldığım Sayın Prof. Dr. Nezihe Sönmez hocamızın bize bütçe dersinde öğrettiği temel hususlardan birisinin Bütçedeki samimiyet ilkesi olduğunu ifade ettim. Bu vesile ile Sayın hocamızı da rahmetle andım.

Bütçe de samimiyet ilkesinin önemli olduğunu ifade ettikten sonra 2009 Mali Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin TBMM'nde görüşülürken 2009 Yılı Bütçesi ile 2009 Yılı Makro Ekonomik hedeflerinin gerçekçi olmadığını, küresel krizin getirdiği ve ülkenin var olan ekonomik problemlerini çözemeyeceğini söylediğimizi ifade ettik. Hükümet bütçe görüşmelerinin son gününe kadar dış dünyadaki ve ülkemizdeki ekonomik aktörlerin hedeflerin gerçekçi olmadıklarını inanmadıklarını söylemelerine rağmen değiştirmediğini anlattık. Hükümet dahil, muhalefet, sivil toplum örgütleri ve konuyla ilgili tüm aktörlerin inanmadığı hedeflerin bir süre sonra Katılım Öncesi Ekonomik Program ile allak bullak olduğu, hatta açıklanan işsizlik rakamları ile revizenin de revize edilmesi gerektiğinin ortaya çıktığını söyledim. Hemen akabinde de bütün bu tartışmaların hiç gerçekçi ve samimi olmayan bir bütçenin harcamalarının denetlenmesinin faydasının ne derece gerçekçi olup olmayacağını katılımcılara sordum.

Öncelikle toplumun bireylerinin ve kurumların, siyasi partilerin topluma doğruyu ve makulü söyleyecek eğitim ve kültür düzeyine ulaşması gerektiğini belirttik. Gerçekten AKP topluma doğruları söylemek konusunda samimi olamadı. Çünkü seçim öncesi ben ekonomiyi rezil ettim, sizleri perişan ettim diyemedi. Teğet geçti, bu dünyanın krizi ifadeler kullandı. Hemen seçim sonrası da bütün gerçekleri kabul etti. Ancak revizenin revizesinin de gerektiğini işsizlik rakamları açıklandıktan sonra fark ettiler. Nominal rakamları bile programdaki rakamlarla yan yana koyup açıklayamadılar.  

Yukarıdaki değerlendirmeyi yaptıktan sonra konuyla ilgili hazırladığımız konuşma metninden bir özeti sizlerle paylaşmak istiyorum. "Parlamentolar bütçe aracılığıyla yürütme organına verdikleri yetkilerin kendi koydukları ilke ve sınırlar içinde uygulanıp uygulanmadığını, bütün ayrıntılarıyla denetlemek ihtiyacı içinde olmuşlardır. Bu ihtiyacın bir sonucu olarak parlamento adına görev yapan uzman ve tarafsız kurumların kurulması düşüncesi doğmuştur. Yüksek denetim kurumları olarak adlandırılan Sayıştaylar işte bu tarihsel gelişimin ve ihtiyacın bir ürünüdür. Bu nedenle de demokratik parlamenter sistemler ile Sayıştay denetimlerindeki değişim ve gelişmeler hep bir paralellik içinde gerçekleşmiştir.

Son yirmi yıldır, birçok ülkede kamu yönetiminde reform çalışmaları yapılmaktadır. Reform çalışmaları ise özü itibariyle kamuda performans odaklı bir kültürün geliştirilmesini hedeflemektedir. Kamu yönetiminde verimlilik, tutumluluk, etkinlik ve şeffaflık sağlama, hesap verme sorumluluğunu geliştirme gibi prensipleri hayata geçirmeye yönelen reformlar; küçük ama etkin, düzenleyen ve kontrol eden bir devlet anlayışını temel almaktadır. OECD ve Dünya Bankası gibi uluslar arası örgütler ve bölgesel kuruluşlar ise, reformların dünya ölçeğinde yaygınlaştırılmasında önemli rol oynamaktadır.

Dünyadaki gelişmelere paralel olarak, ülkemizde de devletin rolü ve işlevi irdelenmeye, kamu yönetiminde reform ihtiyacı dile getirilmeye başlanmış, stratejik planlama, hesap verme sorumluluğu, performans yönetimi ve denetimi gibi kamuoyunun önemli bir kısmı için yeni kavramlar gündeme gelmiştir. Bu kavramların doğru bir şekilde tanımlanması ve kavranması; süreçlerin standartlara uygun bir şekilde oluşturulması, kamu yönetiminin iyi yönetim ilkelerine göre tasarlanmasında büyük önem taşımaktadır. Oysa ülkemizde hâlihazırda tam bir kavram kargaşası vardır. Performans ölçümü ve raporlaması, hesap verme sorumluluğu, performans denetimi gibi önemli kavram ve uygulamaların fonksiyonları yeterince kavranılmamıştır. Bu kavram ve uygulamalara sahip olduklarının ötesinde ve dışında misyonlar yüklenilmesi, araç-amaç ilişkisinin doğru biçimde kurulamaması kendi kültürümüze ve toplumsal ihtiyaçlarımıza uygun bir ulusal strateji geliştirmemizin önündeki en büyük engeldir. Bu olgular, reform girişimlerinin başarısı için hayati önemde olan "yenilikleri benimseme ve sahiplenmenin" gerçekleşmesini de büyük ölçüde engellemektedir.

Son yıllarda hayata geçirilmeye çalışılan bazı uygulamaların doğru anlaşılmaları, bir ölçüde tercüme kavramlar ile bu kavramların geçmişte ifade ettiklerine karşılık gelen anlamların örtüşmeyişiyle de ilgilidir. Örneğin; reformların slogan kavramı "hesap verme sorumluluğu" kavramı "hesap verme"nin dilimizdeki günlük kullanımının gölgesinden kurtulamamış, "raporlama/açıklama sorumluluğu gibi şeffaflığın gereği bir sorumluluktan çok, "sorguya çekilmek, yaptıklarının hesabını vermek gibi negatif, cezai yaptırımları anımsatan bir içeriğe daha yakın şekilde algılanmış, reform yasalarında da bu yanlış algı yansımıştır. Stratejik planlama, performans ölçümü, faaliyet raporlarına ilişkin düzenlemeler, bu çağdaş yönetim uygulamaların kamu kurumlarının daha iyi yönetilmelerinin bir aracı olma niteliği ihmal edilerek, salt kontrol araçları olarak tasarlanmıştır.

Mevcut durumu belirleyip, reform için bir strateji oluşturmamışsak; en azından konuları içselleştirmede ve reformu sahiplenmede, kavramların içini doldurmada sorunlar yaşamamız kaçınılmazdır. Nitekim birçok gelişmiş ülkede, reformlar o ülkelerin idari ve kültürel farklılıklarına göre biçim alırken; bizde her kamu kurumu, hangi ülkeden danışmanlık aldı ise, birebir o ülkenin tercümesi denilebilecek düzenlemeleri kendi alanında uygulamaya çalışmaktadır. "