Tarih Temmuz 2006, masamda üç tip gazete var. Biri bizim gazeteler, milletin hür iradesini yansıtan, halka hakkıyla ve lâyıkıyla tercüman olan "ulusal ve yerel basın". Manşetlerinde "elveda Kıbrıs, elveda Kerkük" yazıları yer alıyor. Diğeri mevcut yönetimin sesi, hükümetin kuklası, "Rumlar köşeye sıkıştı" diyor. Öbürü ise, mütareke basını nam medyadan çok renkli bir parça, daha doğrusu paçavra. "KIBRIS İŞİ TAMAM" diye (utanmadan) görkemli bir manşet atmış. Sayfadan adeta sevinç çığlıkları fışkırıyor. Sanki Türkiye'de yayınlanan To Vima...

Çok garip bir tecelli. Tarih tekerrür ediyor. Yönetim uyuyor. 2000'lerin Türkiye' si, 1900'lerin Osmanlı'sından farksız! Sanki birileri zaman tünelinden Osmanlı'nın Bab-ı Ali'sini alıp, günümüz Türkiye'sinin Başkent' ine ışınlamış gibi !.. 2006'nın Başkent Ankara'sında, devleti yönetme sorumluluğunu üstlenen bir kısım sivil-asker, politik-acı, siyasetçi, bürokrat zevatın, bir "resmi", bir de gayr-ı resmi görüşü var.

Medyasında ise, Ali Kemaller ve isimsiz kahramanlar, vatan hainleri (dahili bedhahlar) ile Türkiye sevdalıları göğüs göğüse, kana kan, dişe diş mücadele veriyor. Bir taraf yalanla-talanla, deveyi hamuduyla yutup koşmakta, diğer taraf fazilet timsali.

Resmi görüş, bir kısım işbirlikçi, gafil ve ‘enternasyonallerin' üstün çabaları ile 1963'de Ankara antlaşmasıyla başlayan, İhsan Sabri tarafından mamul "Annan Plânı" ile ivme kazanan ve gümrük birliği anlaşması kapsamında taviz üstüne taviz verilen bir sürecin devamı niteliğinde. Milletin sesini dinlemeyen, sözünü tutmayan, vaadini yerine getirmeyen, büyük Atatürk'ün vasiyetini görmeyen, görmezden gelen ve milli menfaatleri hiçe sayan "statüko" bizim gazete'nin dediği gibi milli dava Kıbrıs ve tapulu mülkümüz Kerkük'ten (ABD ve AB istiyor diye) vazgeçmek eğiliminde.

Tıpkı "Abdülhamid Düşerken" filminde bütün çıplaklığı ile açıkça yansıtıldığı ve gözler önüne serildiği gibi!.. Devleti yönetenlerin ağzı başka konuşuyor... Kafalarının içindeyse bambaşka tilkiler dolaşıyor. İlişkiler, bağlantılar, millet den gizli verilen sözler ise bambaşka. Bazı ‘danışmanların' hesabı ise çok daha farklı. Aslında kimsenin kimseye güveni kalmamış. Bu arada koltuğunu korumak isteyenler de, yabancı bir ülkenin başkentinden medet umuyor. 1900'lü yılların başında, Osmanlı hanedanı, tahtından düşürülüyordu. 2000'li yıllarda ise Atatürk, gönüllerdeki tahtan düşürülmek isteniyor. AB "fotoğraflarını da resmi dairelerden indirin", "şu ulusalcılar da çok oldu, toparlayın atın içeri kerataları" diye talimat veriyor.

Yönetim angaje olmuş bir kere... Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı yolunda çizilen istikrarlı politikalardan ödün üzerine ödün veriliyor. Milletin sesini dinleyen yok. Hasılı, buna ‘resmi görüş' demek de pek mümkün değil zaten. Ama, resmi makamları işgal edenlere göre; KKTC'yi ABD'ye ve Yunan'a -Rum'a teslim ediyoruz ve Başbakanımız ile Dışişleri Bakanımız bu konuda taviz yarışına giriyorlar.

Millete söylenen ise başka: Kıbrıs işi tamam. İzolasyonlar kalkacak, problem bitecek.

Rumlara limanlar ve hava alanları açılacakmış ama izolasyonlar da kalkmalıymış!

Başımızda Kıbrıs'ın önemini, stratejik değerini, tarihi hak, evrensel hukuk ve Türk milleti'ne mutlak aidiyeti ile milli davanın ‘vazgeçilmezliğini' kavrayamamış bir yönetim var. Dahası, adanın stratejik önem ve değerinin de farkında değiller.

Bu çerçevede milletin görüşü şudur: Kıbrıs bir milli davadır. Türkiye devleti ve milleti için vaz geçilmez bir önem ve değeri haizdir. Devletin ve hükümetlerin görevi bu davayı diri tutmak ve her ne pahasına olursa olsun; Londra-Zürich ve Garanti anlaşmaları ile elde edilen kazanımları tekrar ve mutlaka Türkiye ile KKTC lehine tesis, ikame ve idame ettirmektir. Bu antlaşmalardan dönen ve taviz verenler sorgulanmalı,yargılanmalı ve "Kıbrıs sorunu" yine bu antlaşmaların amir hükümleri doğrultusunda çözümlenmelidir. Türkiye'nin hukuken böyle bir hakkı vardır ve bu hak uluslar arası kabul görmüş antlaşmalardan kaynaklanmaktadır. Bu kadar sağlam karineler karşısında hiçbir kuvvet ve hükümet geri atamaz.

Asla geri adım atmamalıdır da...

Bu güne kadar geri adım atanlar, kamu vicdanında "vatana ihanet" damgasını yemiştir. Toplum tarafından lânetlenmiş ve dışlanmışlardır. Böyle giderse, bunlarında akıbeti aynı olacaktır. Bunun başkaca bir yolu yoktur. Aynı güruh Kuzey Irak'ı da kendi elleriyle oluşturmuş ve şimdilerde milletin başına belâ etmişlerdir.

Milletin "siyasi mevtalara" tahammülü kalmamıştır.

Milletin ve milli reflekslerin tezahür, telkin ve tebarüz ettirdiği görüş budur.

Dahası, Maraş dahil "her karışı vatan toprağı olan" KKTC'den, Rum'a, Yunan'a, AB veya ABD'ye bir karış toprak veren; yahut' da Kıbrıs'tan asker çekmeye yeltenen, "Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır" fikri, halkta hakim bulunmaktadır.

Kıbrıs konusunda alçakça taviz verenleri millet affetmeyecektir.

Sağ duyulu, samimi ve dürüst insanlarımız Kuzey Irak (Musul-Kerkük ve Telâfer ile Batı Trakya dahil diğer Türk yurtları) konusunda da aynı duygu ve düşünceleri içtenlikle paylaşmakta ve seslendirmektedir.

Ancak, bir askerinin kaçırılması mukabili bütün orta doğuyu kana bulayan İsrail'in gösterdiği cesaret, azim, irade, cüret ve kanlı kararlılığa rağmen, Türkiye'yi yönetenler kendi topraklarımız içinde yuvalanmış üç beş eşkıyayı temizlemekten aciz ve zavallı bir duruma düşmüş ve vatan toprağını koruma konusunda dumura uğramış bulunmaktadırlar.

Çok ayıp ve çok yazık değil mi ? bize !

Bütün dünyaya rezil oluyoruz...

Oysa, dünya ve uzay Türklüğü'nün Kâbesi olan Türkiye, dış Türkler ve Türklerin yaşadığı ülkeler konusunda, en azından Yunanistan kadar duyarlı olmaya mecburdur. Aksi taktirde Atatürk'ün hitabına muhatap olunamaz. Sebep olunan vebalin altından kalkılamaz.

Hani ne demişti Atatürk:

"Efendiler !... Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin (Akdeniz Bölgesi'nin) ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs'a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir.." Lâkin, AB'nin, adının dahi anılmasını istemediği, resimlerinin indirilmesini ve bütün emareleri ile tarihten silinmesini istediği Atatürk kimin umurunda. Zaten bunlar Atatürk'ü bilmekten ve O' nun yolunu izlemekten korkan ve kaçanlar değil mi ?

(Yazı Dizisi Devam Edecek)

Muztafa Nevruz SINACI
[email protected]

***

Sizde bu bölümde yazmak isterseniz sitemizin ilkelerine ters düşmeyen yazılarınızı  [email protected] mail adresine gönderin sizin adınızla yayınlayalım.